MARİA VE JACKİE’NİN
AŞK ÜÇGENİNİN KARANLIK YÜZÜ
KADIKÖY’LÜ KÜÇÜK SARA -34-
1979 Eylül ayında David eve döndükten kısa bir süre sonra, kendini çok güçsüz hissetmeye başlamıştı. Ardından sık sık yediklerini çıkartıyor ve hep uzanmak istiyordu. Bütün ısrarlarıma rağmen doktora gitmeyi reddediyordu. Bu şekilde geçen bir 15 ün sonra bir sabah sokağa çıkmaya hazırlanırken, portmantonun üzerine çöktü ve “beni doktora götür” dedi. Ben tante Suzan ile Soni’yi uçarak ablamın evine götürdüm. Annemler henüz David terhis olmadan birkaç gün önce İsrael’e gitmişlerdi. Eve gelip David’i aldım ve bir taksi ile doktora gittik. Doktor David’i gördüğü anda ”David, sen galiba sarılık oldun” dedi. İdrar tahlilinden sonra tam teşhis konuldu. David ağır bir sarılık geçiriyordu. Eve döndük. Soni’yi ablamdan aldım. Tante Suzan, Venezya’da kaldı. Ben Soni ile eczaneye gittim, sarılığa yakalanmamamız için ona 1 ampul “Gama Globulin, bana 2 ampul birden iğne vuruldu. Soni’nin altı henüz bezli olduğu için, tuvalet kullanmadığından riski azdı. Ama ben topun ağzındaydım. David bizim odada tecrit oldu. Bereket, evde iki tuvalet vardı. Küçüğünü artık o kullanıyordu. Büyük tuvaleti dezenfekte ettim. Soni’nin karyolasını annemlerin odasına taşıdım. Ben de annemlerin yatağında yatacaktım. Mutfak tabak çanaklarını ayırdım. Özel bulaşık ekipmanı ve eldivenler vs. o her şeyi yağsız ve haşlama yiyor, akide şekeri ve kayısı kompostosu içiyor. Soni’ye ayrı yemek hazırlanıyor. Çocuk daha 2 yaşında. Ben de ucundan azıcık karnımı doyuruyorum. İşler fulltime. Merdaneli çamaşır makinesinde ayrı program çamaşırlar. Günde 20 parça çişli çocuk bezi elden yıkanıyor. Sokaktan manav, kasap alışverişi, o prenses Sarika 40 yıllık ev kadını gibi kolları sıvadım, ha babam evin içinde koşuyorum. David bir sabah hardal rengi uyandı. Gözlere kadar sap sarı. Sanırsın Hindu bir adam bana bakıyor. Her gün eve iğneci geliyor. Gün aşırı laboratuvardan gelip kan alınıyor. Sonra ben koşup raporu alıyorum doktora götürüyorum. Annemleri aradım, İsrael’den gelmemelerini söyledim. Babam kalp hastası, eğer ona bir şey olursa kendimi asla affedemem. Mikrop dönemi bitince eve dönecekler. Ablam kapı ağzından uğruyor, halimizi soruyor. Soni ablama “David lo kito yapıyor” diyor biz gülmekten ölüyoruz. Gençlik işte…Behiye de bir yıl evvel sarılık geçirdiği için Kadıköylü Dr. Bitran’ı çağırmam için ısrar ediyor. Haydi Dr. Bitran gelince yeni bir ilaç daha öneriyor. Biraz kortizon veriyor. İğneciler devam. Behiye rahatlıyor. Ben de ona çok güvendiğim için moralman güçleniyorum. 1 ay sonra David artık evin içinde turlanıyor. Rengi normal oluyor. Soni ile ben resmen iyiyiz yapışmadık. Soni ve David artık gitar eşliğinde şarkılar söyleyip teybe kayıt ediyorlar. Bir sevinç, bir keyif. Çocuk artık 26 aylık ve babasının bestelerini bülbül gibi söylüyor. Nihayet annemler eve dönüyorlar. David hala bizim odada ama koltukta oturuyor, tv seyrediyor.
