Kadıköylü Küçük Sara-48-
KABIMIZA SIĞAMIYORUZ
92 yılında GKD'de kazanlar kaynamaya başlamıştı.Bir kaç kişi bir araya gelmiş ve komisyonlar arası hizipleşmeler başlamıştı.Bunun gerçek nedenini bugün bile tam anlamıyla çözebilmiş değilim. Herkes kutuplaşmış, biri diğerini yıkmaya çalışıyordu. Herkes diğerinin kuyusunu kazmaya çalışırken, derneğin orkestrası olan Nostalji de bundan nasibini alınca, orkestra çok kırıcı ve onulmaz hatalar sonucu yok edildi. Orkestra üyelerinin çoğu özel hayatta da yakın dostluklar oluşturduğu için, resmen karpuz gibi ikiye bölünmüştü. Bizler, akordeon ve klavye çalan Eli Meriç, perküsyonları çalan Gery Erdemanar ve solo gitar çalan Selim Elyazar ve nişanlısı, bir gruba ayrılınca, diğerlerinin de kimi açıkta kaldı, kimisi de kendi yoluna devam etti. Sonuç olarak, David, Gery, Eli ve Selim zevk için kendi evlerimizde toplanıp müzik yapmaya başlamışlardı. Selim guruba “Ambiance” adını vermişti. Şarkıları David söylüyordu, ben de bazen keyif için onlara katılırdım, bu günler arkadaşlarımızın eşleri ve çocukları da katıldıkları için yarı eğlence, yarı müzik şeklinde olurdu. Bu grupla birkaç dini bayramda, Barın Yurt ve İhtiyarlar Yurdu Derneği’nde küçük konserler verip, dernek sakinleriyle birlikte bayram kutlamıştık.
Bizim Göztepe’deki yeni evin yenileme, tadilat işleri bitince, o sene sattığımız Demirören sitesindeki ilk yazlık evimizin eşyaları ile döşemiştik. Sadece kanapenin kumaşını değiştirmiş, şehir evine daha çok yakışan bir hale sokmuştuk. Ev çok aydınlık, ferah ve sadeydi. Salona da Çanakkale taşından bir şömine yaptırmıştık. Soni ve Hay sevinçten havaya uçuyorlardı. Artık Cuma günleri öğleden sonra o eve gidiyorduk ve Pazar akşamına kadar orada kalıyorduk. Çünkü çocukların okulu Bahariye’deydi. Hafta ortası orada olmamız gerekiyordu. Cuma günleri Soni okuldan gelince, toparlanıp, bir taksiyle yeni eve gidiyorduk. Bu bize eğlenceli bir oyun gibi geliyordu. Serde gençlik vardı. Şabat yemeğini evde pişirip, oraya götürmek bile beni hiç sıkmıyordu. Soni sağ kolumdu. Hay da elinden geldiğince destek verirdi. Henüz 9 yaşındaydı Eve gelince hemen kat kaloriferini yakar ve arı gibi çalışırdık. İş bölümü yapardık. Yarım saatte her şeyi ayarlar, sonra hayatımızı yaşardık. 93 Ocak ayında tam olarak orada yaşam başlamıştı. 37 yaşındaydım, mutlu ve güçlüydüm. Yeni evde harika bir çalışma odam vardı. Oda kırmızı ve siyak renklerde döşenmişti. İlk defa bir çalışma odam vardı ve bu oda yazı hayatımda bana ivme katıyordu.
