KADIKÖY’LÜ KÜÇÜK SARA-67

2007 yılında gittiğimi Norveç’in fiyortları seyahatinin özelliği bir gemiyle Norveç’i dantel gibi çevreleyen buzullardan oluşan körfez bölgeleriydi. Geminin içinde lüks seyahat gemileri gibi odalar, yemek salonları ve geceleri dans edilebilecek ve farklı şovlar izlenebilecek eğlence salonları vardı. Dört beş gün boyunca birkaç fiyorda uğramıştık. Hepsi için ikişer üçer saat molalar veriliyor, böylece gemiden inip o kasabaları tanıma fırsatımız oluyordu. Bunların içinden iki tanesini unutamıyorum. Bir Pazar günü vardığımız bir fiyordda, hava oraya göre oldukça sıcaktı. Vapurdan indik, Pazar günü olduğu için dükkanlar kapalıydı, biraz etrafı gezdikten sonra yüksekçe bir tepenin üzerinde duran çok büyük bir kilise gözümüze çarptı. Oraya kadar merdivenlerle çıkılıyordu. Bir sürü insan o merdivenleri tırmanıp kiliseye gidiyorlardı. Biz de peşlerine takıldık. İçeri girince kilisenin tıklım tıklım dolu olduğunu gördük. Esmer tenli bir rahip gülümseyerek elimi tuttu ve beni bir yere oturttu. Mihrabın önünde zenci kadın ve erkeklerden oluşan bir gospel korosu vardı. Onlara eşlik eden orgun eşliğinde gospel şarkıları söylüyorlardı. Bu kadar güzel ve uyumlu, bu çok sesli koronun müziği gerçekten sanki bu dünyaya ait değildi. Müzikler kah blues gibi hazin, kah coşturucuydu. Kıyafetler otantikti ve hakim renk koyu turuncuydu. Kilisede sanki binlerce güneşi andıran ve içimizi sıcacık ısıtan tanrısal bir konser izledik. Aslında konser hala bitmemişken, geminin kalkmasına 15 dakika kaldığı için ayaklarımız geriye giderek merdivenleri indik ve koşarak gemiye çıktık.

Diğer bir unutulmaz fiyort ise Bergen’di. Bu geminin son durağıydı. Bergen çok büyük olmayan bir şehir. Limandan karaya ayak bastığınızda karşınıza kocaman bir balık pazarı çıkıyor. Ama ne balıklar. Hepsi Kuzey Buz Denizi balıkları. Morinalar, ringalar, somonlar, urutulmuş veya fümelenmiş balıklar, kabuklu deniz yaratıkları. Orası adeta bir balık panayırı gibiydi. Erkek ve kadın balıkçılar keskin bıçaklarıyla balıkları hazırlayıp satıyorlardı. Balık çarşısından az ileride ise, turistleri Bergen’in en yüksek noktası olan bir dağa çıkartan bir teleferik vardı. Sırası gelen vagonlara binip oturuyor ve cableway onları dağın en yüksek tepesine götürüyordu. Neyse vagona girdik, yerimize oturduk ve yukarı çıktık. Oraya çıktığımız anda karşımıza çıkan manzara nefes kesiciydi. Bergen şehri bütün güzelliği ve haşmetiyle karşınızdaydı. Olduğumuz yerin tam merkezinde tamamen camlarla kaplanmış, geniş bir salon vardı. Yerler ahşaptı. İçinde bulunan birkaç şöminede harıl harıl odunlar yanıyor, ateşin cızırtısı o dışarıdaki soğuktan sonra içinizi ısıtıyordu. Yanda bir bar ve etrafta thonet masa ve sandalyeler vardı. Salonun tam merkezindeki yüksekçe bir platformun üzerinde kocaman siyah bir kuyruklu piyano vardı. Piyanist siyah bir frak giyiyordu ve Norveç’in en önemli müzisyeni Grieg’in eserlerini çalıyordu. Piyanistin yüzüne baktığımda gözlerim şaşkınlıktan açıldı. Piyanist Şalom Gazetesinden yazar arkadaşım Robert Schild’di. David’e aptallaşarak adamı gösterdim, o da şaşakaldı. Çaktırmadan yanından geçtim. O da gülümseyerek bir baş selamı verdi. Piyanist tabii ki Robert değildi ama o gün insanların çift yaratıldığına gözlerimle şahit oldum.

