MARİA VE JACKİE’NİN
AŞK ÜÇGENİNİN KARANLIK YÜZÜ
GÜNÜMÜZDE...
YAHUDİLİKTE
BÜYÜCÜLÜK VE SİHİR
YAHUDİLERİN SİHİRE KARŞI TUTUMLARI
Yahudiliğin büyüsel inançlar ve uygulamalarla uzun ve belirsiz bir ilişkisi vardır. Yasaklanmış büyü listeleri Tevrat’ın çeşitli bölümlerinde göze çarpar. Örneğin Tesniye 18:10-11 ayetlerinde ”aranızda oğlunu veya kızını kurban olarak yakan, falcılık yapan, kahin, falcı, büyücü, medyum bulunmayacaktır.”
Yine de diğer Tevrat bağlamlarında, benzer şekilde sorgulanabilir görünen uygulamalar - rüyaları yorumlamak, sihirli asa kullanmak, kutsama veya lanet okumak ve kehanetlere atıfta bulunmak -İsrael’li kahramanlar için uygun davranışlar olarak belirgin şekilde ortaya çıkıyor. Örneğin Moşe Rabenu ve Aaron Ha-Kohen, Mısırlı sihirbazların beceremediği sihirler yapmakla ünlüdür. Güç kaynağı Tanrı olan, doğa üstü eylemleri memnuniyetle karşılanır; Gücü büyücülükten gelen yabancıların eylemleriyle alay edilir.
Talmud’daki hahamlar da benzer bir ayırım yaparlar. ”Amorluların Yolları” (Mişna) olarak bazı büyülere karşı çıkıyorlar (Şabat 6:10). Bunun yanı sıra diğer büyülü eylemleri merak ve gururla anlatırlar. Talmudik bir hikayede, bir bilgenin prestiji, Tevrat bilgisinin ona bir evin çökmesini engelleyen doğa üstü güçler verdiği ortaya çıktığında, önemli bir ölçüde artar. (Yeruşalayim Talmudu-Taanit3:11)
Yahudi düşüncesinde sihir karşıtı bir akım Orta Çağda devam etti ve en güçlü şekilde büyük rasyonalist Maimonides tarafından ifade edildi. Astrolojinin insan davranışlarını etkileme yeteneğine sahip olduğunu ifade etmesine rağmen, diğer sihir biçimlerinin yanı sıra onun da sınırları aşan ve tehlikeli bir batıl inanç olduğunu ve astroloji tarafının açıkça yasak olduğunu ilan etti. ”Kehanet ve büyücülük yapmayacaksın.” (Levililer 3:11)
Yine de Yahudiler büyüyle ilgilenmeye devam ettiler. Orta Çağda Yahudi büyüsü hakkındaki Hıristiyan inançları, zulme ve şiddete yol açtı. Yahudiler zaman zaman şeytana bağlı olarak, kara büyü yapmakla suçlandılar ve bu suçlama onları engizisyonun hedefi haline getirdi. Mezarlıktan dönerken el yıkamak gibi bazı Yahudi gelenekleri şüphe uyandırdı ve bazı kanlı sahneleri yarattı. Hatta bu, Yahudilerin bazı dini uygulama ve geleneklerini terk etmelerine neden oldu. Örneğin Provence’ta, Pesah bayramına hazırlanırken halk fırınının ritüel temizliği, büyücülük şüphesini uyandırdığı için ihmal edildi.
Ancak Ortaçağ Hıristiyanları hasta olup, iyi bir şekilde tedavi edilmek istedikleri zaman, Yahudi doktorları sihirbaz olarak nitelemelerine rağmen, iyileşmek için onları düzenli olarak sihir ve mucizelerle iyileşmek için evlerine çağırırlardı. Yahudilerin dil konusundaki geniş bilgileri, İbranice tercümelerinde, Arapça-Yunanca tıbbi eserlerin mevcudiyeti ve yurtdışına seyahat ve eğitim eğilimleri nedeniyle, genellikle daha etkili tıp pratisyenleri olup, doktorluk yaparlardı. Ama büyücü olarak nitelenirlerdi.
Paradoksal olarak, Yahudilerin bilimsel eğitimi, onları popüler, görüşte, teşhiste üstün büyücülük konusunda itibarlarını artırırdı.