O gece geldiklerinde valizleri açıyorlar ve Soni’ye ilk gözlüklerini getiriyorlar ve oğlum küçük bir profesör oluyor. Çok mutlu çünkü babası da gözlük takıyor, ”Yaşasın, aynı David’im gibi” diyor. Annem o sene Euroivision Şarkı Yarışmasında 1. olan “Haleluya” adlı şarkının ve diğer finalistlerin long playini getiriyor. Benim keyfim yerinde evde memleket havaları esiyor. Annem İsrael’den sevdiğim tatları getirmiş. Babam Soni’ye oyuncaklar almış. Sevdiğim ve ısmarladığım her şeyi getirmişler. David iyileşmiş, herkes çok mutlu.
Bir gün kayınvalidemler de geliyorlar ve biz şubat ayında aliya yapacağimızı söylüyoruz. Bunu daha evvelce söylediğimiz halde, iş ciddiye binince herkes put gibi kalıyor. Annem hiçbir şey demiyor ama suskunlaşıyor. Babam her zaman beni desteklemeye hazır. Venezya çok seviniyor ve eniştemi sık sık düşünmeye zorluyor. O da aleyhte değil, kendince 1-2 yıllık göç planı kuruyor. Kayınvalidem direkt ağlamaya başlıyor. Kayınpederim göbek atıyor. Ömrü boyunca hayal ettiği şeylere ulaşacak. David’in abisi de çok hevesli, kardeşine sarılıp duruyor ama eltim Ester bu kararı veto ediyor ve tabii ki abinin yelkenleri suya iniyor. Kayınvalidem David’e devamlı ağlıyor. başka bir ülkeye göç etme korkusu onu harap ediyor. Kendi annesi ve ablası da onu destekliyorlar. Kayınpederin kanadı kırılıyor. Bizde daha sorun yok. O yüzden ayrı eve çıkmak için ev aramıyoruz. Nasılsa gideceğiz. Ben zaten bizimkilerin bir iki yıl geçmeden geleceklerinden çok eminim. Kararlı olmaya çalışıyorum.
Tam o sırada Kadıköy açıklarında demirlemiş olan Romanya bandıralı bir gemi bir gece patlayıp havaya uçuyor. Petrol yüklü geminin adı –İNDEPENDENTA. Patlama sanki evin içindeymiş gibi ev sarsılıyor. Pencerelerin camları o kadar ısınmış ki elimizi uzatamıyoruz. Mühürdar ve Moda Caddesi’ndeki bazı evlerin camları patlıyor. O gece gerçekten felaket. Ablamlarda telefon yok. Komşusunu arayıp iyi olduklarını öğreniyoruz .Son haber bülteninde olanları dinliyoruz. Geminin mürettebatı yok oluyor. Hatırlıyorum o gemi 6 ay boyunca yanmış, en sonunda geriye kapkara bir iskeleti kalmıştı. Sonra onu çekip götürmüşlerdi. İşte o gece bir kırılma noktası oldu.
Annemin birkaç gün önce başlayan mide ağrıları o gece doruğa çıktı. Onun zaten spastik kolon ülseri vardı, ülseri azmıştı. Yatak döşek oldu. Vasiyetler açıklamaya başladı. Bir gün bana teyzem “Annen siz gideceksiniz diye hasta oldu” dedi. Ben hala metin durmaya çalışıyorum. Abisi ve babası David’i durdurmaya kibarca gayret ediyorlar. Babam bir akşam David’i karşısına alıyor, onu eskiden kendi çalıştığı Derby Lastik Fabrikası’na tavsiye edebileceğini söylüyor. David de tazyik altında olduğu için” tamam” diyor. Babam ertesi gün fabrikanın sahibi Rafael Torel ile konuşuyor. David için randevu alınıyor. Bir umut belki kabul edilmez diye bekliyorum. Adam işletme mezunu, askerliğini bitirmiş, üstüne üstlük Hayim Sarfati ona kefil. Torel hiç babama hayır der mi? Ben makus talihimi yine yenemiyorum, ve ikinci aliya dosyam da çöp oluyor. David’i 15 bin lira ücret ve diploma fotokopisi ile işe alıyorlar. Ev aramaya başlıyoruz. 