Odam benim cennetimdi. Bazen hafta ortası da evime gidiyor orada saatlerce yazı yazıyordum. Sanki kendime özel bir stüdyom vardı. Soni artık gönlünce evde kalıyor, kendi çevresinin ve arkadaşlarının tadını çıkarıyordu. Onların odası da çok güzeldi. Odalarında her şeyleri vardı. Hay da oranın tadını tepe tepe çıkarıyordu. Yığınla dernek ve Talmud Tora arkadaşları vardı. Eve bölük bölük küçük oğlanlar ve kızlar getirirdi. Soni hafta sonları en az iki arkadaşını bizim evde yatıya tutardı. Kemal Levi, Elyo Baron, Rubi Kohen ve Selim Eskinazi bunların içinde en çok gelenlerdi. Evde partiler yaparlardı. Güliz Loya ve Tuna Loya da evin kız müdavimleriydi. Büyük kuzenler Soni ve Rina da evin gediklileri arasındaydı. O sene şubat sömestr tatilini tümden Göztepe evinde geçirmiştik. Biz de özellikle Pazar öğleden sonraları tüm arkadaşlarımızı eşleriyle bize çağırır ve hep birlikte müzik yapardık. Cumartesi akşamları geniş arkadaş grubumuzla barlara, müzikli restoranlara giderdik.
Benim GKD’deki kadınlar tiyatrosu da o sene “Yüksek Sosyete” adlı oyunuyla çok beğeni toplamıştı. Hayat güzeldi, çocuklar mutluydu, herkesin keyfi yerindeydi. Daha ne olsun?
Bu arada benim Şalom hayatım da çok iyiydi.” Bizim Kadınlarımız”ı yazmaya devam ediyordum. Röportajlar yapıyordum, ayrıca o sırada HEGKOM (Hahambaşılık Eğitim Komisyonu) başkanı olan Yusuf Altıntaş, cemaatin yetkin birkaç hanımıyla birlikte benim de katılımımla bir yazı kurulu oluşturmuştu ve “Yahudilikte Kavram ve Değerler” adlı bir kitabın ortak yazarları olarak çalışmaya başlamıştık. Bu hanımların içinde Beki Haleva, Suzan Alalu, Fani Ender, Ninet Pardo, Klara Arditi, Eda Asayas, Teri Basmacı, ve ben vardık. Ben bu hanımlarla Yusuf’un yaptığı ilk toplantıda tanışmıştım. Hiç birine aşina değildim ama, hepsiyle kısa sürede kaynaşmıştım. Harika ve sevgi dolu bir ilişki tesis etmiştik. Her hafta birimizin evinde toplanırdık. Konuları aramızda bölüşmüştük. Önce o hafta yazısını hazırlamış olan arkadaşımızı dinler ve gerektiği yerlerde birbirimizi redakte ederdik. Sonra hazırladığımız harika çay sofralarında kahkahalar arasında yer, içerdik. Gerçekten o kitabın hazırlık aşamasında aldığım zevki ve keyfi asla unutamam. Kitap o kadar başarılı olmuştu ki, daha sonra ikinci baskısı da yapılmıştı. O günlerden sonra geriye mükemmel bir dostluk ve sevgi bağı kalmıştı. Bu arkadaşlarımla günümüzde hala sevgi dolu dostluklarımızı sürdüre geliyoruz.
Pazar sabahları saat 10.30 gibi Yusuf bize kahve içmeye gelirdi. Eskiden Pazar sabahları yaptığımız dernek sohbetlerini artık bizde yapıyorduk. Çünkü çocuklar derneğe yalnız gidebiliyorlardı. Yusuf’la yaptığımız bu sohbetler, beni entelektüel hayatımda zenginleştiriyordu. Onun sayesinde ve yönergeleri doğrultusunda okuduklarım değişikliğe uğramıştı. Tavsiye ettiği kitapları yutarcasına okuyordum. Felsefeye merak sarmıştım. Yahudi tarihi üzerine derin araştırmalar yapıyordum. Yusuf gitgide ufkumu genişletiyordu. Bazen kahve fincanım elimde kalır, bir yudum bile içmeden soluksuz onu dinlerdim. Onun şu sözleri beni çok gururlandırırdı. “Sarika sen bereketli bir topraksın. Sana ne eksem çiçek veriyor. Çorak toprağa tohum ekemezsin” derdi. Ben de bunu hak etmek için saatlerce masa başı yapardım. O, benim için suyu hiç tükenmeyen bir su kaynağı gibiydi.
