GÜZELLİĞİ DİLLERE DESTANDI! MISIR PRENSESİ VE İRAN KRALİÇESİ FEVZİYE’NİN YÜREK BURKAN HAYATI
KADIKÖY’LÜ KÜÇÜK SARA -22-
1974 yılı hayallerle başlamıştı. Okul bitecek, ve yaza aliya yapacaktım. Bütün sınıf arkadaşlarıma da bu kararı açıklamıştım. Dersler iyi gidiyordu. Behiye ile gitgide daha da kenetleniyorduk. Behiye akıllı, iyi yürekli, kibar ve hakiki bir insandı. Aramızda hiç bir çekişme, fikir ayrılığı ve bencillik yoktu. Bunca yılda, bu güne kadar Behiye hep aynı zarafete ve iyiliğe sahip hakiki bir dost arkadaştır. Onunla ilgili hiçbir kötü hatıram yok.
Okuldaki öğle teneffüslerimiz çok keyifli geçerdi. Her öğlen ikişer, turşulu, domates soslu, sosisli sandviç yer ve coca-cola içerdik. Kantinimiz harikaydı. Alçak masalar ve tabureler vardı. Harika müzikler çalardı, orası bize o yaşta, disko havası verirdi. Müzikler, kahkahalar gırla giderdi. Biz arada okul oraya çok yakın olduğundan çarşının içine girer, Ari'ye minik oyuncaklar veya Tarık Akan kartpostalları alırdık. Sonra Çarşı Durağı’na yakın olan Vefa Bozacısı’na gider boza içerdik. Behiye bozayı o kadar severdi ki sırtını insanlara döner, parmağını bardağının dibine daldırır, son damlasına kadar bozayı sıyırırdı. Ben buna çok gülerdim. Cumartesi günleri sinema keyfimiz devam ediyordu. O bazen Şişli’de oturan küçük dayısının evine yatıya giderdi. O hafta arası, Şişli için anlatacak bir sürü hikayesi olurdu.
O sene ben, Behiye’den ayrı olarak pazar günleri saat 5 matinesine, annemlerle de sinemaya giderdim. Ben babamla, annem de teyzemle kol kola yürürdük. Babam, koluna takılarak yürüdüğüm en kutsal erkektir. Onun üstüne erkek tanımam. Canımın içi, güler yüzlü, nazik ve kibardı. Onun koluna girdiğimde, kendimi dünyanın en şanslı kızı gibi hissederdim.
O yıllarda gördüğüm bütün filmlerin adını ve artistlerini yazdığım bir bloknotum vardı. Bu bloknotun listeleri uzayıp giderdi. Okumak istediğim kitap listeleri, almak istediğim giysi parçaları veya aksesuarla. Listedekileri aldıkça, üzerini çizerdim, altına yeni isimler yazardım. Bir de, bu gün hala devam eden bir çorap tutkum vardı. Okulda gri forma etekliğimin üzerine giydiğim kazaklarımın renginde yün, dize kadar gelen çoraplarım vardı. Her cumartesi sinema dönüşü, Bahariye Caddesi’ndeki “Papatya” adlı dükkandan kendime farklı renklerde bir çift yün çorap alırdım. Annem güler ve “Sara haftalık çorabını aldı” derdi. Bu arada günlüğüm Desiree, her daim elimin altındaydı. Ben içimdeki iyi veya kötü, kimseyle paylaşmayı tercih etmediğim duygularımı Desiree’ye uzun uzun yazardım. Bu benim duygu karmaşama çok iyi gelirdi.
74 yılının ilkbaharı geldiği zaman hepimizi bir heyecan sarmıştı. Mezuniyet sınavları başlayacaktı. Herkes not ortalamalarına bakıyor ve hangi derslerden sınava girmek gerektiğini hesaplıyordu. Biz Edebiyat sınıfı olduğumuz için edebiyat sınavı mecburiydi. Ayrıca eğer bütün notlarımız iyi ise, üç fen dersinden birini seçmek zorundaydık. Fizik kimya veya cebir. Ama bu notlar kötüyse hepsinden sorumlu olacaktık. Felsefe, mantık ve sosyoloji grubu da aynen öyleydi. Yani notlarımız ne kadar iyiyse, o kadar az dersten sınava girecektik. Benim bu konuda pek derdim yoktu. Bütün derslerim iyiydi. O yüzden gergin değildim. Benim asıl üzüntüm, artık güzel Marmara Koleji günlerinin bitecek olmasıydı. Sınıfımızdaki bütün arkadaşlarımı çok severdim. Biz onlarla ense tokat arkadaştık. Birbirimize yan gözle bile bakmazdık. Eğer hoşlandığımız biri olursa, o karşı sınıftan olurdu.