5bin lira kira verebiliriz. Sonunda ben Bahariye Nısbiye Sokak’ta, tam kilisenin karşısında bir çatı dairesi buluyorum. David’e telefon edip söylüyorum. “Beğendiysen tut” diyor. Babamla gidip evi geziyoruz. Ev harika. Çatı katı olduğu için balkonu boydan boya İstanbul deniz manzarası. İndepenta gemisi karşımızda harıl harıl yanıyor. Camiler, Galata Kulesi, o devirdeki 2 tane gökdelen otel binası ile muhteşem bir manzara. Daire çekme kat. Balkona çıkmazsan ve eğilmezsen sokağı göremezsin. Aya Trida Rum Kilisesinin Ortodoks üslubu, soğan kubbeleri katedral gibi, Odadan sadece kiliseyi görebilirsin. Yani pitoresque bir manzara. Bir odada azıcık rutubet var. Babam ” beğendiysen tut “ diyor. Ev 5. katta, asansör var. Annemde asansör fobisi var, babama söylüyorum.”Boş ver, sen kendine bak, bir kendi evine çık, sonra Allah kerim. David bir süre sonra daha iyisini tutar” diyor. David’i arıyorum” kontrat yapayım mı?” diye. ”Git yap” diyor. Artık belirsizlik canımıza tak etmişti çünkü, uçmak istiyorduk. Babamla kat sahibinin ofisine gittik kontratı yaparken 6 aylık kirayı peşin istedi. Ben kaldım. Babam “tamam” dedi. Ertesi gün 6 aylık kira parasını bana verdi, böylece kontratı imzaladım. “Bu para benim size yeni ev hediyem olsun” dedi. Annem 5. kat ve çatı katı lafını duyunca kıyameti kopardı, babam sert bir sesle ”kızı rahat bırak, artık yolunu çizsin” dedi. Hayatta bir şeye çok üzülürüm, eğer babam önceki yıllarda ağırlığını daha fazla koyabilseydi, belki hayatım farklı şekillenecekti, anneme olan zaafından dolayı bunu yapamamıştı. Neyse olmuşla, ölmüşe çare yok. David tam gün çalışıyordu. O zaman çok moda olan duvar kağıtları dahil her şeyle ben ilgilendim. Babam toplu paramızdan fazla harcamamamız için duvar kağıtlarının parasını da verdi. Bir pazar günü eniştemin arabasıyla babam, David, ben ve Niso birkaç mobilyacı dolaşıp sonunda 6 ay takside bağlanan, salon ve yemek odası takımı aldık. Soni’ye gürgen mobilyadan ahşap bir karyola, şifonyer, arka tarafa konulan formika bir masa ve 4 deri sandalye, portmanto derken ev harika döşendi. Önceden aldığımız beyaz eşyalarımız zaten vardı. Babam 22. doğum günümde bana hediye olarak iki kristal avize almıştı. Salonda harika duruyorlardı. 31 Aralık 1979 günü yeni evimize taşındık. O gece yılbaşı gecesiydi. Soni annemlerde kalmıştı. Aldığımız eşyalar hafta sonu gelecekti. Bir tek annemlerden getirdiğimiz yatak odamız, televizyonumuz, iki kadife koltuğumuz ve formika masa takımımız vardı. David, Moda Caddesi’ndeki Milka Meze Evi’ne gidip türlü çeşit mezelik yiyecekler alarak masamızı donattı. 1980 yılına kendi evimizde mutlu ve sevinçli bir halde girdik. Şerefe Coca Cola ile çin çin yaptık. TRT Televizyonu’nda saat 12’yi çalarken yepyeni bir yaşam bizi bekliyordu. Heyecanlı, yorgun ama en azından rotamızı belirlemiş olarak, yeni bir hayatın acemileri, yirmilerinin ortalarına yakın olan bizler, altın kafalı güneşimizle birlikte hayat okyanusunda yelken açmıştık.
Jackie Kennedy ve Maria Callas, Marilyn Monroe olmasaydı, 29 Mayıs 1962’de New York’taki Maddison Square Garden’daki JFK Gala konserinde kesinlikle tanışacaklardı.
Bu, Başkan John F. Kennedy’nin 45. doğum günü kutlamalarının olduğu bir geceydi. Bu gecenin en önemli sanatçı konuğu, Milano’dan o gece için uçakla ABD’ye gelen opera yıldızı soprano Maria Callas’tı. Ancak akşama kayda değer bir şekilde katılmayan bir kişi başkanın eşi Jackie idi.
