KADIKÖY’LÜ KÜÇÜK SARA -34-
1979 Eylül ayında David eve döndükten kısa bir süre sonra, kendini çok güçsüz hissetmeye başlamıştı. Ardından sık sık yediklerini çıkartıyor ve hep uzanmak istiyordu. Bütün ısrarlarıma rağmen doktora gitmeyi reddediyordu. Bu şekilde geçen bir 15 ün sonra bir sabah sokağa çıkmaya hazırlanırken, portmantonun üzerine çöktü ve “beni doktora götür” dedi. Ben tante Suzan ile Soni’yi uçarak ablamın evine götürdüm. Annemler henüz David terhis olmadan birkaç gün önce İsrael’e gitmişlerdi. Eve gelip David’i aldım ve bir taksi ile doktora gittik. Doktor David’i gördüğü anda ”David, sen galiba sarılık oldun” dedi. İdrar tahlilinden sonra tam teşhis konuldu. David ağır bir sarılık geçiriyordu. Eve döndük. Soni’yi ablamdan aldım. Tante Suzan, Venezya’da kaldı. Ben Soni ile eczaneye gittim, sarılığa yakalanmamamız için ona 1 ampul “Gama Globulin, bana 2 ampul birden iğne vuruldu. Soni’nin altı henüz bezli olduğu için, tuvalet kullanmadığından riski azdı. Ama ben topun ağzındaydım. David bizim odada tecrit oldu. Bereket, evde iki tuvalet vardı. Küçüğünü artık o kullanıyordu. Büyük tuvaleti dezenfekte ettim. Soni’nin karyolasını annemlerin odasına taşıdım. Ben de annemlerin yatağında yatacaktım. Mutfak tabak çanaklarını ayırdım. Özel bulaşık ekipmanı ve eldivenler vs. o her şeyi yağsız ve haşlama yiyor, akide şekeri ve kayısı kompostosu içiyor. Soni’ye ayrı yemek hazırlanıyor. Çocuk daha 2 yaşında. Ben de ucundan azıcık karnımı doyuruyorum. İşler fulltime. Merdaneli çamaşır makinesinde ayrı program çamaşırlar. Günde 20 parça çişli çocuk bezi elden yıkanıyor. Sokaktan manav, kasap alışverişi, o prenses Sarika 40 yıllık ev kadını gibi kolları sıvadım, ha babam evin içinde koşuyorum. David bir sabah hardal rengi uyandı. Gözlere kadar sap sarı. Sanırsın Hindu bir adam bana bakıyor. Her gün eve iğneci geliyor. Gün aşırı laboratuvardan gelip kan alınıyor. Sonra ben koşup raporu alıyorum doktora götürüyorum. Annemleri aradım, İsrael’den gelmemelerini söyledim. Babam kalp hastası, eğer ona bir şey olursa kendimi asla affedemem. Mikrop dönemi bitince eve dönecekler. Ablam kapı ağzından uğruyor, halimizi soruyor. Soni ablama “David lo kito yapıyor” diyor biz gülmekten ölüyoruz. Gençlik işte…Behiye de bir yıl evvel sarılık geçirdiği için Kadıköylü Dr. Bitran’ı çağırmam için ısrar ediyor. Haydi Dr. Bitran gelince yeni bir ilaç daha öneriyor. Biraz kortizon veriyor. İğneciler devam. Behiye rahatlıyor. Ben de ona çok güvendiğim için moralman güçleniyorum. 1 ay sonra David artık evin içinde turlanıyor. Rengi normal oluyor. Soni ile ben resmen iyiyiz yapışmadık. Soni ve David artık gitar eşliğinde şarkılar söyleyip teybe kayıt ediyorlar. Bir sevinç, bir keyif. Çocuk artık 26 aylık ve babasının bestelerini bülbül gibi söylüyor. Nihayet annemler eve dönüyorlar. David hala bizim odada ama koltukta oturuyor, tv seyrediyor.
