MARİA VE JACKİE’NİN
AŞK ÜÇGENİNİN KARANLIK YÜZÜ
Çok acı çekiyoruz. Biebow (Gettonun Alman komutanı, Hans Biebow, Nisan 1947’de savaşta işlediği cinayetlerin cezasını asılarak çekti) yaşlı adamı ölesiye dövdü. Zavallı adamın hastaneye kaldırılması gerekti.
Beş yüz kişiyi alıp götürdüler. Yine güvensizlik havası esmeye başladı. Bizleri rezilce öldürmelerini beklerken, hepimiz bu acıyı çekmek zorunda mıyız? Savaşın ilk günlerinde neden yaşamımızı yitirmedik?
Küçük kız kardeşim yaşama gücünü yitirdiğinden yakınıyor. Ne feci. O henüz on iki yaşında!
Ulu Tanrım! Acılarımız nasıl ve ne zaman sona erecek?
Ey insanlık neredesiniz?
Eli, Tanrım, neden buna izin verdin? Neden onlar senin çok doğal olduğunu söylediler?
Öfkenin ateşiyle
Bizi yaratan aynı kişi
Bizim için de ekip biçiyor.
Bizler günahkar mıyız?
Onlar namuslu mu?
Olabilirler mi?
Nede olsa, yeterince
Anlayacak aklın var
Durum çok farklı
Bizler günah işledik
Ve onlar suçlu.
Sevgili torunum Guy, sana yeniden Holokost’dan bahsetmek istiyorum. Belki şaşıracaksın ama, büyüdüğün zaman bu mektupları okuduğunda bana hak vereceksin.
Guy, içinde bulunduğumuz hafta Holokost haftası. 1939-1945 yılları arasında katledilen 6 Milyon dindaşımızı, tüm dünyanın yine yeniden hatırladığı hafta. Gerçi insan olan bu felaketi sadece yılda bir hafta hatırlamamalı. Yine de anlatmak, öğretmek ve unutturmamak için, biz Yahudiler elimizden gelen tüm imkanları kullanmalıyız.
Guy David bu hafta sana kahraman bir adamdan bahsetmek istiyorum. Bu adamın adı Janusz Korczak (Yanuş Korçak). Çocukların kahramanı, babası ve koruyucusu. Janusz Korczak 1878-1942 yılları arasında yaşamış olan, Henryk Goldszmith adıyla doğmuş, Yahudi, asimile bir ailenin çocuğuydu. Ailesi antisemitzmden korunmak üzere Hıristiyan dinine geçmiş ve vaftiz olmuştu. Genç Henryk tıp eğitimi gördükten sonra, pediatri dalında uzmanlaşmış, kendini tamamen çocuk bakımına ve eğitimine adamış bir kişilikti. Daha ilk gençliğinden ailesinden kopmuş, Polonya’da bulunan Yahudi yaz kamplarında çocuklarla ilgilenmeye ve onları eğitmeye başlamıştı. Bu arada çocuk edebiyatının önde gelen yazarlarından biri olmaya başlamıştı. 1. Dünya Savaşı sırasında Polonya’nın başkenti Varşova’da bir yetimhanenin açılmasına önayak oldu. 1. Dünya Savaşı ve Rus-Japon savaşının sonucunda ailesiz kalan çocuklara kucak açtı. İlerleyen yıllarda yükselen antisemitzm ile birlikte, kimsesiz birçok Yahudi çocuğu yanına katarak Filistin topraklarına gitti. Orada bulunan bir kibutzda radyo yayınlarına katılarak gelecek tehlikelerden bahsetti. Polonya’ya geri döndükten sonra kendini tamamen Yahudi çocuklarına adadı. Büyük bahçeli üç katlı bir evi satın alarak, aİlesi fakir olan veya kimsesiz Yahudi çocukları için bir Yetimhane kurdu. Burada hem yöneticilik, hem de eğitimcilik yaparken, 1939 Eylül’ünde Naziler Polonyayı işgal edince, yetimhanesi Yahudi çocuklarla dolup taşmaya başladı. Artık aidiyetini açıkça ilan etmiş olan Janusz Korczak, Nazi idaresi ile mücadeleye başladı. Sonunda beklenen son başına geldi. Yanındaki yaklaşık 200 küçük Yahudi çocukla birlikte Varşova Gettosu’na kapatıldı. Orada boş durmadı. Kendi çocuklarıyla birlikte, gettodaki diğer çocukları da eğitti, derslere devam etti. Onları