Marilyn Monroe’nun şarkı söylemeye davet edildiğini ve kendisinin, kocasının Monroe ile olan aşk ilişkisini bilen Jackie, film yıldızının Ulusal Televizyonda başkanı sesli olarak baştan çıkarırken, küçük düşürülmek istememişti.
Jackie’nin yokluğunda, Marilyn cinsel içerikli ve artık kötü şöhrete sahip ”Doğum günün kutlu olsun bay başkan” –Happy Birthday Mr. Presedent- yorumunu ulusa salmakta özgürdü.
New York köşe yazarı Dorothy Kilgallen tepkileri özetledi. ”Görünüşe göre Marilyn, 40 milyon Amerikalının önünde başkanla sevişiyormuş”. Sahnesinin alınmasına alışık olmayan Maria Callas bile Marilyn Monroe’nun onun rolünü çaldığını kabul etmek zorunda kaldı.
Maria Callas ve Jackie Kennedy hiç tanışmadılar. Oysa ikisi de yaldızlı jet sosyetenin iki ayrı önemli kişisiydi. Başlangıçta sadece yolları hiç kesişmedi. Daha sonraki yıllarda, her ikisi de Yunan denizcilik milyarderi Aristotle Onassis ile alenen yakınlaştıklarında bilinçli olarak birbirlerinden kaçındılar.
1974’te çekilen bir Barbara Walters televizyon çekiminde, Jackie hakkında ne düşündüğü sorulduğunda, Maria buz gibi bir soğuklukla ”Onu tanımıyorum, onunla hiç tanışmadım.” dedi. Daha sonra konuyu değiştirdi.
Jacqueline Kennedy ve Maria Callas 1920’lerin Manhattan’ında dünyaya geldiler. Maria 23’te, Jackie 29’da doğmuşlardı. Ancak yaşam şartları taban tabana zıttı. Jackie, borsacı ’Black Jack’ Bouvier ve İrlanda kökenli bir sosyetik olan Janet Lee’nin kızı olarak zenginlik ve ayrıcalık içinde doğdu. Babası ona hayrandı ve ondan sık sık “bir erkeğin sahip olacağı en güzel kızı” olarak bahsediyordu.
Ondan 6 yıl önce doğan Maria, Yunan göçmenler George ve Evangelia Kalegeropoulos’un ikinci kızıydı. Aile ABD’ne göç ettikten sonra soyadlarını Callas olarak değiştirmişlerdi.
Maria, Jackie’nin aksine istenmeyen bir çocuktu. Annesi bir erkek bebek bekliyordu, yeni doğan bebeğinin kız olduğunu görünce, ilk dört gün ona bakmayı reddetti.
Jackie New York’ta seçkin bir özel okula gitti ve tatillerini Hamptons’ta ata binerek geçirdi. Edebiyat ve dillerde mükemmeldi. Maria yerel devlet okuluna gittiği Queens ilçesindeki bir eczanenin üzerindeki küçük bir apartman dairesinde büyüdü. Henüz beş yaşındayken olağanüstü bir sesi olduğu ortaya çıktı.
Ortak noktaları ise ikisinin de ebeveynlerinin mutsuzluğu ve sonuç olarak boşanmalarıydı. Anne ve babası ayrıldıklarında, annesi Maria ve kız kardeşini Yunanistan’a geri götürdü. Jackie ve kız kardeşi Lee ise Conneticut’taki yatılı okula gönderildi.
Ancak 24 yaşından itibaren hayatları benzerlik göstermeye başladı. O zamana kadar muhabir olarak çalışan Jackie, John Kennedy adlı hevesli ve atılgan bir politikacı ile tanıştırıldı. İrlanda asıllı, hırslı, zengin Boston’lu bir ailenin oğluydu. Kısa sürede evlendiler ve 10 yıldan kısa bir süre içinde, 32 yaşına gelen Jackie, Amerika’nın first lady’si olarak Beyaz Saray’da yaşamaya başladı.
Bu arada Maria Yunanistan’da Atina Konservatuarı’nda yıllarını şan eğitimi alarak geçirmişti. Sonuç olarak da Opera de Verona’da rol almak üzere iken, henüz 24 yaşındayken zengin bir İtalyan iş adamı olan Giovanni Batista Meneghini ile nişanlandı. Adam ondan 26 yaş büyüktü. Birkaç yıl içinde evlendiler ve kocası Maria’nın menajeri oldu.
