ANLAM ARAYIŞI DEVAM EDİYOR:

VİKTOR FRANKL

İSRAEL’DE

ÇOK SATANLAR LİSTESİNE

DÖNDÜĞÜNDE…

1945’in sonlarında Viktor Frankl, hayatından geriye kalan kırık bir kabukla yüzleşti: Nazi toplama kamplarından sağ kurtulmuş olmasına rağmen, hayatının aşkını, rahminde taşıdığı bebeği, mesleki statüsünü ve kitap haline gelecek olan el yazmalarını kaybetmişti. Yeniden başlaması gerekiyordu. Peki bu mümkün müydü? Cevabı kesindi: Evet.

Neredeyse 80 yıl önce Avturya’da yazılmış, eski moda bir kapak tasarımına sahip yabancı bir kitap nasıl olur da 2023’te İsrael’de en çok satanlar listesine girer?

Söz konusu kitabı (ve daha sonra pek çok kitabı) yazan Viktor Frankl, belki de hangi yüzyılda  doğmuş olursa olsun veya yüzleşmek zorunda kaldıkları dehşetler ne olursa olsun, insanların her zaman anlam aradıklarını söyleyecektir.

Viktor Emil Frank, 20. yüzyılın başlarında modaya uygun ve aydınlanmış Viyana’da doğdu. Henüz üç dört yaşındayken, babasına doktor olup insanları tedavi etmek istediğini söyledi. Birkaç yıl içinde doktor olmanın kendisine yetmediğine karar vermişti. Viktor akıl sağlığına, yani psikiyatriye odaklanmak istiyordu.

Çevresi böyle bir seçim için bundan daha mükemmel olamazdı: O zamanlar Viyana  psikiyatri ve psikoterapinin Mekke’siydi. Viyana eğitim ve araştırma kurumları dünyanın en gelişmiş kurumları arasındaydı ve şehir tanınmış uygulayıcıları, akademisyenler ve bilim adamlarıyla doluydu. Frankl, Sigmund Freud’un öğrencileriyle çalıştı ve hatta Freud’un kendisiyle yazışmalarını öyle bir noktaya getirdi ki, sonunda şahsen tanıştıklarında psikanalizin babası elini sıktı ve sordu:”Viktor Frankl, Viyana, Chernin Caddesi 6,Kapı 25.”Doğru mu?

Ancak şehir yalnızca ortamdı; Frank yetenikliydi, çalışkandı, harika fikirlerle doluydu ve insan ruhuna daha da büyük bir inanç duyuyordu. Aynı zamanda nazik bir konuşmacıydı ve 15 yaşındayken, kendi yaşındaki bir çocuk için oldukça gösterişli olan “Hayatın Anlamı Üzerine” başlıklı ilk konuşmasını yaptı.

Frankl büyük ve hızlı bir başarı elde etti. İlk makalesini yayınladığında henüz 20 yaşında bile değildi (daha sonra fikirlerine karşı çıkan Freud’un teşvikiyle) ve ilk doktorasını aldığında ancak 25 yaşındaydı. Bu sıralarda kendi terapötik yaklaşımını formüle etmeye başladı. Logoterapi veya  anlam temelli psikoterapi (adı yunanca “anlam” olarak tanınan “logos” kelimesinden türetilmiştir.)

Logoterapi daha sonra Freud’un psikanalizi ve Alfred Adler’in bireysel psikolojisinden sonra ”Viyananın Üçüncü Psikoterapi Okulu “olarak adlandırıldı.

Başlangıçta bu gelecek vadeden yeteneğin ateşli bir destekçisi olan Adler’in kendisi, Frankl’ın yeni bağımsız fikirlerinden etkilenmedi ve onu başkanlığını yaptığı Bireysel Psikoloji Topluluğu”ndan kelimenin tam anlamıyla attı.

Ama bu Frankl’a zarar vermedi. Aslında Avrupa’da ve tüm dünyada kendi çapında üne kavuştu ve önde gelen akademik kurumlarda ders vermek üzere davet edildi; dersler salonları coşkulu öğrenciler ve araştırmacılarla doldurdu.

Dersleri yalnızca fikirleri ve yenilikçi araştırmalarıyla değil, aynı zamanda teorilerini açık ve basit bir şekilde nasıl açıklayacağını bildiği ve kuru bilgileri ince bir mizaha süsleyebildiği için de çok rağbet görüyordu.

Bu arada Naziler Avusturya’yı ilhak etmişti. Avusturya Siyonist hareketinin ateşli bir destekçisi olan Frankl’ın dikkat çekmemesi gerekiyordu. Yahudilere verilmeyen “doktor ”unvanını artık kullanamıyordu. Bir yıldan az bir süre önce açtığı özel kliniği kapatmak zorunda kaldı.

