GÜZELLİĞİ DİLLERE DESTANDI! MISIR PRENSESİ VE İRAN KRALİÇESİ FEVZİYE’NİN YÜREK BURKAN HAYATI
Eski albümleri karıştırırken, sevgili babam Hayim Sarfetti’nin harika bir aile fotoğrafını buldum. Resim sanırım 1929 yılına ait. Edirneli Sarfati ailesinin genç bireyleri, objektife gülümsüyorlar. Edirne’li Sarfati ailesi dendiği zaman akla farklı Sarfati’ler gelebilir ama, bu aile soy adı kanunundan sonra Sarfetti soyadını alanlardan.
Babamın ailesinin kökleri Yunanistan’a dayanıyor. Dimetoka-Yunanistan doğumlu babaannem Venezya Alkalai Sarfati,1800’lerin en sonlarında, daha evvel Edirne’ye, Menda ailesine gelin gitmiş olan ablasının çağrısıyla, Edirne’ye göç eder. O zamanın evlilikleri bu zamana pek benzemez. Genç Venezya, aslında Dimetoka’da Fransızca öğretmenidir, fakat ablası ona bir kısmet bulunca, bavullarını ve çeyizini toplayıp Edirne’ye göç eder. İleride eşi olacak olan Edirne’li Tovi Sarfati ile tanıştırılırlar. Bir süre sonra da evlenirler.
O günlerin hikmetinden olsa gerek, çok dengeli ve sevgi dolu bir evliliğe adım atarlar. Aslında şöyle bir durup düşündüğümüzde, insanlar o yıllarda o kadar büyük mihnetlerle, yokluklara, savaşlarla mücadele ederlermiş ki, yuvalarının sıcaklığı, eşlerinin varlığı, her şeye karşın, onların umutlu ve sevgi dolu olmalarına yeter de artarmış her halde.
Osmanlı idaresi altındaki Edirne, yüzyılın başından itibaren, sürekli olarak savaşlara sahne olurmuş. Edirne serhat şehri olduğu için savaş naraları hep oradan başlarmış. Venezya bir yandan çocuk doğurup büyütüp, diğer yandan evini çekip çevirirken, büyükbabam Tovi Sarfati’nin, Edirne Kaleiçi’ndeki “Bedesten” adlı kapalıçarşı’da toptan tahıl ticareti yaptığı bir işyeri vardır. Yaşamları düzenli ve sıcaktır.
İlk çocukları Raşel’dir. Ardından Palomba doğar. Nesim doğduktan sonra Samil gelir. Birkaç yıllık bir aralıktan sonra Rebeka ve iki, üç yıl sonra kazandibi Hayimiko dünyaya gelir. Yani benim canım babacığım. Babam 10 Ocak 1915te (1331) doğar. Babam doğduğu zaman babaannem yaklaşık bir hafta boyunca, doğum sancıları çeker. Artık herkes anne ve bebekten umudunu kesmişken babam nihayet doğar. Çocuk doğduğunda tam yedi kilodur. Edirne’nin yerel gazetesinde ertesi gün şöyle bir haber yayınlanır: “Yılın tosun bebeği, 7 kiloluk Hayim Efendi, dün, evinde dünyaya geldi…”
1. Dünya Savaşı’nın bütün zorlukları içinde çocuklarını büyütmeye çalışırlarken ve Hayim henüz iki buçuk yaşındayken, babası Tovi ani bir kalp kriziyle genç yaşta hayata veda eder. Benim babam geride bir fotoğrafı dahi olmayan babasını hiç anımsayamaz. Sadece babasının onu öperken yanağında hissettiği bıyığının temasını anımsar.