Ritüel cinayet suçlamaları=kan iftiraları, Yahudi’lerin Pesah bayramının hemen öncesinde Hıristiyan çocuklarını kaçırarak, onların bedenlerini tıbbi ve büyülü tariflerinde kullandıklarını, daha sonraki dönemlerde ise, onların kanlarıyla yoğurulan matzaların (hamursuz) imal edildiğine inanırlar ve bu konunun etrafında Yahudilere katliamlar ve infazlar yapılırdı.
Tarihçiler, hain Yahudi büyücülüğünü iddialarının çoğunu çürütmüş olsalar da, Ortaçağ Yahudilerinin bazı büyü uygulamalarını meşru gördükleri ve bunları yürekten benimsediklerine dair çok sayıda kanıt var. 13. yüzyılda Kabala (Yahudi Mistik Edebiyatı) iki kola ayrıldı: İyunit (teorik) ve Ma’asit (pratik).
Kabala Ma’asit, İbrani harflerinin mistik değerlerini açıkladı, meditasyon ve isim okuma yoluyla yoluyla Tanrı’ya yakınlığa ulaşmak için formüller önerdi. Bunların hepsi Yahudi büyü ve sihirlerinin örnekleri olarak kabul edilebilir. Kabala Ma’asit’indeki, iblisler ve cinler hakkındaki literatür ve ayrıntılı melek bilimi, Yahudi mistisizmi ile Yahudi büyüsü arasındaki ayrımı daha da bulanıklaştırdı.
Modern batı dünyasının her yerinde, sihire olan popüler inanç azaldı ve büyüye karşı Yahudilerin argümanları, aydınlanma sonrası düşünce -Haskala- tarafından güçlendirildi. Ancak doğaüstü ve bilinmeyene olan ilgi asla tamamen azalmaz.
Günümüzde…
Batıl inançlar…
Bazı Yahudiler nazar kavramını benimsemeye devam ediyor ve onu engellemenin yollarını arıyor. Hamsa veya el bileklerine kırmızı ip takmak gibi bu uygulamaların sihir olarak sınıflandırılıp sınıflandırılmaması gerektiği çok açık olarak ifade edilmiyor. Batıl inanç ve otantik dini ifade arasındaki çizgi kesinlikle tartışmaya açıktır.
Fal - Geleceği görme gayreti …
Yahudi maneviyatının temel özelliğine göre, insan söz konusu olduğunda geleceğimizi tahmin edemeyeceğimize inanmamız gerekiyor. Geleceğimizi seçimlerimizle yaratırız. Kimsenin yaşam senaryosu önceden yazılmaz, insanın kendi seçimleriyle ileride yaşadıkları hayatı şekillendirdiklerine inanılır. Sadece örneğin yanlış bir seçim yapan insanın bunun farkına varması ve doğru yola girmek istediği zaman verdiği çabalar, Tanrı tarafından görülecek ve kabul edilecektir.
Geleceğin yazıldığına inanmayın. Değiştiremeyeceğiniz kader, karşı koyamayacağımız öngörü yoktur. Başarısız olmaya mahkum değiliz; Ne de başarılı olmak için önceden belirlenmiş kişiler değiliz. Örneğin okuldan atılan ve az gelişmiş zekaları olduğu zannedilen bir çok kişi Nobel ödülünü kazanabilen üstün kişiler olmuşlardır. Geleceği, kehanet, falcılık veya büyü ile göremeyiz. Geleceği ön görmüyoruz, çünkü geleceği biz yapıyoruz: Seçimlerimizle, irademizle, ısrarımızla ve hayatta kalma kararlığımızla.
Kanıt Yahudi halkının kendisidir. İsrael halkına Tevrat dışında ilk kehanet, II.Ramses’in halefi olan Firavun IV. Merneptah tarafından M.Ö 1225 civarında yazılan Merneptah Dikilitaşına kazınmıştır. Şöyle yazıyor: ”İsrael harap oldu, tohumu artık yok.” Kısacası bu bir ölüm ilanıydı. Yahudi halkı, düşmanları tarafından bir çok kez silindi, ancak neredeyse dört bin yıl sonra hala genç ve çok güçlü bir halk. Biz başkalarını şaşırtmaya devam ederken, çocuklarımız da bizi şaşırtmaya devam ediyorlar Tanrı’nın suretinde yaratıldık, özgürüz. Tanrı’nın lütuflarıyla ayakta kalarak, herkesin hatta kendimizin bile öngörebileceğinden daha büyük olabiliriz.
Jackie Kennedy ve Maria Callas, Marilyn Monroe olmasaydı, 29 Mayıs 1962’de New York’taki Maddison Square Garden’daki JFK Gala konserinde kesinlikle tanışacaklardı.