Bergen - Norveç

Bergen - Norveç

Bergen Balık pazarı

Bergen Balık pazarı

2008 yılında da böyle ufak tefek gezilerimiz oluyordu ama dürüstçe söylüyorum ki şimdi o tarihleri kaydetmediğim için pişmanım. Eskiden o kadar keskin bir hafızam vardı ki, şimdi artık eski gücünü yavaş yavaş kaybettiğini ayrımsayabiliyorum. O sene mart ayında Romanya’ya bir seyahatimiz olmuştu. Başkent Bükreş’te merkeze yakın bir otelde kalıyorduk. Romanya aslında Çavuşesku’nun diktatörlüğünden birkaç yıl önce kurtulmuş, kalkınmaya çalışan bir ülkeydi. Tabiat güzellikleri, parkları ve güzel anıtları olan meydanların dışında, eskiden devlet başkanı Nickolae Çavuşesku’nun oturduğu saray şimdi halka açılmış olup, ziyaret edilebiliyordu. Yeni yeni gelişmeye başladığından biri iki AVM dışında gidilecek yer de yoktu. Ama harika bir şeyi vardı, krallık döneminden kalma opera ve bale binası. Benim için bilet bulup bu gösterileri izlemek kadar güzel bir şey yoktu. Gişeden üç ayrı gece için opera biletleri aldık. Opera binasının içinde eski yıllarda sahneye konan kostümlerin müzesi de vardı. Dil Romence olduğu halde, üstten geçen ışıklı bantta İngilizce tercümesi vardı. Orada beni en çok etkileyen Faust operası oldu. Goethe’nin en önemli eseri olan Faust’un bendeki yeri özeldir. Marmara Kolejinde son sınıftayken, edebiyat hocamız sevgili Lütfü Civelek şubat tatilinde okuyup özetini sunmamız için hepimize birer kitap adı vermişti. Ben sınıfın en iyi edebiyat öğrencisi olduğum için bana Faust’u vermişti. “bu kitabın altından yalnız sen kalkabilirsin” derken gülümsüyordu. 17 yaşındaydım, kitap çok derindi ama altından kalkmış ve 10 almıştım. Faust Operası 5 perdeydi. David 3. perde bittiğinde oyunun bittiğini sanıp” haydaa ben sonunu anlamadım “dedi. Ben gülmekten ölmüştüm. Sabret daha çok var diye. Gerçekten de 4 perdelik Carmen Operasından sonra tek 5 perdelik opera eseri sanırım Faust.

Bir gün bir taksici ile anlaşarak Transilvanya Bölgesindeki Bran’a gittik. Hava bu gibiydi. Çok yoğun ama incecik kar atıştırıyordu. Orası da turistik bir kasabaydı. Merkezde Kont Drakula’nın şatosu vardı. Hakikaten şatonun tipi gotik ve dehşetengizdi. Merdivenler, o kadar dar ve dikti ki, biri aşağı inerse duvara yapışmak zorunda kalıyordunuz. Şişmanca biriyle merdivende karşı karşıya gelirsek herhalde tirbuşonla oradan çıkarılacaktı. Çok dar ve küçük alanlarda içi sıkışan David, en üste çıktığımızda şükür duası okumuştu. Bunun bir de inişi vardı. Sonuç olarak Karpat Dağları, vampir efsaneleriyle süslü olan Transilvanya’yı da görmek güzel bir şeydi.