Baba Tovi vefat edince, anne Venezya mecburen çalışma hayatına girer. Kocasının Bedesten’deki dükkanının başına geçer. Artık evin geçimini tek başına sağlamak zorunluluğu vardır. Çocuklarına hem anne, hem de baba olmak zorundadır. Eşinden kalan, Kaleiçi’ndeki iki katlı, bahçe içindeki müstakil evde, gençliğinin tüm güzel duygularını içine bastırarak, çocuklarıyla birlikte yaşantısını sürdürmeye devam eder. Osmanlı imparatorluğu, o dönemlerde tam bir yangın yeri gibidir. 1.Dünya Savaşı sürerken, bütün imparatorluk bu felaketten payını almaktadır. Fakirlik ve açlık, acıyla kol koladır. Edirne’de, karneye bağlanan ve kişi başına günde yarım ekmek dağıtılırken,fırıncıları denetleyen çavuşlardan biri ,tombul oğlan Hayimiko’yu “Topuz” diyerek çağırmaktadır ve fırıncıya oğlana tam bir somun ekmeği tayın olarak vermesini emreder. ”Topuz” her sabah kendisine verilen bütün bir ekmeği gururla taşıyarak eve getirirken 3 yaşındadır. Aslında, Hayim çok kolay bir çocuk değildir. Ailenin en küçüğü olduğundan ve çok minikken babasız kaldığı için ailedeki herkes onu alabildiğine şımartır. Kendisi de bunu çok güzel kullanmaktadır. Dediği dedik, çaldığı düdüktür. İstediklerini yapmadıkları zaman fesini yere atıp, üzerinde bağırıp tepinmeye başlar. Daha da olmazsa, vurduğu bir yumrukla, pencerenin camını aşağı indirir. Sonra annesine üzerine karalamalar yaptığı bir şikayet mektubu yazar. Eve alış veriş yapıp getiren dükkanın çırağına mektubu, annesine dükkana götürmesini söyler. Çıraktan karalanmış kağıt parçasını alan anne Venezya, bunun Hayim’in şikayet mektubu olduğunu ve evin camını kırdığını anlar. Hemen camcıyı eve gönderir. Bu olay neredeyse ayda birkaç kez tekrarlanır.
En büyük abla Raşel, evde ut dersi almaktadır. Ut hocası Ali Efendi, dehşetli bir sigara tiryakisidir. Hayimiko’yu o denli ve sever ve ısınır ki, 5 yaşındaki oğlana sigara sarmayı öğretir. Babam sigaraları ustalıkla sarıp Ali Bey’in sigara tabakasına yerleştirdikten sonra, adam birini de küçük çocuğa uzatır ve sigaralarını karşılıklı tellendirirler. Raşel halam buna engel olamaz. Annesine olanları anlatır. O gün Venezya evde durur, ders sırasında minik oğlunun sigarayı ciğerlerine çekip, dumanı burnundan çıkardığına dehşetle tanık olur. O günden sonra ut derslerine son verilir.
Hayim 7 yaşındayken, o yaz mahallenin Müslüman çocukların sünnet töreni yapılacaktır. Bütün gün sokakta, Yahudi, Rum, ve Müslüman çocuklarla oynayan babam bunu duyunca, kendisine de sünnet gömleği dikilmesini ister. Evdekiler, kendisinin Yahudi olduğu için 8 günlükken, zaten sünnet edildiğini anlatırlar. O ise yine de gecelik biçiminde, beyaz sünnet gömleğinin dikilmesini ister. Mahalledeki,Türk arkadaşlarından aşağı kalmak istemez. İsteği reddedilir. Terzi olan ablası Raşel’ın evde top top patiskaları ve mermerşahileri vardır. Hayim ani bir öfkeyle küplere biner, ablasının patiska topunu kaptığı gibi, bahçedeki nilüferli ve kurbağalı havuzun içine fırlatır. Evdeki herkes feryat figan bahçeye çıkarlar ve havuzdan çıkartılan yemyeşil olmuş kumaş topuna bakarlarken, Hayim içerideki ikinci kumaş topunu yüklenip, havuz başına gelir, bembeyaz patiska topunu elinden güç bela kurtarırlar. Bahçe çocuğun haykırışlarından ayyuka çıkar. Eller yukarı, pes ederler. Raşel halam hemen makinesinin başına geçip, çocuğa bir sünnet gömleği diker. Hayim bütün hafta, diğer sünnetli oğlanlarla birlikte, üzerindeki gömleğinin önünü çeke çeke, başında fesi, o sokak senin, bu sokak benim koşar durur.