Bu, Başkan John F. Kennedy’nin 45. doğum günü kutlamalarının olduğu bir geceydi. Bu gecenin en önemli sanatçı konuğu, Milano’dan o gece için uçakla ABD’ye gelen opera yıldızı soprano Maria Callas’tı. Ancak akşama kayda değer bir şekilde katılmayan bir kişi başkanın eşi Jackie idi.
Marilyn Monroe’nun şarkı söylemeye davet edildiğini ve kendisinin, kocasının Monroe ile olan aşk ilişkisini bilen Jackie, film yıldızının Ulusal Televizyonda başkanı sesli olarak baştan çıkarırken, küçük düşürülmek istememişti.
Jackie’nin yokluğunda, Marilyn cinsel içerikli ve artık kötü şöhrete sahip ”Doğum günün kutlu olsun bay başkan” –Happy Birthday Mr. Presedent- yorumunu ulusa salmakta özgürdü.
New York köşe yazarı Dorothy Kilgallen tepkileri özetledi. ”Görünüşe göre Marilyn, 40 milyon Amerikalının önünde başkanla sevişiyormuş”. Sahnesinin alınmasına alışık olmayan Maria Callas bile Marilyn Monroe’nun onun rolünü çaldığını kabul etmek zorunda kaldı.
Maria Callas ve Jackie Kennedy hiç tanışmadılar. Oysa ikisi de yaldızlı jet sosyetenin iki ayrı önemli kişisiydi. Başlangıçta sadece yolları hiç kesişmedi. Daha sonraki yıllarda, her ikisi de Yunan denizcilik milyarderi Aristotle Onassis ile alenen yakınlaştıklarında bilinçli olarak birbirlerinden kaçındılar.
1974’te çekilen bir Barbara Walters televizyon çekiminde, Jackie hakkında ne düşündüğü sorulduğunda, Maria buz gibi bir soğuklukla ”Onu tanımıyorum, onunla hiç tanışmadım.” dedi. Daha sonra konuyu değiştirdi.
Jacqueline Kennedy ve Maria Callas 1920’lerin Manhattan’ında dünyaya geldiler. Maria 23’te, Jackie 29’da doğmuşlardı. Ancak yaşam şartları taban tabana zıttı. Jackie, borsacı ’Black Jack’ Bouvier ve İrlanda kökenli bir sosyetik olan Janet Lee’nin kızı olarak zenginlik ve ayrıcalık içinde doğdu. Babası ona hayrandı ve ondan sık sık “bir erkeğin sahip olacağı en güzel kızı” olarak bahsediyordu.
Ondan 6 yıl önce doğan Maria, Yunan göçmenler George ve Evangelia Kalegeropoulos’un ikinci kızıydı. Aile ABD’ne göç ettikten sonra soyadlarını Callas olarak değiştirmişlerdi.
Maria, Jackie’nin aksine istenmeyen bir çocuktu. Annesi bir erkek bebek bekliyordu, yeni doğan bebeğinin kız olduğunu görünce, ilk dört gün ona bakmayı reddetti.
Jackie New York’ta seçkin bir özel okula gitti ve tatillerini Hamptons’ta ata binerek geçirdi. Edebiyat ve dillerde mükemmeldi. Maria yerel devlet okuluna gittiği Queens ilçesindeki bir eczanenin üzerindeki küçük bir apartman dairesinde büyüdü. Henüz beş yaşındayken olağanüstü bir sesi olduğu ortaya çıktı.
Ortak noktaları ise ikisinin de ebeveynlerinin mutsuzluğu ve sonuç olarak boşanmalarıydı. Anne ve babası ayrıldıklarında, annesi Maria ve kız kardeşini Yunanistan’a geri götürdü. Jackie ve kız kardeşi Lee ise Conneticut’taki yatılı okula gönderildi.
Ancak 24 yaşından itibaren hayatları benzerlik göstermeye başladı. O zamana kadar muhabir olarak çalışan Jackie, John Kennedy adlı hevesli ve atılgan bir politikacı ile tanıştırıldı. İrlanda asıllı, hırslı, zengin Boston’lu bir ailenin oğluydu. Kısa sürede evlendiler ve 10 yıldan kısa bir süre içinde, 32 yaşına gelen Jackie, Amerika’nın first lady’si olarak Beyaz Saray’da yaşamaya başladı.