elinden geldiğince tedavi etti. 1942 yılında artık Varşova Gettosunu tamamen boşaltma kararı verildiğinde, Yahudiler neredeyse her gün kaldırılan ve son durağı Auschwitz ölüm kampı olan hayvan taşınan trenlere tıklım tıkış, binlercesi üstüste yığılarak gönderiliyorlardı. Bir gün sıra Janusz Korczak’ın çocuklarına geldi. Doktor, son güne kadar çocuklarını bu felaketten kurtarmaya çalıştı. Aslında kendisi ABD pasaportuna sahip olduğu için bu trene binmek zorunda değildi. Hatta Getto’ya girmek zorunluluğu da yoktu. O sadece kendini hepsinin babası olarak hissettiği yavruları için oradaydı. Son gün çocukların tümüne en güzel Şabat giysilerini giydirdi. Çocuklar ikişerli sıra halinde yola koyuldular. Janusz Korzak sıranın en başındaydı ve tüm çocuklarıyla birlikte yaklaşık 200 kişi şarkılar söyleyerek ölüm trenine doğru yürüdüler, trene teker teker bindiler. Janusz son olarak arkalarından içeri girdi ve trenin kapıları kapatıldı. 1942 yılının Ağustos ayında tren Treblinka Toplama Kampı’na gitti. Doktor ve çocuklar gaz odalarında yok edildiler. Januzs Korczak bütün zamanlarda Holokost’un bir sembolü olarak anılmaktadır. Bugün Kudüs’te olan Holokost Müzesi Yad Vaşem’de onun anısına küçük çocuklarla onu birlikte betimleyen bir anıtı bulunmaktadır. İşte Guy’cığım sana bu anlattığım Holokost faciasının sadece tek bir anlatısı. Eğer geride kalan objeleri, hatıratları, bu konuda yazılan kitapları ve filmleri izlersen, sana anlatmaya çalıştıklarımı daha iyi özümseyebileceksin. Benim kütüphanemin neredeyse yarısı bu konuda emrine açık seni bekliyor. Ah bir büyüsen, seninle sonsuz şey paylaşmak istiyorum. Sevgili minik oğlum, senin aidiyetini ve dinini çok iyi bilecek bir şekilde bilgilerle donatılmanı istiyorum. Kendi geçmişini ve kültürünü çok iyi bilen bir kişi olarak, dünya kültürüyle birleştirirsen, muhteşem bir dünya insanı olursun. Kendi özünü iyi bilmeyen ve sindirmeyen bir insan, her çeşit toplum içinde ayrık otu gibi kalır. Boşluğa düşer ve hayatında hep yanlış hamleler yaparak hakettiği yeri bulamaz. Bu haftaki mektubumu 1944 yılında kaleme aldığı günlüğünde duygularını yazan bir erkek çocuğun, satırları ile bitirmek istiyorum. 3 Ağustos 1944 Küçük kız kardeşime bakınca kalbim sızlıyor. Çocuk yeterince acı çekmedi mi? Son beş yıldır kahramanca direniyor. Genç ve akıllı çocuğun sevimli odamızı derleyip toparladığını görünce içim sızlıyor. Hüzünleniyorum. Pek yakında evimizin son kırıntısını da terk etmek zorunda kalacağımızı düşünce, içimi bir hüzün kaplıyor. Ulu Tanrım, insanlığı yok eden Almanlar’ı neden yarattın? Kız kardeşimle birlikte olmama izin verecekler mi bilmiyorum. Artık yazamıyorum. Her şeyden usandım. Feci bir haldeyim. Ruhum karardı. (Son gün, tarihsiz) Kırık dökük İbranice yazdığım halde, İbranice’den başka bir dilde yazamam. Çünkü İbranice geleceğin dilidir, İsrael topraklarında başı dik, gururla ayakta duracak bir Yahudi olarak İbranice’yi kullanacağım!
Seni çok seviyorum güzel oğlum. Babaannen Sara
*Bu yazı 3 Mayıs 2011 tarihinde Şalom gazetesinde yayınlanmıştır.
Jackie Kennedy ve Maria Callas, Marilyn Monroe olmasaydı, 29 Mayıs 1962’de New York’taki Maddison Square Garden’daki JFK Gala konserinde kesinlikle tanışacaklardı.