Mayıs ayına doğru o sene çıkacak olan yıllık için resimler çektirmiştik. Sınıftaki arkadaşlar yıllık için karşılıklı izlenim yazıları hazırlıyorduk. Fenerbahçe Spor Kulübü’nde yapılacak olan mezuniyet balosu için kızların telaşı doruk noktasındaydı. Hepimiz terzilere gidip beyaz uzun tuvaletler diktiriyorduk. Benim elbisem yuvarlak yakalı, dirseklerimde biten karpuz kollu, kloş bir elbise idi. Kollarında yapma küçük beyaz papatyaları vardı. Belinde de arkadan bağlanan kalınca bir kuşağı vardı. Kumaş sanırım Anvers Satendi. Annem öyle demişti. Bu elbiseler sanki gelinlik stajı yapar gibi bir heyecan da veriyordu. Mayıs ayının son haftası bize geçici mezuniyet belgelerinin verildiği baloda hepimiz çok heyecanlıydık. Biz kızlar o gün Moda’daki bir kuaföre gitmiştik. Fügen Ergüvenç (Köktürk), daha sonra henüz 23 yaşındayken ve karnında ilk bebeğini taşırken, anevrizmadan yaşamını kaybeden Beril, Behiye ve ben aynı kuafördeydik. Neşe ve heyecandan kabımıza sığamıyorduk. O akşam herkes baloya aile efradıyla gelmişti. Ben, annem, babam ve Suzan teyzemle beraber gitmiştik. Behiye de anne - babası ve bir aile dostu çiftle gelmişlerdi. Behiye ve ben ailelerimizle birlikte aynı masada oturmuştuk.
O gece 11 Edebiyat ve 11 Fen sınıfları karışık olarak bulunuyorduk. Bize baloyu bir vals ile açacağımız söylendi. İçi kırmızı taze gül goncaları ile dolu bir sepet vardı. O anda herkes dam kavalye seçimine girişmişti. Ben bakınırken, yanıma 11 Fen’den çok samimi olduğum bir erkek arkadaşım yaklaştı ve beni valse davet etti. Adı Aysun Orhon olan bu arkadaşım, o gecenin en yakışıklılarındandı. Lacivert ipek kadife bir ceket pantolon ve papyonu ile prens gibiydi. Vals nağmeleri yükselince çiftler yan yana sıraya dizildik. Sepetten bir gül alan kavalye, onu damına verince vals yapmaya başlıyorduk. O geceyi hayatımın en müstesna gecelerinden biri olarak, gönlümün derin bir köşesinde saklarım. Sonra müdürümüz numara sırasına göre hepimize kırmızı kurdelelerle bağlanmış mezuniyet belgelerimizi verdi. Ardından yemek ve dans başladı. O gece durmadan dans ettik. Ben hep Aysun’la dans ediyordum, ama arada bir o tarafa bakınca annemin göz hapsinde olduğumu görüyordum. Uzaktan bana uyarı şeklinde parmağını sallıyordu. Çanlar kimin için çalıyordu acaba?
Balodan 1-2 gün sonra , bütün notlarım iyi olduğu için seçmeli ve mecburi 6 sınava girdim. Edebiyat-Tarih, İngilizce yazılı ve sözlü, Sosyoloji ve Fizik. Sonuçlar açıklandığında sadece dört kişi haziran mezunu olmuştuk. Bunların içinde Behiye ve ben de vardık. Edebiyattan 10 numara almıştım. Sevinçten uçarak eve döndük. Annemle babamın beni kıvançla kutlamaları harika bir duyguydu. Alnımızın akıyla bu iş bitmişti. Artık Sarika’yı kim tutardı?
O yaz Behiye, İsrail’e rahmetli amcasının eşi ve çocuklarının yanına gidecekti. Ben onun adına da çok heyecanlanıyordum. Temmuz'un 25’i gibi gidecekti. Benim aliya planım ise şöyleydi: Konsolosluğa gidip dosya açtıracaktım ve Şubat döneminde aliya yapıp, Üniversite Ulpanı’na başlayacaktım. O zaman öğrenciler şubat ve ağustos dönemlerinde, iki dönem şeklinde aliya yaparlardı.