Babam ilkokul çağında okula başladığı zaman eski Türkçe harflerle okuyup yazmaya başlar. Neredeyse Bar Mitzva çağındayken 1928 yılında ilan edilen harf devrimi ile Latin harfli öğrenime geçerler. Edirne’deki Alliance İsraelite Universelle okuluna gitmeye başlar. Ondan önce ablaları ve abileri de aynı okula gönderilmişlerdir. Yıllar ilerledikçe Hayimiko çok uslu ve beyefendi bir erkek olma yoluna girmiştir. Artık eski öfkeleri ve inatları kırılmış ailesine çok bağlı, harika bir kişiliğe bürünmüştür. Çok zeki ve çalışkandır. Yaz aylarında işyerine giderek annesine yardımcı olur.” Fidel” adlı bir köpeği vardır ve ona çok düşkündür. Tora derslerine de çok düşkündür. Edirne büyük sinagogunda bar-mitzva törenini yapar ve her cumartesi günü Şabat Tefilla’sına gider. Edirne’de başlatılan Betar hareketine katılır. ”Yavuz Spor Klübü” olarak spor karşılaşmaları yaparlar ve Siyonist eğitim alırlar. Trumpeldor ve Jabotinsky babamın hayran olduğu tarihi kahramanlardır.
Annesi Venezya aslında çok dertleri olan bir kadındır. İlk kızı Raşel, çok küçükken geçirdiği ateşli bir hastalık sonucu, bacakları felç olmuş ve asla yürüyememiştir. İkinci kızı kızı Palomba, küçük bir kızken tırmandığı bir ağaçtan düşerek sakat olur. Çıkık kalçası o dönemin şartlarında tedavi edilemediğinden bir bacağı topal kalır ve gelişmez. Bu iki kız sakatlıklarından dolayı evlenemezler ve anneleri bu yüzden her zaman acı çeker. Kızlar yaşça büyük olmalarının avantajını kullanarak, üstelik de engelli oldukları için, kardeşlerinin üzerinde egemen olurlar. Hiç biri onları kızdırıp üzmemek için tüm isteklerine boyun eğerler. İtiraz edemezler. Evde her şeye onlar karar verir. Yıllar ilerledikçe babaannem Venezya’nın kalp sorunları başlar. Palomba halam, adeta bir anne gibi evin idaresini eline alır ve yönetmeye başlar. Kardeşler onların her isteğine boyun eğerek adeta diyet öderler.
Önce en büyük oğul Nesim amcam, çalışmak üzere gittiği İstanbul’da ablalarının seçtiği bir kızla evlenir. Tante Berta Eskenazi , sert bir karaktere sahip, fakat güler yüzlü bir kadındır. Üç çocukları olur; Venezya, Tovi ve Mordo. Yıllar sonra sevgili kuzenim Tovi Sarfetti ve sevgili eşi Ceni,1999 depreminde, Çınarcık’ta hayatını kaybeder.2003 yılında ise, Neve Şalom Sinagogu’nda gerçekleşen bombalı terör saldırısında da onların kızları Beti (Berta) ve eşi hayatlarını kaybederler. Beti’nin karnında beş aylık bebeği vardır. Nesim amcamın Tovi kolundan sadece oğulları Niso Sarfetti ve sevgili güzel ailesi, ailemize yadigar kalırlar. Tanrı onları korusun. Nesim amcamın büyük kızı Venezya Erdeniz ve ailesi ile torunları ve diğer kuzenim Mordo Sarfetti, İstanbul’da yaşıyorlar.
İkinci oğul Samil (Kemal), Edirne’deki Alliance okulundan mezun olduğu zaman, okul idaresi tarafından burslu olarak Fransa’ya gönderilmek istenir. Çünkü üstün zekalıdır ve okulu birincilikle bitirmiştir. Babaannem oğlunu göndermek istemez ve yanında tutar. Amcam muhasebeci olarak, Edirne’de çalışma hayatını seçer. Aslında annesi belki de iyi etmiştir, çünkü o yıllarda Fransa’ya gönderilen diğer çağdaşları, Hitler döneminde gaz odalarında can verirler. Ablalarının zorlamasıyla, bütün itirazlarına rağmen, Edirneli Suzan Sayili ile evlendirilir. Çocukları olmaz. Hiçbir zaman mutlu olamazlar. Suzan kıskanç ve hırçın bir kadındır, mutlu olmayı hiç beceremez. Amcam da kendini işine verir.