Bu, Başkan John F. Kennedy’nin 45. doğum günü kutlamalarının olduğu bir geceydi. Bu gecenin en önemli sanatçı konuğu, Milano’dan o gece için uçakla ABD’ye gelen opera yıldızı soprano Maria Callas’tı. Ancak akşama kayda değer bir şekilde katılmayan bir kişi başkanın eşi Jackie idi.
Marilyn Monroe’nun şarkı söylemeye davet edildiğini ve kendisinin, kocasının Monroe ile olan aşk ilişkisini bilen Jackie, film yıldızının Ulusal Televizyonda başkanı sesli olarak baştan çıkarırken, küçük düşürülmek istememişti.
Jackie’nin yokluğunda, Marilyn cinsel içerikli ve artık kötü şöhrete sahip ”Doğum günün kutlu olsun bay başkan” –Happy Birthday Mr. Presedent- yorumunu ulusa salmakta özgürdü.
New York köşe yazarı Dorothy Kilgallen tepkileri özetledi. ”Görünüşe göre Marilyn, 40 milyon Amerikalının önünde başkanla sevişiyormuş”. Sahnesinin alınmasına alışık olmayan Maria Callas bile Marilyn Monroe’nun onun rolünü çaldığını kabul etmek zorunda kaldı.
Maria Callas ve Jackie Kennedy hiç tanışmadılar. Oysa ikisi de yaldızlı jet sosyetenin iki ayrı önemli kişisiydi. Başlangıçta sadece yolları hiç kesişmedi. Daha sonraki yıllarda, her ikisi de Yunan denizcilik milyarderi Aristotle Onassis ile alenen yakınlaştıklarında bilinçli olarak birbirlerinden kaçındılar.
1974’te çekilen bir Barbara Walters televizyon çekiminde, Jackie hakkında ne düşündüğü sorulduğunda, Maria buz gibi bir soğuklukla ”Onu tanımıyorum, onunla hiç tanışmadım.” dedi. Daha sonra konuyu değiştirdi.
Jacqueline Kennedy ve Maria Callas 1920’lerin Manhattan’ında dünyaya geldiler. Maria 23’te, Jackie 29’da doğmuşlardı. Ancak yaşam şartları taban tabana zıttı. Jackie, borsacı ’Black Jack’ Bouvier ve İrlanda kökenli bir sosyetik olan Janet Lee’nin kızı olarak zenginlik ve ayrıcalık içinde doğdu. Babası ona hayrandı ve ondan sık sık “bir erkeğin sahip olacağı en güzel kızı” olarak bahsediyordu.
Ondan 6 yıl önce doğan Maria, Yunan göçmenler George ve Evangelia Kalegeropoulos’un ikinci kızıydı. Aile ABD’ne göç ettikten sonra soyadlarını Callas olarak değiştirmişlerdi.
Maria, Jackie’nin aksine istenmeyen bir çocuktu. Annesi bir erkek bebek bekliyordu, yeni doğan bebeğinin kız olduğunu görünce, ilk dört gün ona bakmayı reddetti.
Jackie New York’ta seçkin bir özel okula gitti ve tatillerini Hamptons’ta ata binerek geçirdi. Edebiyat ve dillerde mükemmeldi. Maria yerel devlet okuluna gittiği Queens ilçesindeki bir eczanenin üzerindeki küçük bir apartman dairesinde büyüdü. Henüz beş yaşındayken olağanüstü bir sesi olduğu ortaya çıktı.
Ortak noktaları ise ikisinin de ebeveynlerinin mutsuzluğu ve sonuç olarak boşanmalarıydı. Anne ve babası ayrıldıklarında, annesi Maria ve kız kardeşini Yunanistan’a geri götürdü. Jackie ve kız kardeşi Lee ise Conneticut’taki yatılı okula gönderildi.
Ancak 24 yaşından itibaren hayatları benzerlik göstermeye başladı. O zamana kadar muhabir olarak çalışan Jackie, John Kennedy adlı hevesli ve atılgan bir politikacı ile tanıştırıldı. İrlanda asıllı, hırslı, zengin Boston’lu bir ailenin oğluydu. Kısa sürede evlendiler ve 10 yıldan kısa bir süre içinde, 32 yaşına gelen Jackie, Amerika’nın first lady’si olarak Beyaz Saray’da yaşamaya başladı.
