ŞANGAY’A VARIŞ:
YAHUDİ MÜLTECİLER İÇİN BİR SIĞINAK
(1933-1941)
1933 ile 1941 arasında yaklaşık 30.000 kadar Yahudi mülteci, Şangay kıyılarına ulaştı. Bir kısmı sığınmak için başka ülkelere geçerken, çoğu, savaş bitene kadar orada kaldı. Bu mülteciler, Şangay’a gelen Yahudi göçünün üçüncü dalgasını temsil ediyordu. Çin-Japon Savaşı ışığında, Şangay’daki yönetici yetkililer Yahudi mülteci akınını durdurmaya çalıştı. Bu baskıya rağmen Yahudi mülteciler yalnızca Şangay’a girmeyi değil, aynı zamanda Tilanqiao bölgesinde hızla gelişen topluluklar oluşturmayı başardılar. Şangay’da zaten yerleşik olan Yahudi toplulukları ve Amerikan Yahudi Ortak Dağıtım Komitesi (JDC) gibi denizaşırı kuruluşlar tarafından sağlanan kapsamlı yardım nedeniyle bunu yapabildiler. Bu kuruluşlar tarafından sağlanan destek, bu dönemin resmi tarihsel raporlarında genellikle hafife alınmaktadır.
GİRİŞ
2.Dünya Savaşı sırasında binlerce Yahudi, Şangay da dahil olmak üzere dünya çapındaki ülkelere sığınmak için Avrupa’daki Nazi zulmünden kaçtı. Şangay’a daha önce iki Yahudi Göçü Dalgası olmuştu. İlki 19. yüzyılda gerçekleşti ve Orta Doğu’dan gelen tüccarlardan oluşuyordu. İkincisi, 19. yüzyılın sonlarına doğru gerçekleşti. O dönemde Rusya’daki anti-semitizm’den kaçan Yahudilerden oluşuyordu. Üçüncü Dalga’daki Yahudiler, diğer iki dalgadakinden farklı olarak, esas olarak Orta Avrupa’dan, özellikle Polonya’dan geldi. 1930’larda ve 1940’larda yaklaşık 30.000 Yahudi Şangay’a taşındı. Bunlardan 5000’i daha kalıcı bir sığınak aramak için Şangay’da durdu; kalan 25.000 kişi, 2.Dünya Savaşının sonuna kadar geçici meskenlerde yaşadı. Bu Yahudilerin çoğu, Şangay’ın Tilanqiao bölgesinde yaşamayı seçti.
Şangay iki temel nedenden dolayı Yahudi mülteciler için popüler hale geldi. Birincisi ekonomik bunalım, baş gösteren savaş tehdidi ve yükselen anti-semitizm ışığında, çoğu ülke sınırlarını göçmenlere, özellikle de Yahudilere kapatmıştı. Bu husumetin ortasında Şangay dünyada yabancıların girişine herhangi bir kısıtlama getirmeyen tek büyük şehir olarak öne çıktı. İkinci sebep, Yahudilerin Şangay’da hiç zulüm görmemesidir. Anti-Semitizm içlerinde hiçbir zaman kök salmadı ve Şangay 1939’da Japon kontrolüne girdikten sonra bile, Yahudiler o dönemde Avrupa’ya özgü zulümlerin hiç biriyle karşılaşmadı. Şangay’ın yoksul Yahudiler için hızla popüler bir hale gelmesine şaşırmamak gerekir.
Ancak bu, 3. dalgadaki Yahudilerin Şangay’da hiçbir muhalefetle karşılaşmadığı anlamına gelmiyor. Mülteciler kendilerine bir ev yaratmak için çabalarken, daha fazla mülteci akınını durdurmak için yerel Yahudi topluluklarına baskı yapan, hükümetteki yabancı yetkililerin sert direnişiyle karşılaştılar
1937’de 2. Çin-Japon Savaşı’nın başlamasıyla Japonya ile olan gerilim zirveye ulaştı. Kısa bir süre sonra Japon kuvvetleri, Çin kontrolündeki Şangay’ın büyük bölümünü ele geçirdi. Nakliye durdu ve Şangay limanları kapatıldı. Japonlar, Çin iş dünyası ve medyası üzerinde yavaş yavaş önemli ölçüde kontrol sahibi oldu, Bunu birleştirmek için, Şangay’daki Belediye Hükümeti, Şangay üzerinde kontrol sağlamak için Nanjing’deki hükümetle mücadele ediyordu. Yahudi mültecilerin üçüncü dalgası, Şangay kıyılarına vardığında, bu gergin ve artan endişe atmosferindeydi. Yabancı topluluk, özellikle İngilizler, Şangay’daki durumdan zaten gergindi ve bu beklenmedik misafirleri pek iyi karşılamadı.
1937’deki çatışma, Şangay’ı Yahudi mülteci akınıyla başa çıkamayacak kadar zayıf ve kaynakları yetersiz bırakmıştı. Onlara yeterli barınma ve istihdam olanakları sağlayamadılar. Sonuç olarak Şangay’daki yönetim yetkilileri-İngiliz, Fransız ve Japon SMC- Yahudi mültecilerin Şangay’a akışını kısıtlamaya çalıştı. Bununla birlikte Şangay’da pasaport kontrollerinin olmayışı, Yahudilerin çaresiz durumuyla birleştiğinde, bu kısıtlamaları neredeyse imkansız hale getirdi. Japonya Ordusu Yahudi mültecileri bir işçi sınıfı bölgesi olan Hogkou’ya yerleştirdi. Tek odada onar kişinin yaşadığı, suyu ve tuvaletleri olmayan bu evlerde yaşamaya zorlanan Yahudi mülteciler arasında hastalığın hızla yayıldığı kalabalık ve sağlıksız koşullara yol açtı.