Bu arada Maria Yunanistan’da Atina Konservatuarı’nda yıllarını şan eğitimi alarak geçirmişti. Sonuç olarak da Opera de Verona’da rol almak üzere iken, henüz 24 yaşındayken zengin bir İtalyan iş adamı olan Giovanni Batista Meneghini ile nişanlandı. Adam ondan 26 yaş büyüktü. Birkaç yıl içinde evlendiler ve kocası Maria’nın menajeri oldu.
Ardından ünü çığ gibi büyüdü, 30’lu yaşlarının başında, Maria Callas operanın first lady’si olarak selamlanıyordu.
Callas ve Kennedy, kendi kamusal kişiliklerini yaratma konusunda içgüdüsel bir yeteneğe sahiptiler. Jackie ideal “başkanlık eşi” imajını yarattı. Chanel ve Dior’dan giyindiği, kusursuz bir kağıt bebek ikonu oldu. Zahmetsiz bir imajın sahibi oldu.
Akşam yemeklerinden sonra, dünyaca ünlü müzisyenlerin çaldığı Beyaz Saray’da düzenlenen gala gecelerinde, Avrupa dillerine olan hakimiyetiyle konuklarını etkiledi. Aynı zamanda Jackie, cephenin arkasında evlat kayıpları yaşadı, kocasının sürekli olarak onu aldatmasının üzüntüsünü hiç belli etmedi ve çok güçlü bir profil sergiledi.
Çocukluğundan beri aşırı kilolu olan Maria da yeni kişiliğini icat etmeye koyuldu. 1953’ te 36 kg. verdi ve Audrey Hepburn tarzında güzel giyimli bir moda ikonu olarak ortaya çıktı. Jackie gibi, Maria da pek çok dili akıcı olarak konuşabiliyordu. O da bildiklerini birleştirerek, kendine özgü krallara layık bir aksanla konuşuyordu. Kendine yarattığı imajla sadece sahnelerin divası değil, kaprisleri, talepleri ve konser iptalleri ile gazetelerde manşet oluyordu.
Maria Callas, 1957’de Venedik’teki bir partide Yunan Denizcilik patronu milyarder iş adamı Aristotle Onassis ile tanıştırıldı. Birkaç hafta içinde, Maria ve kocasını Akdeniz gezisi için özel yatında kendisine katılmaya davet etti.
Onassis operayla zerre kadar ilgilenmiyordu, o aslında değerli ve ünlü insan koleksiyoncusuydu. Bu yat gezisi davetini, Maria şarkıcılık kariyeri ile çok meşgul olduğunu söyleyerek reddetti. Ancak sonunda Christina yatında Sir Winston ve Lady Churchill ile yapılacak olan tatil davetini kabul etti. Gemiden ayrıldığında Meneghini ile olan evliliği bitmişti. Oysa Onassis’in Tina isimli bir karısı ve iki çocuğu vardı.
Maria, Onassis tarafından baştan çıkarılmış, sesini ihmal etmesine ve bir zamanlar muhteşem opera kariyerine aniden son vermesine neden olacak bir dünyanın içine çekilmişti.
1963’te Onassis, Jackie Kennedy ile benzer bir fırsatçı taktik hazırladı. Oğlu Patrick’in henüz iki günlükken öldüğünü ve Jackie’nin delice bir yas içinde olmasını fırsat bilerek, onu iyileşmesi için Christina yatıyla yapılacak bir gemi yolculuğuna davet etti. Nedir ki, uzun zamandır birlikte olduğu Maria Callas bu seyahate dahil edilmemişti. Bunun yerine Onassis, onu Paris’te, onun için satın aldığı görkemli bir dairede bıraktı.
Üç ay sonra Kennedy Dallas’ta suikaste kurban gittiğinde dünya şoka girdi. Onassis elinden geldiğince Jackie’ye desteğini sunarak ona kol kanat germeyi sürdürdü.
JFK’nin ölümünden sonra, Jackie, kocasının erkek kardeşi Robert Kennedy ile teselli buldu ve onun başkanlık kampanyalarına destek verdi. Ancak Haziran 1968’de, onun da başkanlık seçimleri kampanyasında Los Angeles’te vurularak öldürülmesi sonunda Jackie paniğe kapıldı. Sırada kendi çocuklarının olduğu sanrısına kapılmıştı.