Frankl,1940 yılında 35 yaşındayken bir Yahudi kurumu olan Viyana’daki Rotschild Hastanesinin nörolojik bölümünün direktörlüğüne atandı. Bunu yaparken hayatını riske atmasına rağmen Nazilerin akıl hastalarını idam etmesini veya hapsetmesini engellemek için hastalara yanlış psikiyatrik teşhisler koydu.

Umut verici akademik ve sosyal statüsüne rağmen bir Yahudi olarak Frankl’ın geleceğinin parlak olmadığı açıktı. Amerikalılar pek çok kişiye kapalıyken bile ona kapılarını açtılar ama o, istenen vizeyi alamayan yaşlı anne ve babasının yanında Viyana’da kalmayı tercih etti.

Tam o sırada, gelecek bir kara bulut gibi göründüğünde, hastanede Tilly Groser adında bir hemşireyle tanıştı ve derinden aşık oldu. O yıl evlendiler ve Nazi kontrolündeki Viyana’da resmi olarak evlenmesine izin verilen son Yahudi çift oldular. Ancak Tilly hamile kalınca genç çift, aile kurma hayallerinden vazgeçmek zorunda kaldı. Hamile Yahudiler derhal doğuya gönderildi ve Tilly, hayatını kurtarmak için kürtaj yaptırmak zorunda kaldı.

Yıllar sonra kitaplarından biri ”Harry’ye ya da Marion’a ithaf edilecekti. “Hiç doğmamış çocuklar”…

Eylül 1942’de Tilly, ebeveynleri ve geri kalanıyla birlikte Theresienstadt gettosuna götürüldü. Orada doktor ve psikiyatr olarak becerilerini kullanarak, yeni mahkumların ilk şokunu hafifletmek ve intihar vakalarını önlemek için psikolojik programlar geliştirdi.

Babası akciğer hastalığından dolayı kollarında ölürken, hayatta kalması yerine şefkati seçti ve nispeten huzur içinde ölebilmesi için gettoya gizlice sokmayı başardığı tek morfin dozunu ona enjekte etti.

Theresienstadt’a vardıktan iki yıl sonra Frankl ailesi, doğuya, insanların geri dönmediği bir kampa, Auschwitz’e giden nakliye araçlarından birine bindirildi.

Karısıyla yollarını ayırmaya zorlanmadan önceki son birkaç dakika içinde, onun ellerini tuttu ve toplayabildiği en sert sesle ona şunları söyledi: Tilly, ne pahasına olursa olsun hayatta kal. Beni duyuyor musun? Ne pahasına”. İşe yaramadı. Onu bir daha hiç görmedi, ancak günlerinin sonuna kadar onun, kurtuluştan hemen sonra Bergen-Belsen’de (görünüşe göre savaşın unutulduğu kamp) ölen 17.000 mahkumun arasında olduğundan emindi.

Naziler ailesinden fazlasını aldı. Frakl’ın kampa vardığında bırakmak zorunda kaldığı ceketinin cebinde, Logoterapi’nin temelleri üzerine ilk kitabı olan “Doktor ve Ruh”un neredeyse eksiksiz el yazması vardı. Daha sonra el yazmasının kendisinden alındığı gün kendisine farklı bir ceket verildiğini, bu ceketin cebinde, üzerinde ”Şema Yisrael” duasının yazılı olduğu bir dua kitabından koparılmış bir sayfa bulunduğunu söyledi. Bunu, artık sadece yüce fikirleri formüle etmenin değil, aynı zamanda ve belki de hepsinden önemlisi, onlara göre yaşamanın zamanının geldiğinin bir işareti olarak kabul etti.

Karısı Tilly için yapabileceği pek bir şey yoktu; yalnızca onu düşünüp hayal edebiliyordu. Ancak sıra kitabına geldiğinde Frankl’ın yapabileceği pratik bir şey vardı. Bu dönem boyunca, esas olarak kafasında, ama aynı zamanda elde edebildiği küçük kağıt parçalarına da yazmaya devam etti.

Daha sonra şöyle yazmışı: ”Hayatta kalmamı, diğer şeylerin yanı sıra, bu kayıp el yazmasını yeniden yaratma kararıma borçlu olduğumdan eminim. Tifo hastası olduğumda bunun üzerinde çalışmaya başladım ve damar sistemimin çökmesini önlemek için geceleri bile uyanık kalmaya çalıştım. 40.doğum günümde bir mahkum bana neredeyse mucizevi bir şekilde çaldığı kalemin ucunu ve ayrıca SS belgelerinden bazı kağıtları verdi. Bu belgelerin arkasına bölümlerin başlıklarını yazdım, bu da kitabımı yeniden oluşturmama neden oldu.”