Babamdan üç dört yaş büyük olan Rebeka halam, babamla nerdeyse ikiz gibi büyürler. Babamın en çok anlaştığı kardeşi Rebeka’dır. Rebeka, güzel, sevimli, şen şakrak bir kızdır. İkisinin arkadaşları ortaktır. Büyüdükleri zaman evlerinde balolar, partiler yaparlar. Rebeka on yaşlarındayken, sabahları mahzenden doldurduğu bir bardak şarap eşliğinde, koca bir parça çikolata ile kahvaltı etmeye bayılır. Bu yüzden her sabah evde kıyamet kopar. İki küçük kardeş kavga edip kapışınca, halam babama “Şopar”(Çingene yavrusu), babam da halama “Kopay” (köpek yavrusu) diye bağırır. Tam dövüşecekken büyükler onları ayırır. 1940 yılının Purim kıyafet balosu için Raşel halam, kardeşi Rebeka’ya krepon kağıdından, şahane bir elbise diker. Kız bütün gece elbisesi yırtılacak diye üst katta bekler. Tam danslar başladığı anda merdivenlerden iner. Aşağı inerken o sırada Ankara’da çalışmakta olan ve o gece baloya davet edilen Samil Kalvo kızı görünce, ona derhal aşık olur. Dansa başlarlar. Kız da onu çok beğenmiştir. Aileler onaylayınca, bir süre sonra nişanlanırlar,1941 yılında evlenirler. 1942 yılında oğulları Avram doğar. Savaş bittikten sonra kızları Zizi dünyaya gelir. Avram ailesi ve torunlarıyla İstanbul’da, Zizi Kalef ise 1979 yılından beri Aşdod’ta ailesi ve torunlarıyla birlikte yaşamını sürdürüyor.
Ablası Rebeka evlenip çoluk çocuğa karışırken babam önce Çorlu’da bedelli askerliğini yapar,6 ay sonra terhis olur. Döner dönmez Vente Klasas ,mecburi askerlik görevine alınır. Erzurum Sarıkamış’ta üç yıl boyunca yeniden askerlik yapar. O yıllarda,1934 Trakya Olayları,1942 Varlık Vergisi, ve 20 Klasas (20 Kura, her yaşta azınlık erkekler, mecburi askerlik görevi) dönemleri Yahudi cemaatinin belini büktükçe büker. Trakya’da yaşayan Yahudi aileler büyük maddi ve manevi kayıplara uğrarlar. Kimisi evini barkını kaybeder, kimileri tüm varlıklarını yitirip sıfırlanır, kimisi yıllarca askerlik kisvesi altında siper kazıp, taş kırarlar. Kimileri oralarda can verirler. Çok genç olan babam 1942 yılında terhis olduğu zaman, Sarfetti ailesi artık Edirne’yi bırakıp İstanbul’a yerleşmiştir. Anne Venezya, iki engelli kızı ile Sirkeci’de bir ev tutar. Rebeka ve Samil Edirne’de, Nesim ise İstanbul’da kendi evlerinde yaşamaktayken, babam soğuk bir kasım akşamı, İstanbul’da trenden iner ve yeni yaşamına ve yeni evine doğru ilk adımını atar. İstasyonda bir kız arkadaşı onu beklemektedir, yanındaki ise annem İda’dır. Annem ani bir çekinme duygusu içinde, hızla istasyondan uzaklaşırken babam ardından bakakalır. Birkaç gün sonra babamın Edirne’li arkadaşları onun onuruna bir davet hazırlarlar. Aynı kız arkadaş, annemi de davete götürür. İda ve Hayim o gün tanışırlar, bir daha elleri asla ayrılmaz.