Ardından ünü çığ gibi büyüdü, 30’lu yaşlarının başında, Maria Callas operanın first lady’si olarak selamlanıyordu.
Callas ve Kennedy, kendi kamusal kişiliklerini yaratma konusunda içgüdüsel bir yeteneğe sahiptiler. Jackie ideal “başkanlık eşi” imajını yarattı. Chanel ve Dior’dan giyindiği, kusursuz bir kağıt bebek ikonu oldu. Zahmetsiz bir imajın sahibi oldu.
Akşam yemeklerinden sonra, dünyaca ünlü müzisyenlerin çaldığı Beyaz Saray’da düzenlenen gala gecelerinde, Avrupa dillerine olan hakimiyetiyle konuklarını etkiledi. Aynı zamanda Jackie, cephenin arkasında evlat kayıpları yaşadı, kocasının sürekli olarak onu aldatmasının üzüntüsünü hiç belli etmedi ve çok güçlü bir profil sergiledi.
Çocukluğundan beri aşırı kilolu olan Maria da yeni kişiliğini icat etmeye koyuldu. 1953’ te 36 kg. verdi ve Audrey Hepburn tarzında güzel giyimli bir moda ikonu olarak ortaya çıktı. Jackie gibi, Maria da pek çok dili akıcı olarak konuşabiliyordu. O da bildiklerini birleştirerek, kendine özgü krallara layık bir aksanla konuşuyordu. Kendine yarattığı imajla sadece sahnelerin divası değil, kaprisleri, talepleri ve konser iptalleri ile gazetelerde manşet oluyordu.
Maria Callas, 1957’de Venedik’teki bir partide Yunan Denizcilik patronu milyarder iş adamı Aristotle Onassis ile tanıştırıldı. Birkaç hafta içinde, Maria ve kocasını Akdeniz gezisi için özel yatında kendisine katılmaya davet etti.
Onassis operayla zerre kadar ilgilenmiyordu, o aslında değerli ve ünlü insan koleksiyoncusuydu. Bu yat gezisi davetini, Maria şarkıcılık kariyeri ile çok meşgul olduğunu söyleyerek reddetti. Ancak sonunda Christina yatında Sir Winston ve Lady Churchill ile yapılacak olan tatil davetini kabul etti. Gemiden ayrıldığında Meneghini ile olan evliliği bitmişti. Oysa Onassis’in Tina isimli bir karısı ve iki çocuğu vardı.
Maria, Onassis tarafından baştan çıkarılmış, sesini ihmal etmesine ve bir zamanlar muhteşem opera kariyerine aniden son vermesine neden olacak bir dünyanın içine çekilmişti.
1963’te Onassis, Jackie Kennedy ile benzer bir fırsatçı taktik hazırladı. Oğlu Patrick’in henüz iki günlükken öldüğünü ve Jackie’nin delice bir yas içinde olmasını fırsat bilerek, onu iyileşmesi için Christina yatıyla yapılacak bir gemi yolculuğuna davet etti. Nedir ki, uzun zamandır birlikte olduğu Maria Callas bu seyahate dahil edilmemişti. Bunun yerine Onassis, onu Paris’te, onun için satın aldığı görkemli bir dairede bıraktı.
Üç ay sonra Kennedy Dallas’ta suikaste kurban gittiğinde dünya şoka girdi. Onassis elinden geldiğince Jackie’ye desteğini sunarak ona kol kanat germeyi sürdürdü.
JFK’nin ölümünden sonra, Jackie, kocasının erkek kardeşi Robert Kennedy ile teselli buldu ve onun başkanlık kampanyalarına destek verdi. Ancak Haziran 1968’de, onun da başkanlık seçimleri kampanyasında Los Angeles’te vurularak öldürülmesi sonunda Jackie paniğe kapıldı. Sırada kendi çocuklarının olduğu sanrısına kapılmıştı.
Onassis’in evlenme ve onu koruma teklifini kabul ederek, ona özel adası olan Scorpion’u, Olympic Havayolları şirketini ve muazzam servetini emrine verdi. Jackie arzuladığı güvenliği elde ederken, Onassis en büyük ödülü, dünyanın en ünlü kadınını almıştı. Düğün o kasım ayında bir tanıtım haberiyle patladı. Bu konu hakkında hiçbir haberi olmayan Maria, düğün haberini, Paristeki muhteşem evinde tek başına televizyonu izlerken öğrendi.