”Bu bölüm başlıklarından ve o korkunç dönemdeki deneyimlerimden yola çıkarak yeni bir kitap yazabildim. İnsanın Anlam Arayışı, savaştan hemen sonra Viyana’da, Frankl’ın art arda dokuz gün boyunca, sözcüklerinin akışını metne aktarabilen birkaç daktilo önünde durup konuştuğu sırada yazıldı.

Frankl, Logoterapi teorisini savaştan önce geliştirmişti ancak yıllarca toplama kampları arasında dolaştıktan sonra yayınlanan bu kitap, onun başlangıçta planladığı kitap değildi. Kitap onun ”kuru” bilimsel teorisine ek olarak, toplama kamplarında hayatta kalmasının öyküsünü de içeriyordu. Logoterapi için bir tür vaka çalışması işlevi gören otobiyografik bir öykü denilebilir.

Kamplardaki imkansız rutinin ortasında, Frankl psikoterapötik teorisini kendisi ve birçok kişi tarafından şimdiye kadar yazılmış olan en etkili kitaplardan biri olarak kabul edilen düşüncelerini etrafındakiler üzerinde test etti. Logoterapi yöntemini dayandırdığı üç temel temelin (anlam bulma isteği, yaşamın anlamı ve irade özgürlüğü) akla gelebilecek en acımasız teste tabi tutulduğunu ve bu teste dayandığını buldu.

“Toplama kamplarında yaşayan bizler, barakalarda dolaşıp başkalarını teselli eden, son ekmek dilimlerini veren adamları hatırlayabiliriz. Sayıları az olabilir ama, bir insandan tek bir şey dışında her şeyin alınabileceğine dair yeterli kanıt sunuyorlar: İnsan özgürlüklerinin sonuncusu, herhangi bir durumda kendi tutumunu seçmek, kendi yolunu seçmek.

Frankl hayatta kalanların en güçlü ya da en neşeli olanlar değil,  yaşamaya değer bir anlam bulmayı başaranlar olduğunu savundu. ”Yaşamak için bir nedeni olan kişi, neredeyse her nasıl’a katlanabilir”. Bu Nietzsche’nin bir sözü olabilir ama, Frankl buna daha pratik bir anlam yükledi.

Sonuç:12 milyondan fazla kopya satan ve bir çok kişi tarafından şimdiye kadar yazılmış en etkili kitaplardan biri olarak kabul edilen, ancak 200 sayfa uzunluğuna kısa bir kitap oldu.

Savaşın sona ermesi ve toplama kamplarının kademeli olarak serbest bırakılmasıyla birlikte Frankl, memleketi Viyana’ya döndüğünde, kız kardeşi dışında tüm ailesinin korkunç bir şekilde kaybettiğini keşfetti. Muhteşem bir kişisel örnek olarak kolları sıvadı ve hayatını yeniden inşa etmek için yola çıktı. Bunu yaparken hayatının sunabileceği en büyük anlamı, kendi deyimiyle ”başkalarının anlamlarını bulmalarına yardımcı olmayı” aklında tuttu.

Eleanore adında bir hemşireyle yeniden evlendi ve Gabriel adında bir kızları oldu. Bu, ibadetlerini yerine getiren bir Yahudi ile aynı derecede ibadet eden bir Hıristiyan arasındaki sevgi dolu bir evlilikti. Onunla birlikte sinagoga gitti ve o da ona kiliseye kadar eşlik etti.

O zamandan beri, Viktor Frankl’ın fikirleri tüm dünyaya yayıldı.50’den fazla dile çevrilmiş yaklaşık 40 kitap yayınladı. Hayatının sonuna kadar Viyana’da yaşamaya devam etti. Ancak uzun yıllar boyunca dünya çapındaki tüm önemli akademik kurumlarda konferanslar ve toplantılar yapmak için uzun mesafeler kat etti.

İsrael’in, tam da devlet tarihinin en zorlu zamanlarından birinin ortasındayken, ”İnsanın Anlam Arayışı” nın bunca zaman sonra yeniden en çok satan kitap haline gelmesi, onun fikirlerinin ne kadar güncel olduğunu çok net bir biçimde gösteriyor.

Kendisi bu gün teselli edici ve anlamlı sözler söylemek üzere bizimle birlikte olmadığı için, onun geçmişte diğer korkunç olaylarla ilgili olarak söylediği sözlerde biraz teselli bulmaktan başka seçeneğimiz yok:

“İnsanın aslında ihtiyacı olan şey gerilimsiz bir durum değil, kendisine layık bir amaç uğruna çabalamak ve mücadele etmektir.”