Onassis’in evlenme ve onu koruma teklifini kabul ederek, ona özel adası olan Scorpion’u, Olympic Havayolları şirketini ve muazzam servetini emrine verdi. Jackie arzuladığı güvenliği elde ederken, Onassis en büyük ödülü, dünyanın en ünlü kadınını almıştı. Düğün o kasım ayında bir tanıtım haberiyle patladı. Bu konu hakkında hiçbir haberi olmayan Maria, düğün haberini, Paristeki muhteşem evinde tek başına televizyonu izlerken öğrendi.
Jackie ile Onassis’in evliliği en başından beri bir felaketti. Onassis, ”Jackie gibi para harcayabilen biriyle hiç tanışmamıştım” diyordu. Evliliklerinin sadece ilk yılında 1,5 milyon dolar harcadı. Çoğunlukla evlerini yeniden dekore etti. En pahalı modaevlerinden alış veriş ederek gardrobunu baştan aşağı yeniledi.
Onassis’in birkaç hafta içinde Maria Callas ile ilişkisine yeniden başladığı herkes tarafından bilinmekte. İlk başta anlaşılır bir şekilde harap olan Maria onu görmeyi reddetti. Ancak, Onassis’in Mercedes Coupe’sini apartmanının ön kapısına çarpmakla tehdit ettiğinde, sonunda yumuşadı.
Onassis’in şoförü Yaikinto Rossa,”Ölümüne kadar her ay bir araya geldiler” dedi. ”Gerçek şu ki Maria Callas, Onassis’in tek gerçek aşkıydı. Hiç evlenmemiş olsalar da onun gerçek karısıydı.”
Jackie Amerika’ya döndü ama Kennedy ile Callas arasındaki rekabet yoğun olarak devam etti. Dünya basını, Onassis ve Callas’ın Paris’teki Maxim’s de iki kişilik romantik bir akşam yemeği yerken görüntüleri yayınladığında, Jackie hemen Boston’dan uçağa bindi ve iki gece sonra Onassis ile aynı restoranda yemek yerken fotoğraflandı. Bu Callas’a karşı, kasıtlı bir meydan okumaydı.
Jackie ile evliliğinin son yıllarında Onassis, Maria'ya yaptığı ihanetini büyük bir hata olarak görmeye başladı. Ağır hasta olduğunu öğrendiğinde, avukatlarına Jackie’ye karşı boşanma davası açmalarını söyledi. Bunu tipik Onassis tarzında yaptı-bu ona kalacak serveti azaltmak için, zina yaptığını ispatlamak için- özel detektifler tuttu. Bu Jackie’nin sürekli takip edilmesi anlamına geliyordu. Ancak Onassis, Jackie’den boşanamadı. Bunu yapamadan önce, hayati hastalığının yüzünden Paris’te bir hastaneye kaldırıldı. Jackie onun yanında değildi. Bunun yerine Aspen’a kayak yapmaya gitti. Ama Maria Callas’ın başucuna kabul edilmemesi talimatını bırakmayı da ihmal etmedi.
Callas aslında Onassis’i ölüm döşeğinde ziyaret etti. Bir servis asansörüyle gizlice odasına çıkarıldı ve komada yatarken bir saat onunla oturdu. Bu onun son vedasıydı. Onassis birkaç gün sonra öldü.
Onassis’in vasiyetinde karısının servetindeki payını en aza indirildiği bildirildi ancak Jackie buna itiraz etti.
Onassis’in kızı Christina, uzayan ve kamuoyuna açık hukuk savaşından kaçınmak için Jackie’ye 26 milyon dolarlık tam ve nihai bir ödeme yapmayı kabul etti. Maria Callas’a hiçbir şey kalmadı.
1975’te Onassis’in ölümünden sonra, sesi kesilen Maria, Paris’teki dairesinde münzevi bir hayat yaşamaya başladı. Fotoğraflarla ve hatıralarla çevrili, şanlı geçmişinde yaşayan bir opera sanatçısı Norma Desmond ile oturur eski kayıtlarını dinlerdi. İki yıl sonra, 16 Eylül 1977 sabahı Callas, yatak odasının zemininde kalp krizinden yaşamın kaybetti ve ölü olarak bulundu. Maria veda ettiğinde sadece 53 yaşındaydı.
Jackie, yayıncılık alanında yeni bir kariyere başladı ve elmas satıcısı Maurice Tempelsman ile yeni bir aşk buldu. 1994 yılında 64 yaşındayken kanserden öldü.
Hem Jackie hem de Maria, milyonlar tarafından zamanlarının ikonları olarak hatırlanırken, bir zamanlar
dünyanın en zengin adamı olan Aristotle Onassis, bu olağanüstü dramdaki rolüyle hatırlanmaktadır.