Babaannem Venezya 1944 yılında kalp yetmezliğinden yaşama veda eder. Babam zor ve karanlık günlerin içinde boğuşmaktadır. Annesini kaybetmenin yanı sıra, başta ablaları olmak üzere, tüm kardeşleri annemi almasına mani olmaya çalışırlar. Hepsi de iki büyük ablanın etkisindedir. Sadece Edirne’de yaşayan Samil amcam, babamı destekler çünkü kendisi mutsuz olduğu için, kardeşine el vermektedir. Genç aşıklar 6 yıllık mücadeleden sonra 14 Aralık 1947’de nihayet evlenebilirler. Düğünleri Hayim’in Sirkeci’ndeki evlerine, yürüyemeyen Raşel ablasının odasında gerçekleşir. Düğüne, neredeyse İstanbul’daki bütün Edirne Yahudileri geldiği için, eve sığmazlar, sokağa taşarlar. Annemle babam, altlarına konulan ahşap setin üstünde durarak herkesin tebriklerini kabul ederler.
Düşünüyorum da, ikisi de ne kadar iyi gençlermiş. Tek bir kişi için hayatlarının en güzel gününde böyle çağ dışı evlenmeyi kabul etmek, annemin babama olan aşkı, babamın ailesine olan bağlılığı ve sevgisi. Bu duyguların içi bugün ne kadar boşaltıldı… Böylesi özverilere artık az insanda rastlanıyor.
Hayim ve İda, tam anlamıyla örnek bir evlilik yaşadılar. Bizleri sevgi dolu ve özenle yetiştirdiler. Yaşadıkları sürece, ikisi de birbirlerinin ailesine tam destek ve sevgi verdiler. Maddi, manevi bütün ihtiyaçlarına koştular. Sarfetti ailesi de sonunda gerçekleri ayrımsayarak, anneme sevgi ve saygılarını iade ettiler. Ebeveynim bir çocuklarını kaybetti, fakat onlara tapan iki kız çocuğu ile taçlandı. Dört torun gördüler. Sevgi, saygı ve şefkatle sarmalandılar.
Sarfetti ailesinin kardeşleri, zaman içinde yaşama veda ettiler. Biz kuzenler hala sevgi ile sürekli olarak haberleşir, görüşürüz. Canım babam Hayim,2003 yılının mart sonunda, aile mirası kalp hastalığından yaşama veda etti son nefesine kadar tatlı, olgun ve aklı başındaydı. Bilgeliğini kendisiyle birlikte bu dünyaya getirmiş, sabırlı, zarif ve asil bir adamdı. Çevresinde onu tanıyan herkes ona sevgi ve saygı duyardı. Harika bir babaydı. Annem İda, Hayim öldükten sonra yaşadığı yıllarda hep onun özlemiyle, hüzün dolu yaşadı.2012 yılında ebedi aşkına kavuştu.
İngiltere’den bağımsızlığını elde eden Mısır’ın ilk Kralı I. Fuad ve kendisinden 26 yaş küçük olan ikinci eşi Nazlı Sabri’nin aylardır beklediği gün gelmişti. 1921’in 5 Kasım sabahında İskenderiye’de dünyaya gözlerini açan Fevziye bebek dillere destan güzelliğiyle adını tüm dünyaya duyuracaktı. Daha sonra Mısır kralı olacak I.Faruk’tan sonra gelen dört kız kardeşin en büyüğüydü. Doğduğu günden beri sıkı bir eğitim sürecinden geçti, sarayda yabancı bakıcılar tarafından büyütüldü. Üniversite okumak için İsviçre’ye gitmeden önce, sarayda yabancı dil ve müzik dersleri aldı. Arapçaya ek olarak akıcı bir şekilde Fransızca ve İngilizce de konuşabiliyordu. İsviçre’ye gittiğinde yolu İran Şahı Rıza Pehlevi’nin oğlu Muhammed Rıza Pehlevi ile kesişecekti. Üstelik Pehlevi onun hayatının dönüm noktalarından birinde başrolde olacaktı. İsviçre’den ülkesine döndükten sonra, alınan bir kararla hayatı altüst oldu. 18 yaşına kadar mutluluk içinde geçen ömrünün geri kalanında Fevziye’yi acı dolu günler bekliyordu.