Bükreş’teki büyük Koral Sinagogu’nu da ziyaret etmiştik. İçinde bir Holokost anıtı ve öldürülen Romanyalı Yahudilerin isimleri vardı. Zaten Avrupa’nın neresine giderseniz gidin Holokost’un gölgesi hep tepenizde dolaşır.

Çavuşesko'nuın Sarayı - Bükreş - Romanya

Çavuşesko'nuın Sarayı - Bükreş - Romanya

Bükreş Opera ve Bale Binası

Bükreş Opera ve Bale Binası

Drakula Şatosu  - Bran

Drakula Şatosu - Bran

Choral Sinagogu

Choral Sinagogu

Bu yılların içinde Rina nişanlısı Ariel Darsa ile evlenmişti. Şimdi iki çocukları var 15 yaşındaki Nitsa ve 9 yaşındaki Ronen. İstanbul’da yaşıyorlar. Korona ve işlerden fırsat bulabildikleri zamanlarda İsrael’e gelip ablamlarla görüşüyorlar.

Ariel ve Rina

Ariel ve Rina

Bu geçen yıllar içinde o kadar çok şey oldu ki, bazıları içimi acıtıyor. Mesela bu yıllar içinde kayınvalidem Korin son derece rahatsızdı ve 14 yıl boyunca haftanın üç günü diyalize giderdi. Bu hepimizi çok üzen ama çaresizce sıkıntısına ortak olduğumuz bir durumdu. Artık ablamla yaşayan annem de çok çaptan düşmüştü. Her şeyi unutuyor, bazen hiç yaşanmamış şeyleri gerçek gibi anlatıp hepimizi hayretlere düşürüyordu. Bakıcısı her an yanında olduğu halde, ablamla beni sanki görünmez iplerle kendine bağlıyordu.

O yaz adaya bize 15 günlüğüne getirdiğim annem, iki gün sonra yatağının kenarından yere düştü ve kalçası kırıldı. Onu adadan cankurtaran gemisiyle Kartala, oradan da Or-Ahayim Hastanesi’ne götürdük. O gün korkudan ve sıkıntıdan yaşlandığımı hissediyordum. Allahtan bir kurs için o sırada yanımızda olan Hay’ın varlığı bana güç vermişti. Annemin durumunu duyan Soni de ilk uçakla yanımıza gelmiş, bu zor günlerde bizimle birlikte olmuştu. Annem ameliyat oldu. 17 günlük bir bakımdan sonra hastaneden yürüyerek çıktı. O ameliyattan sonra 4 yıl daha yaşadı, ama son 6 ayında sürekli yattı ve uyudu.” Anne” diye seslendiğimizde yavaşça gözlerini açar gülümseyip yine uykusuna dalardı.

Annem ölmeden birkaç gün önce Rina 2. çocuğu Ronen’i dünyaya getirdi. Çocuk 6 günlükken annem vefat etti. Annemin cenazesinin ertesi günü Ronen’in brit-milası vardı. İşte ablam ve ben yine en mutlu olmamiz gereken günlerden birinde karanlıklar içindeydik. Üçüncü kez mutlu günlerimiz burnmuzdan geliyordu. Ablam hep bebekle içeride oturmuş, ben de lohusa yeğenimin hatırına pastasını kesmek için yanında durmuştum. Böylece Soni’nin düğünü, Lal’in doğumu ve Ronen’in doğumun tadını istediğimiz gibi çıkartamamıştık.

Annemi kaybettikten tam bir yıl sonra da kayınvalidem Korin Yanarocak’ı kaybetmiştik. Kayınvalidem dünyanın en iyi insanlarından biriydi. Eminim ki cennetinde, kendi gibi meleklerle yarenlik ediyordur.

Hay, Rina Soni Ronen

Hay, Rina Soni Ronen

Annem İda ve Kayınvalidem Korin

Annem İda ve Kayınvalidem Korin