Bzim ufaklık Hay Eytan da Yusuf’tan çok etkilenirdi. O Yusuf’a “Koçum” Yusuf da ona “Hergele” derdi. Ufaklık bana özendiğinden sürekli ansiklopedi okumaya başlamıştı. Oturur seçtiği konulardan yazılar yazardı. Yusuf bize geldiğinde ona çalışmalarını okuturdu, Yusuf büyük bir ciddiyetle okur, ara satırlardan oklar çıkarır şu veya bu konuda araştırma yapmasını isterdi. Ertesi hafta Hay ona yeni konusunu teslim ederdi. Yusuf ona her hafta iki buçuk lira harçlık verirdi.
O da onu cebine atar ve neşeyle derneğe giderdi. Yusuf, Soni ve Hay’ı gönülden severdi ve onlara içtenlikle yol gösterirdi. İlim irfan saatlerinden sonra, hep birlikte sohbet ederdik. David de Yusuf’la kendini çok mutlu hissederdi. Öğle saatinde Yusuf evine döndükten sonra, biz de arkadaşlarımızla program yapardık.
93 yılı iyi gidiyordu. O yaz ayrıca üyesi olduğum “Kökler” grubu ile de toplantılar yapıyorduk. Köklerin lideri Leyla İpeker’di. Grupta ayrıca Lizet Loya, Leyla’nın kız kardeşi Şeli Kohen ,Lizet Bİcirano Bahar, Şeli Bahar, Stella Kent ve Ceni Bali de vardı. Bu hanımlarla da ayda en az iki kere evlerimizde toplanırdık. Yahudi soyadları ve aileleri konusunda araştırmalar yapar, aile soy ağaçlarını çıkarırdık. Bu gruptaki kadınlarla da çok güzel ilişkiler kurmuştum. Lizet’i ve Stella’yı zaten önceden GKD’den tanırdım ve çok severdim. Şeli de Dostluk Yurdu Derneği’nde kadınlar kolu başkanıyken, iki dernek hanımlarının tanışma toplantısında ,ilk tanıştığımız gün birbirimizi çok sevmiştik. Şeli müstesna bir insandi uzun boylu, koyu mavi gözlü, incecik, neşeli ve içinde adeta bir ”Peter Pan” olan çoşkulu ve çekici bir kadındı. Hayat dolu ve neşeliydi. Heyecanlı ve hassastı. Çabuk ağlar, çabuk gülerdi. Ben onu ilk gördüğüm gün adeta aşık olmuştum. Elmamın yarısı gibiydi. O da bana çok bağlanmıştı. Telefonda genç kızlar gibi uzun uzun konuşurduk. Yaz geldiği zaman da genellikle ablası Leyla İpeker’in Maden 45 nol’u evinde toplanırdık. Leyla da kardeşi gibi heyecanlı, hassas ,sevecen bir kadındı. Bize harika sofralar kurar, sevgiyle “kökler” hakkındaki bilgilerini paylaşırdı. Bİrkaç dil bilirdi, cümlesine Türkçe başlar, İngilizce ve Fransızca devam eder ,İbranice ile süsler ve ladino ile bitirebilirdi. İlk bir iki toplantıda çaktırmadan zorlansam bile, sonradan eldiven ve el gibi olmuştuk. Onu son derece sever ve sayardım. Sonraki Ada yıllarımda eşi Kemal İpeker ve onunla çok güzel bir arkadaşlık geliştirmiştik. Çok güzel insanlardı. İkisi de, ne yazık ki çok erken yaşlarda yaşama veda ettiler.
93 yılı yeni olaylara da gebeydi. David’in müzik hayatı, tıpkı ilk gençliğinde olduğu gibi yeniden canlanmıştı. Yıllarca kenarda kalan gitarını artık elinden düşürmüyordu. Yeni ufuklar gözüküyordu. Deyim yerindeyse artık David, Yusuf ve ben kabımıza sığamamaya başlamıştık.