İRAN ŞAHININ OĞLUYLA EVLENMEYİ KABUL ETTİ
1900’lü yılların ilk yarısında, İran Şahı Rıza Pehlevi kendisine Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ulu önder Mustafa Kemal Atatürk’ü örnek alıyordu. Atatürk’ün inkılapları ve ileri görüşlülüğü, İran Şahı Pehlevi’nin ülkesinde yapacağı atılımlar için her zaman rehberlik etmişti. Atatürk yaptıkları bir görüşmede, Pehlevi’ye, Ortadoğu'da iki güçlü ülkenin bir akrabalık bağı kurmasının bölge için çok iyi sonuçlar verebileceğini söylemişti. O dönem Ortadoğu'da, 1.Faruk yönetimindeki Mısır hızla gelişiyor ve modernleşiyordu. İran Şahı Pehlevi, işlerin pek iyi gitmediği ülkesi için Mısır ile akrabalık kurmanın mantıklı olabileceğini düşünerek Veliahtı Muhammed Rıza Pehlevi’ye bu fikri açıkladı.
Genç prens, babasının düşüncesine sıcak bakınca, Mısır prenseslerinin fotoğrafları genç veliahta gösterildi. Aslında İranlı bir kıza aşık olan veliaht prens, Mısır prensesi Fevziye’yi bir İngiliz dergisinin kapağında görünce onunla evlenmek istedi. O sırada eğitimini tamamlayıp ülkesine dönen, daha sonradan güzelliği nedeniyle ‘Asya Venüsü’ lakabıyla tanınacak olan Fevziye ise sıkıcı bulduğu saray hayatına uyum sağlamaya çalışıyor ve hayatını değiştirebilecek hayaller kuruyordu.
MISIR PRENSESİ İRAN KRALİÇESİ OLDU
İki ülke arasındaki hazırlıklar iki tarafın da onayıyla hemen başlatıldı, Muhammed Rıza ve Fevziye düğünden önce birbirlerini sadece nişan töreninde görmüşlerdi. Eğitimli ve dünyalar güzeli prensesin hayatı artık değişiyordu. Mısırın son prensesi ve İran’ın ilk imparatoriçesi Fevziye ve Muhammed Rıza, 40 gün 40 gece süren törenlerle 15 Mart 1939’da Kahire’de Abdeen Sarayı’nda evlendi. Prenses Fevziye’nin acıklı günleri işte tam da bu evlilikle başladı.
Çiftin çocukları, evliliklerinden yaklaşık bir buçuk yıl sonra dünyaya geldi. Takvimler 27 Ekim 1940’ı gösterdiğinde, Fevziye ve Veliaht Muhammed Rıza Pehlevi, Şehnaz adını verdikleri kız çocuklarını kucaklarına aldı. Evliliğin mimarı olan İran Şahı baba Rıza Pehlevi ise saltanatının son yılındaydı. Minik Şehnaz henüz 11 aylıkken, Prens Muhammed Rıza Pehlevi, babasının tahttan çekilmesiyle İran Şahı oldu. Takip eden yılda Kraliçe Fevziye’nin İngiliz fotoğrafçı Cecil Beaton tarafından çekilen fotoğrafı, dönemin ünlü haber dergisi ‘Life’ın 21 Eylül 1942 tarihli sayısının kapağı oldu.
KIZ ÇOCUK DOĞURDUĞU İÇİN SEVİLMİYORDU
Tüm gözler onun üzerindeydi ancak Fevziye mutlu değildi. Ortadoğu’nun en gelişmiş kentlerinden biri olan Kahire’den sonra Tahran, ’Asya Venüsü’ne hiç de cazip gelmiyordu. Şehrin yolları toprak, binalar ve evler demode, Gülistan Sarayı ise büyük bir villadan ibaretti. Kraliçenin İran’ın iklimine alışamaması nedeniyle sağlığının bozulması ve Şah’ın başka kadınları alenen Gülistan Sarayı’na getirerek kendisini aldatması gibi sebepler evliliğin bitmesi için aslında yeterliydi. Üstelik dillere destan güzelliği ve hüzünlü bakışlarıyla herkesi büyüleyen Fevziye, erkek yerine bir kız çocuğu doğurması nedeniyle, sarayda ve saray dışında da sevilmiyordu. Kayınvalidesi ve görümceleri ona çok kötü davranıyorlardı. Bu sıkıntılı günlerin ardından boşanmaya karar verdi. Takvimler 1945’i gösterdiğinde boşanmak için başlatacağı işlemlerin yeterli olacağını düşünüyordu. Ancak hesap edemediği çok önemli bir şey vardı.