Jackie ile Onassis’in evliliği en başından beri bir felaketti. Onassis, ”Jackie gibi para harcayabilen biriyle hiç tanışmamıştım” diyordu. Evliliklerinin sadece ilk yılında 1,5 milyon dolar harcadı. Çoğunlukla evlerini yeniden dekore etti. En pahalı modaevlerinden alış veriş ederek gardrobunu baştan aşağı yeniledi.
Onassis’in birkaç hafta içinde Maria Callas ile ilişkisine yeniden başladığı herkes tarafından bilinmekte. İlk başta anlaşılır bir şekilde harap olan Maria onu görmeyi reddetti. Ancak, Onassis’in Mercedes Coupe’sini apartmanının ön kapısına çarpmakla tehdit ettiğinde, sonunda yumuşadı.
Onassis’in şoförü Yaikinto Rossa,”Ölümüne kadar her ay bir araya geldiler” dedi. ”Gerçek şu ki Maria Callas, Onassis’in tek gerçek aşkıydı. Hiç evlenmemiş olsalar da onun gerçek karısıydı.”
Jackie Amerika’ya döndü ama Kennedy ile Callas arasındaki rekabet yoğun olarak devam etti. Dünya basını, Onassis ve Callas’ın Paris’teki Maxim’s de iki kişilik romantik bir akşam yemeği yerken görüntüleri yayınladığında, Jackie hemen Boston’dan uçağa bindi ve iki gece sonra Onassis ile aynı restoranda yemek yerken fotoğraflandı. Bu Callas’a karşı, kasıtlı bir meydan okumaydı.
Jackie ile evliliğinin son yıllarında Onassis, Maria'ya yaptığı ihanetini büyük bir hata olarak görmeye başladı. Ağır hasta olduğunu öğrendiğinde, avukatlarına Jackie’ye karşı boşanma davası açmalarını söyledi. Bunu tipik Onassis tarzında yaptı-bu ona kalacak serveti azaltmak için, zina yaptığını ispatlamak için- özel detektifler tuttu. Bu Jackie’nin sürekli takip edilmesi anlamına geliyordu. Ancak Onassis, Jackie’den boşanamadı. Bunu yapamadan önce, hayati hastalığının yüzünden Paris’te bir hastaneye kaldırıldı. Jackie onun yanında değildi. Bunun yerine Aspen’a kayak yapmaya gitti. Ama Maria Callas’ın başucuna kabul edilmemesi talimatını bırakmayı da ihmal etmedi.
Callas aslında Onassis’i ölüm döşeğinde ziyaret etti. Bir servis asansörüyle gizlice odasına çıkarıldı ve komada yatarken bir saat onunla oturdu. Bu onun son vedasıydı. Onassis birkaç gün sonra öldü.
Onassis’in vasiyetinde karısının servetindeki payını en aza indirildiği bildirildi ancak Jackie buna itiraz etti.
Onassis’in kızı Christina, uzayan ve kamuoyuna açık hukuk savaşından kaçınmak için Jackie’ye 26 milyon dolarlık tam ve nihai bir ödeme yapmayı kabul etti. Maria Callas’a hiçbir şey kalmadı.
1975’te Onassis’in ölümünden sonra, sesi kesilen Maria, Paris’teki dairesinde münzevi bir hayat yaşamaya başladı. Fotoğraflarla ve hatıralarla çevrili, şanlı geçmişinde yaşayan bir opera sanatçısı Norma Desmond ile oturur eski kayıtlarını dinlerdi. İki yıl sonra, 16 Eylül 1977 sabahı Callas, yatak odasının zemininde kalp krizinden yaşamın kaybetti ve ölü olarak bulundu. Maria veda ettiğinde sadece 53 yaşındaydı.
Jackie, yayıncılık alanında yeni bir kariyere başladı ve elmas satıcısı Maurice Tempelsman ile yeni bir aşk buldu. 1994 yılında 64 yaşındayken kanserden öldü.
Hem Jackie hem de Maria, milyonlar tarafından zamanlarının ikonları olarak hatırlanırken, bir zamanlar
dünyanın en zengin adamı olan Aristotle Onassis, bu olağanüstü dramdaki rolüyle hatırlanmaktadır.