20 Temmuz günü Behiye’nin doğum günüdür. O gün heyecanla uyandım. Hediyem bile hazırdı. Birkaç gün sonra İsrael’e turist olarak gidecek olan arkadaşımla güzel bir gün geçirme hayalindeyken, radyo ve tv’da marşlar çalmaya başladı ve hala gözümün önünde duruyor; TRT haber spikeri Zafer Cilasun Türk Ordusu’nun Kıbrıs’a bir Çıkarma Harekatı başladığını heyecanla naklederken, Türkiye birden bire kendini yeni bir savaş sarmalının içinde buldu. Öğleye doğru hükümetin talimatları yayınlanmaya başladı, gece karartma yapılacak, camlar siyah perde veya kartonlarla kapatılacaktı. Bu olası bir Yunan hava hücumu için gerekliydi. Radyoda sürekli olarak Harbiye Marşları çalınıyor ve haber bültenleri okunuyordu. TRT’ de sürekli üç şarkı çalınıyordu. Ayten Alpman’dan “Bir Başkadır Benim Memleketim”, Barış Manço ’dan “Hey Koca Topçu” ve Hasan Mutlucan’dan “Yine de Şahlanıyor Aman” türküsü. O sene 1 ay boyunca radyo ve televizyonlarda hep bu şarkılar çaldı. Behiye’nin seyahati ertelendi. Annesi onu katiyen göndermiyordu. Çünkü esaslı bir savaş olasılığı vardı. O gün onunla buluşacağımız yerde, annemle Moda’daki büyük Migros’a gittik. Annem savaş görmüş bir insan olarak, yiyecek kısıntılarından korktuğu için neredeyse 6 aylık yiyecek vs. aldı. Bunları taşımak olası değildi. Dönüşte eve taksiyle dönmüştük. Herkes ekmek fırınlarına kuyruğa giriyordu. Ben daha olayın ayırdına pek varamamıştım, büyüklerimiz savaş tamtamları çalıyorlardı. Gezmek falan hikaye, anneler bizi dizlerinin dibinden ayırmıyorlardı. Harekatın başlangıcından 2-3 gün sonra yedeklerin askere alınacağı bildirildi. Annem bunu duyunca korkunç bir sinir krizi geçirdi ve kolları ile bacakları uyuşmaya başladı. Henüz bir yıl önce terhis olan Aşer’in savaşa alınacağı korkusu onu bitirmişti. Saat 20.00’de karartma başlıyordu. Sokaklar da lambalar bile yanmıyordu. Doktorumuza telefon ettik, cevap vermiyordu. Ben, Bahariye’de ablamların sokağında oturan başka bir dahiliyeciye gittim. Annem “karanlıkta gitme” diye bağırırken, “ben annemi yalnız bırakmayın” diye bağırıyordum. Koşarak doktora gittim. Bereket, evdeydi, çantasını alıp hemen bize geldi. Annemin tansiyonu 24/11 idi. Doktor ona çantasından çıkardığı bir dil altı hapı verdi. Yine çantasından çıkardığı müsekkin bir ilacı iğne ile zerk etti ve reçete yazdı. Sinir yasaktı, haberleri dinlemek yasaktı… (duy da inanma) kafasında buz torbası ile annem uzandı, ben bu sefer babamla çıkıp nöbetçi eczane aramaya çıktım. Reçeteyi yaptırıp eve döndük. Annem her zaman panik ataklar geçirip, beni korkudan mahvederdi ama o geceki farklıydı. Ondan sonra beni her zaman zor günler bekliyordu. Peki 20 Temmuz 1974 Kıbrıs Barış Harekatı neydi?
15 Temmuz 1974 tarihinde; Kıbrıs’ta Başpiskopos Makarios’a karşı darbe yapıldı ve Nikos Sampson iktidarı ele geçirdi. Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Bülent Ecevit, Afyon gezisini yarıda kesip Ankara’ya döndü ve Güvenlik Kurulu ve Bakanlar Kurulu olağanüstü toplantıları yapıldı. 16 Temmuz'da; Makarios bir İngiliz helikopteriyle İngilizler tarafından Malta Adası’na güvenliği için götürüldü. Ankara’da Başbakan Bülent Ecevit parti liderleriyle görüştü ve Yunanistan’daki darbenin doğuracağı sonuçlara karşı askeri tedbirlerin alınmaya başladığını bildirdi. Ayrıca bu toplantıda meclis aynı hafta içinde Perşembe günü toplanmak üzere toplantıya çağırıldı. Yunanistan’da Askeri Cunta genel seferberlik kararı aldığını açıkladı.