BAŞINA GELECEKLERDEN HABERSİZDİ
Kızı Şehnaz’ı alıp Kahire’ye dönmeye karar verdi. Kocasi Şah Pehlevi, eşinin bu isteğine karşı çıkmamış ve kabul etmişti. Fevziye ummadığı bu kabulden sonra çok sevinmiş ve mutlu olmuştu. Fakat işler hiç de Fevziye’nin düşündüğü gibi kolay değildi. Kraliçe olduğu İran’dan, prenses olduğu Mısır’a dönmek istiyordu.
Kızıyla birlikte uçağa binen ‘Asya Venüsü’ artık Kahire uçuşunun başlamasını bekliyordu. Şah kızıyla uzun uzun vedalaşmıştı. Uçak henüz kalkmadan Şah arabasının içinde hala pistteydi. Protokol Şefi’ni uçağa göndererek kızı Şehnaz’ı son bir kez öpebilmesi için izin istedi. Fevziye kızını muhafıza verdi ve kızının, babası Şah’la son bir kez vedalaşması için gitmesine izin verdi.
FİLM GİBİ SAHNE
Minik Şehnaz uçaktan inince uçağın kapıları hızla kapatıldı ve Şah Pehlevi’nin emriyle Fevziye, kızı olmadan Kahire’ye yola çıkarıldı. Kocasının kurduğu tuzağı çok geç fark eden ve durumdan hiç şüphelenmeyen Fevziye’nin kızıyla yaşadığı yıllar süren ayrılığı işte bu film gibi sahneyle başladı. Uçakta haykırdı, kendini yerlere attı. Pilota geri dönmesi için yalvardı. Fakat emir kesindi. Şahın emrine kimse karşı gelemezdi. Kızı olmadan Kahire’de mutsuz günler geçirmeye devam eden Fevziye, kendisine büyük acı yaşatan kocası Muhammed Rıza Pehlevi’den resmi olarak ancak 17 Kasım 1948’de boşanabildi. Şah Pehlevi, Fevziye’den boşandıktan sonra önce Süreyya Bahtiyari ile, sonra ise Farah Diba ile evlendi.
KIZINA HASRET KALDI AMA PES ETMEDİ
Prenses Fevziye Fuad, Şah’tan boşandıktan beş ay sonra 28 Mart 1949’da Kahire’deki Kubbe Sarayın’da Çerkez asıllı diplomat ve 1. Faruk’un yaveri İsmail Şirin ile evlendi. Çiftin bir kızı ve bir oğlu oldu. 1952’de ağabeyi Kral Faruk tahttan indirilip sürgüne gönderilince, cumhuriyet ilan edildi ve kraliyet ailesi ülke dışına çıktı. Ancak ailesinin aksine Fevziye doğup büyüdüğü Mısırda kalmayı tercih etti.Kalan ömrünü İskenderiye ve Kahire’de geçirdi. 1994’te eşi, 2009’da ise kızı Nadia öldü. Dünyalar güzeli Mısır prensesi Fevziye’nin ihtişamlı hayatı, böyle hazin bir biçimde sona erdi.
Henüz 6 yaşındayken yollarının ayrıldığı kızı Şehnaz’la yıllar sonra İsviçre’de bir araya geldi. Kızı Şehnaz annesine mesafeliydi. Kızı onunla bir bağ oluşturmaya hevesli değildi. İkili birkaç kez buluşmalarına rağmen soğukluk ortadan kalkmadı. Fevziye bu durumu kabullenmek zorunda kaldı. Yaşadığı büyük hasret ve acıya rağmen hiçbir zaman pes etmedi
Fevziye yaşadığı zorluklara rağmen kararlı duruşu ve güçlü karakteriyle günümüzde de birçok kadına ilham kaynağı olmayı sürdürüyor.
Fevziye 2 Temmuz 2013 tarihinde Mısır’ın İskenderiye şehrinde, 92 yaşındayken hayata veda etti.
Çocukları: İran prensesi Şehnaz Pehlevi. Ardeşir Zahidi ile evlendi ve Zahra Mahnaz adında bir kızı oldu,
İkinci eşinden; Nadia Şirin, Hüseyin Şirin Efendi.
Kaynak: Wikipedia