O gece geldiklerinde valizleri açıyorlar ve Soni’ye ilk gözlüklerini getiriyorlar ve oğlum küçük bir profesör oluyor. Çok mutlu çünkü babası da gözlük takıyor, ”Yaşasın, aynı David’im gibi” diyor. Annem o sene Euroivision Şarkı Yarışmasında 1. olan “Haleluya” adlı şarkının ve diğer finalistlerin long playini getiriyor. Benim keyfim yerinde evde memleket havaları esiyor. Annem İsrael’den sevdiğim tatları getirmiş. Babam Soni’ye oyuncaklar almış. Sevdiğim ve ısmarladığım her şeyi getirmişler. David iyileşmiş, herkes çok mutlu.
Bir gün kayınvalidemler de geliyorlar ve biz şubat ayında aliya yapacağimızı söylüyoruz. Bunu daha evvelce söylediğimiz halde, iş ciddiye binince herkes put gibi kalıyor. Annem hiçbir şey demiyor ama suskunlaşıyor. Babam her zaman beni desteklemeye hazır. Venezya çok seviniyor ve eniştemi sık sık düşünmeye zorluyor. O da aleyhte değil, kendince 1-2 yıllık göç planı kuruyor. Kayınvalidem direkt ağlamaya başlıyor. Kayınpederim göbek atıyor. Ömrü boyunca hayal ettiği şeylere ulaşacak. David’in abisi de çok hevesli, kardeşine sarılıp duruyor ama eltim Ester bu kararı veto ediyor ve tabii ki abinin yelkenleri suya iniyor. Kayınvalidem David’e devamlı ağlıyor. başka bir ülkeye göç etme korkusu onu harap ediyor. Kendi annesi ve ablası da onu destekliyorlar. Kayınpederin kanadı kırılıyor. Bizde daha sorun yok. O yüzden ayrı eve çıkmak için ev aramıyoruz. Nasılsa gideceğiz. Ben zaten bizimkilerin bir iki yıl geçmeden geleceklerinden çok eminim. Kararlı olmaya çalışıyorum.
Tam o sırada Kadıköy açıklarında demirlemiş olan Romanya bandıralı bir gemi bir gece patlayıp havaya uçuyor. Petrol yüklü geminin adı –İNDEPENDENTA. Patlama sanki evin içindeymiş gibi ev sarsılıyor. Pencerelerin camları o kadar ısınmış ki elimizi uzatamıyoruz. Mühürdar ve Moda Caddesi’ndeki bazı evlerin camları patlıyor. O gece gerçekten felaket. Ablamlarda telefon yok. Komşusunu arayıp iyi olduklarını öğreniyoruz .Son haber bülteninde olanları dinliyoruz. Geminin mürettebatı yok oluyor. Hatırlıyorum o gemi 6 ay boyunca yanmış, en sonunda geriye kapkara bir iskeleti kalmıştı. Sonra onu çekip götürmüşlerdi. İşte o gece bir kırılma noktası oldu.