Mülteciler, Avrupa’nın Nazi işgali altındaki bölgelerindeki zorlu koşullardan kaçarak Okyanus boyunca zor bir yolculuk yapmak ve tamamen yabancı bir ülkeye varmak için arkadaşlarını, ailelerini ve evlerini geride bıraktılar. Sınırsız Yahudi mülteci akınına karşı çıkan SMC’nin düşmanlığı, onların durumunu daha da kötüleştirdi. Zaten yerleşik Yahudi topluluklarının ve denizaşırı örgütlerin (JDC) yardımı olmasaydı, yabancı Yahudiler, yoksul durumlarından kurtulamazdı.
Bu dönemlerden; Yahudi mülteciler fazlaca konuşmadıkları ve hikayelerini anlatmadıkları için Şangay’a kaçan pek çok Yahudi, ”deneyimlerini”, Avrupa’da kalan ve kurban olan dindaşlarının Holokost zulmünden sonra, kendi sıkıntılarını anlatmaktan kaçındılar. Yahudi mültecilerin hikayelerinin akademisyenler tarafından keşfedilmesi yaklaşık 40 yıl sürdü ve sonunda bu mültecilere Şangay’daki ve yurtdışındaki varlıklı Yahudi toplulukların yardım etmediklerine dair yanlış görüşleri çürüttüler.
İLK İKİ DALGANIN TARİHSEL ARKA PLANI
Afyon Savaşının sonunu belirleyen Nanjing Antlaşması (1842), 100 yıllık münzeviliği ve Çin ile uluslararası ticaretin yükselişini sona erdirdi. Şangay’ı hızla gelişen bir liman haline geldi ve dünyanın her yerinden iş adamlarını kendilerine çekti. Bağdat, Bombay, Singapur ve Hong Kong’dan Sefarad Yahudileri iş için Şangay’a ilk gelenlerdi.
Antlaşmayı takip eden günlerde Şangay, iyi gelişmiş liman sistemi nedeniyle uzun mesafeli ticaret için ideal bir yerdi. Afyon, çay ve ipek ticaretiyle başlayan Yahudiler hızla emlak, petrol, imalat ve finans sektörlerine kaydı. Sassoon, Hardoon ve Kadoorie gibi bazı Yahudi tüccar aileler kısa sürede Şangayı’n en varlıklı insanlardan bir haline geldiler.
1941’de vuku bulan Pearl Harbor baskınından sonra, Japon yetkililer daha fazla göçü engellemek için Şangay’ı kapattı. Ancak aynı zamanda, o sırada Japonya’da yaşayan Yahudi mültecilerin çoğunu ve diğer ülkelere geçiş yaparken Uzak Doğu’da mahsur kalan diğer Yahudi mültecileri buraya sınır dışı ettiler. Sonuç olarak, 1942’nin başlangıcında Şangay’da yaklaşık 20.000 mülteci yaşıyordu ve 15.000 kişi JDC’nin yardımıyla savaştan sağ çıktı.
Mayıs 1941’de JDC temsilcisi Laura Margolis, mülteci yardımı ve göç faaliyetlerine rehberlik etmek üzere Şangay’a geldi. İkinci bir temsilci Manny Siegel, Pearl Harbor arifesinde ona katıldı. Peael Harbor’un ardından ABD ile doğrudan iletişim kesildi ve JDC temsilcileri üçüncü ülkeler aracılığıyla karargahlarıyla iletişim halinde kaldı. O dönemde çok varlıklı olan Yahudi Sassoon ailesi de mültecilere büyük maddi katkıda bulundu. Japon işgali altında, Margolis ve Siegel “düşman uzaylılar” olarak sınıflandırılmışlardı. Tutuklandılar ve hapsedildiler, ancak tutuklulukları Şubat 1943’te bitti. O zamana kadar, günde 10.000 kişiyi besleyen aş evlerini çalıştırmak için gerekli ekipmanla bir acil yardım sistemi kurmayı başardılar. Bu mutfaklar, savaş boyunca Yahudi mültecileri ayakta tuttu.
Göçün yeniden başladığı 1946 ile 1953 arasında JDC, yaklaşık 16.000 Yahudi’nin Çin’den göç etmesine yardım etti. 2 Dünya Savaşı’ndan sonra, hepsi olmasa da, Şangay Yahudilerinin çoğu İsrael’e, ABD’ne veya Avrupa’ya geri döndü. Leiwi Imas orada kaldı ve oradaki küçük Yahudi cemaatinin önemli bir üyesi oldu. Kızı Sara, Çince öğrenerek büyüdü ve Çinli bir adamla evliliğinden olan oğullarından Jerry, hala orda yaşıyor.
Jerry Imas şimdi mülteci aileleri arasındaki bağlantıları güçlendirmek için Şangay müzesiyle Çin-Yahudi Kültürel Bağlantı Merkezi işbirliğiyle kar amacı gütmeyen bir kuruluş kurarak, New York’da bu amaçla o dönemin belge ve resimlerini sergileyen bir serginin küratörü oldu.
Jeery Imas; “Hikayeyi, hafızayı, nesilden nesile saklamak istiyoruz” dedi. Yoksa oğlum, torunum büyüyünce, bir şey bırakmazsak, her şeyi unutabilirler.”
Jerry İmas