Bu arada Maria Yunanistan’da Atina Konservatuarı’nda yıllarını şan eğitimi alarak geçirmişti. Sonuç olarak da Opera de Verona’da rol almak üzere iken, henüz 24 yaşındayken zengin bir İtalyan iş adamı olan Giovanni Batista Meneghini ile nişanlandı. Adam ondan 26 yaş büyüktü. Birkaç yıl içinde evlendiler ve kocası Maria’nın menajeri oldu.
Ardından ünü çığ gibi büyüdü, 30’lu yaşlarının başında, Maria Callas operanın first lady’si olarak selamlanıyordu.
Callas ve Kennedy, kendi kamusal kişiliklerini yaratma konusunda içgüdüsel bir yeteneğe sahiptiler. Jackie ideal “başkanlık eşi” imajını yarattı. Chanel ve Dior’dan giyindiği, kusursuz bir kağıt bebek ikonu oldu. Zahmetsiz bir imajın sahibi oldu.
Akşam yemeklerinden sonra, dünyaca ünlü müzisyenlerin çaldığı Beyaz Saray’da düzenlenen gala gecelerinde, Avrupa dillerine olan hakimiyetiyle konuklarını etkiledi. Aynı zamanda Jackie, cephenin arkasında evlat kayıpları yaşadı, kocasının sürekli olarak onu aldatmasının üzüntüsünü hiç belli etmedi ve çok güçlü bir profil sergiledi.
Çocukluğundan beri aşırı kilolu olan Maria da yeni kişiliğini icat etmeye koyuldu. 1953’ te 36 kg. verdi ve Audrey Hepburn tarzında güzel giyimli bir moda ikonu olarak ortaya çıktı. Jackie gibi, Maria da pek çok dili akıcı olarak konuşabiliyordu. O da bildiklerini birleştirerek, kendine özgü krallara layık bir aksanla konuşuyordu. Kendine yarattığı imajla sadece sahnelerin divası değil, kaprisleri, talepleri ve konser iptalleri ile gazetelerde manşet oluyordu.
Maria Callas, 1957’de Venedik’teki bir partide Yunan Denizcilik patronu milyarder iş adamı Aristotle Onassis ile tanıştırıldı. Birkaç hafta içinde, Maria ve kocasını Akdeniz gezisi için özel yatında kendisine katılmaya davet etti.
Onassis operayla zerre kadar ilgilenmiyordu, o aslında değerli ve ünlü insan koleksiyoncusuydu. Bu yat gezisi davetini, Maria şarkıcılık kariyeri ile çok meşgul olduğunu söyleyerek reddetti. Ancak sonunda Christina yatında Sir Winston ve Lady Churchill ile yapılacak olan tatil davetini kabul etti. Gemiden ayrıldığında Meneghini ile olan evliliği bitmişti. Oysa Onassis’in Tina isimli bir karısı ve iki çocuğu vardı.
Maria, Onassis tarafından baştan çıkarılmış, sesini ihmal etmesine ve bir zamanlar muhteşem opera kariyerine aniden son vermesine neden olacak bir dünyanın içine çekilmişti.
1963’te Onassis, Jackie Kennedy ile benzer bir fırsatçı taktik hazırladı. Oğlu Patrick’in henüz iki günlükken öldüğünü ve Jackie’nin delice bir yas içinde olmasını fırsat bilerek, onu iyileşmesi için Christina yatıyla yapılacak bir gemi yolculuğuna davet etti. Nedir ki, uzun zamandır birlikte olduğu Maria Callas bu seyahate dahil edilmemişti. Bunun yerine Onassis, onu Paris’te, onun için satın aldığı görkemli bir dairede bıraktı.
Üç ay sonra Kennedy Dallas’ta suikaste kurban gittiğinde dünya şoka girdi. Onassis elinden geldiğince Jackie’ye desteğini sunarak ona kol kanat germeyi sürdürdü.
JFK’nin ölümünden sonra, Jackie, kocasının erkek kardeşi Robert Kennedy ile teselli buldu ve onun başkanlık kampanyalarına destek verdi. Ancak Haziran 1968’de, onun da başkanlık seçimleri kampanyasında Los Angeles’te vurularak öldürülmesi sonunda Jackie paniğe kapıldı. Sırada kendi çocuklarının olduğu sanrısına kapılmıştı.
Onassis’in evlenme ve onu koruma teklifini kabul ederek, ona özel adası olan Scorpion’u, Olympic Havayolları şirketini ve muazzam servetini emrine verdi. Jackie arzuladığı güvenliği elde ederken, Onassis en büyük ödülü, dünyanın en ünlü kadınını almıştı. Düğün o kasım ayında bir tanıtım haberiyle patladı. Bu konu hakkında hiçbir haberi olmayan Maria, düğün haberini, Paristeki muhteşem evinde tek başına televizyonu izlerken öğrendi.