Annemin birkaç gün önce başlayan mide ağrıları o gece doruğa çıktı. Onun zaten spastik kolon ülseri vardı, ülseri azmıştı. Yatak döşek oldu. Vasiyetler açıklamaya başladı. Bir gün bana teyzem “Annen siz gideceksiniz diye hasta oldu” dedi. Ben hala metin durmaya çalışıyorum. Abisi ve babası David’i durdurmaya kibarca gayret ediyorlar. Babam bir akşam David’i karşısına alıyor, onu eskiden kendi çalıştığı Derby Lastik Fabrikası’na tavsiye edebileceğini söylüyor. David de tazyik altında olduğu için” tamam” diyor. Babam ertesi gün fabrikanın sahibi Rafael Torel ile konuşuyor. David için randevu alınıyor. Bir umut belki kabul edilmez diye bekliyorum. Adam işletme mezunu, askerliğini bitirmiş, üstüne üstlük Hayim Sarfati ona kefil. Torel hiç babama hayır der mi? Ben makus talihimi yine yenemiyorum, ve ikinci aliya dosyam da çöp oluyor. David’i 15 bin lira ücret ve diploma fotokopisi ile işe alıyorlar. Ev aramaya başlıyoruz. 5bin lira kira verebiliriz. Sonunda ben Bahariye Nısbiye Sokak’ta, tam kilisenin karşısında bir çatı dairesi buluyorum. David’e telefon edip söylüyorum. “Beğendiysen tut” diyor. Babamla gidip evi geziyoruz. Ev harika. Çatı katı olduğu için balkonu boydan boya İstanbul deniz manzarası. İndepenta gemisi karşımızda harıl harıl yanıyor. Camiler, Galata Kulesi, o devirdeki 2 tane gökdelen otel binası ile muhteşem bir manzara. Daire çekme kat. Balkona çıkmazsan ve eğilmezsen sokağı göremezsin. Aya Trida Rum Kilisesinin Ortodoks üslubu, soğan kubbeleri katedral gibi, Odadan sadece kiliseyi görebilirsin. Yani pitoresque bir manzara. Bir odada azıcık rutubet var. Babam ” beğendiysen tut “ diyor. Ev 5. katta, asansör var. Annemde asansör fobisi var, babama söylüyorum.”Boş ver, sen kendine bak, bir kendi evine çık, sonra Allah kerim. David bir süre sonra daha iyisini tutar” diyor. David’i arıyorum” kontrat yapayım mı?” diye. ”Git yap” diyor. Artık belirsizlik canımıza tak etmişti çünkü, uçmak istiyorduk. Babamla kat sahibinin ofisine gittik kontratı yaparken 6 aylık kirayı peşin istedi. Ben kaldım. Babam “tamam” dedi. Ertesi gün 6 aylık kira parasını bana verdi, böylece kontratı imzaladım. “Bu para benim size yeni ev hediyem olsun” dedi. Annem 5. kat ve çatı katı lafını duyunca kıyameti kopardı, babam sert bir sesle ”kızı rahat bırak, artık yolunu çizsin” dedi. Hayatta bir şeye çok üzülürüm, eğer babam önceki yıllarda ağırlığını daha fazla koyabilseydi, belki hayatım farklı şekillenecekti, anneme olan zaafından dolayı bunu yapamamıştı. Neyse olmuşla, ölmüşe çare yok. David tam gün çalışıyordu. O zaman çok moda olan duvar kağıtları dahil her şeyle ben ilgilendim. Babam toplu paramızdan fazla harcamamamız için duvar kağıtlarının parasını da verdi. Bir pazar günü eniştemin arabasıyla babam, David, ben ve Niso birkaç mobilyacı dolaşıp sonunda 6 ay takside bağlanan, salon ve yemek odası takımı aldık. Soni’ye gürgen mobilyadan ahşap bir karyola, şifonyer, arka tarafa konulan formika bir masa ve 4 deri sandalye, portmanto derken ev harika döşendi. Önceden aldığımız beyaz eşyalarımız zaten vardı. Babam 22. doğum günümde bana hediye olarak iki kristal avize almıştı. Salonda harika duruyorlardı. 31 Aralık 1979 günü yeni evimize taşındık. O gece yılbaşı gecesiydi. Soni annemlerde kalmıştı. Aldığımız eşyalar hafta sonu gelecekti. Bir tek annemlerden getirdiğimiz yatak odamız, televizyonumuz, iki kadife koltuğumuz ve formika masa takımımız vardı. David, Moda Caddesi’ndeki Milka Meze Evi’ne gidip türlü çeşit mezelik yiyecekler alarak masamızı donattı. 1980 yılına kendi evimizde mutlu ve sevinçli bir halde girdik. Şerefe Coca Cola ile çin çin yaptık. TRT Televizyonu’nda saat 12’yi çalarken yepyeni bir yaşam bizi bekliyordu. Heyecanlı, yorgun ama en azından rotamızı belirlemiş olarak, yeni bir hayatın acemileri, yirmilerinin ortalarına yakın olan bizler, altın kafalı güneşimizle birlikte hayat okyanusunda yelken açmıştık.