Jackie ile Onassis’in evliliği en başından beri bir felaketti. Onassis, ”Jackie gibi para harcayabilen biriyle hiç tanışmamıştım” diyordu. Evliliklerinin sadece ilk yılında 1,5 milyon dolar harcadı. Çoğunlukla evlerini yeniden dekore etti. En pahalı modaevlerinden alış veriş ederek gardrobunu baştan aşağı yeniledi.
Onassis’in birkaç hafta içinde Maria Callas ile ilişkisine yeniden başladığı herkes tarafından bilinmekte. İlk başta anlaşılır bir şekilde harap olan Maria onu görmeyi reddetti. Ancak, Onassis’in Mercedes Coupe’sini apartmanının ön kapısına çarpmakla tehdit ettiğinde, sonunda yumuşadı.
Onassis’in şoförü Yaikinto Rossa,”Ölümüne kadar her ay bir araya geldiler” dedi. ”Gerçek şu ki Maria Callas, Onassis’in tek gerçek aşkıydı. Hiç evlenmemiş olsalar da onun gerçek karısıydı.”
Jackie Amerika’ya döndü ama Kennedy ile Callas arasındaki rekabet yoğun olarak devam etti. Dünya basını, Onassis ve Callas’ın Paris’teki Maxim’s de iki kişilik romantik bir akşam yemeği yerken görüntüleri yayınladığında, Jackie hemen Boston’dan uçağa bindi ve iki gece sonra Onassis ile aynı restoranda yemek yerken fotoğraflandı. Bu Callas’a karşı, kasıtlı bir meydan okumaydı.
Jackie ile evliliğinin son yıllarında Onassis, Maria'ya yaptığı ihanetini büyük bir hata olarak görmeye başladı. Ağır hasta olduğunu öğrendiğinde, avukatlarına Jackie’ye karşı boşanma davası açmalarını söyledi. Bunu tipik Onassis tarzında yaptı-bu ona kalacak serveti azaltmak için, zina yaptığını ispatlamak için- özel detektifler tuttu. Bu Jackie’nin sürekli takip edilmesi anlamına geliyordu. Ancak Onassis, Jackie’den boşanamadı. Bunu yapamadan önce, hayati hastalığının yüzünden Paris’te bir hastaneye kaldırıldı. Jackie onun yanında değildi. Bunun yerine Aspen’a kayak yapmaya gitti. Ama Maria Callas’ın başucuna kabul edilmemesi talimatını bırakmayı da ihmal etmedi.
Callas aslında Onassis’i ölüm döşeğinde ziyaret etti. Bir servis asansörüyle gizlice odasına çıkarıldı ve komada yatarken bir saat onunla oturdu. Bu onun son vedasıydı. Onassis birkaç gün sonra öldü.
Onassis’in vasiyetinde karısının servetindeki payını en aza indirildiği bildirildi ancak Jackie buna itiraz etti.
Onassis’in kızı Christina, uzayan ve kamuoyuna açık hukuk savaşından kaçınmak için Jackie’ye 26 milyon dolarlık tam ve nihai bir ödeme yapmayı kabul etti. Maria Callas’a hiçbir şey kalmadı.
1975’te Onassis’in ölümünden sonra, sesi kesilen Maria, Paris’teki dairesinde münzevi bir hayat yaşamaya başladı. Fotoğraflarla ve hatıralarla çevrili, şanlı geçmişinde yaşayan bir opera sanatçısı Norma Desmond ile oturur eski kayıtlarını dinlerdi. İki yıl sonra, 16 Eylül 1977 sabahı Callas, yatak odasının zemininde kalp krizinden yaşamın kaybetti ve ölü olarak bulundu. Maria veda ettiğinde sadece 53 yaşındaydı.
Jackie, yayıncılık alanında yeni bir kariyere başladı ve elmas satıcısı Maurice Tempelsman ile yeni bir aşk buldu. 1994 yılında 64 yaşındayken kanserden öldü.
Hem Jackie hem de Maria, milyonlar tarafından zamanlarının ikonları olarak hatırlanırken, bir zamanlar
dünyanın en zengin adamı olan Aristotle Onassis, bu olağanüstü dramdaki rolüyle hatırlanmaktadır.