17 Temmuz; Makarios, Birleşmiş Milletler'i, Yunanistan’ı kınamaya çağırdı ve eş zamanlı olarak NATO, yayınladığı bildiri ile Yunanistan’daki Cunta Yönetimini uyardı. Başbakan Ecevit ve beraberindeki heyet, Yunanistan’daki darbe konusunda görüşmeler için Londra’ya hareket etti. Nikos Sampson Kıbrıs’ta hakim olmaya başladı. Birçok devlet başkanı soğukkanlı olmak gerektiği konusunda mesajlar yayınladı.
18 Temmuz; Ankara’da Başbakan Yardımcısı Necmettin Erbakan ve Maliye Bakanı Deniz Baykal ile parti liderleri toplandı ve meclis olağanüstü toplantısının, Cumartesi gününe ertelenmesini kararlaştırdı. Dışişleri Bakanı Turan Güneş, Pekin gezisinden döndü. Londra’daki Türk Heyeti, Başbakan Bülent Ecevit’in, ABD Dışişleri Bakanı Dr. Henry Kissinger’in temsilcisi Joseph Sisco ile görüşmesinin ve Savunma Bakanı Hasan Esat Işık’ın, İngiliz Dışişleri Bakanı James Callaghan’la son kez görüşmesinin ardından geri döndü. Aynı gün Joseph Sisco Atina’ya gitti.
19 Temmuz; Joseph Sisco, Atina’dan sonra Türkiye’ye hareket etti. Türk Deniz Kuvvetleri savaş gemileri Mersin’den demir aldı. Joseph Sisco gece de Ankara’da başbakanlıkta görüşmelere devam etti. Türk Ordusu hazırlıklarını tamamladı. Mersin’de çıkarma gemilerine askerler bindirilmeye başlandı. Trakya’daki Türk Ordusuna bağlı birlikler Yunanistan sınırına doğru kaydırılmaya başlandı. Yunanistan’da darbeciler Trakya sınırındaki köyleri boşaltma kararı aldı ve Atina radyosunda ”bir günde Konstantinopolis’teyiz” mesajları yayınlamaya başladı.
20 Temmuz; Sabah 5.00’te Türk askeri uçakları keşif uçuşlarını tamamladı ve asıl harekat için havalandı. Saat 6.00’da Başbakan Bülent Ecevit radyodan yayınlanan mesajıyla çıkarmanın başladığını açıkladı. Saat 8.30 da Türk askeri Kıbrıs’a çıktı. NATO ve Birleşmiş Milletler eşzamanlı toplantı yaptı fakat toplantı sonunda eylem kararı alınmadı. TBMM olağanüstü toplantısını yaptı. Çıkarmadan sonra Atina’ya tekrar giden Sisco, akşamına Ankara’ya geri döndü.
21 Temmuz; Birleşmiş Milletler, 353 No’lu kararla ”ateşkes” çağrısında bulundu. Yunan donanmasının Kıbrıs’a tekrar hareket etmesi durumunda vurulacağı, Türkiye tarafından açıklandı. Nikos Sampson Türkiye’nin uyarısının dikkate alınmayacağını basın yoluyla bildirdi. Başbakan Ecevit, Sisco’ya hedeflere varılmadan durulmayacağını söyledi. Sisco, Cunta’dan görüşecek muhatap bulamadığını söyledi. Türkiye’nin uyarılarına rağmen Kıbrıs’a hareket eden Yunan gemileri ve uçakları ile Baf ve açıklarında savaş yapıldığı Türk, Yunan ve diğer yayın kuruluşlarından duyuruldu. Bu haberleri Türk Genelkurmay Halkla İlişkiler Bürosu doğruladı. Türk birlikleri Kıbrıs’ta Türklerin yaşadığı bölgelerde kontrolu ele geçirdi. İlerlemeye devam edildiğini bildirdi.
22 Temmuz; Yunan Cuntası’nın dağılmak üzere olduğu haberleri yayıldı, fakat Atina haberleri yalanladı. Yunanistan’da ve Türkiye’de Birleşmiş Milletlerin ”ateşkes” çağrısını yerine getirme kararı alındı ve 17.00’da uygulamaya başlandı.
23 Temmuz; Muharebeler sırasında batan Türk ve Yunan gemilerinden kurtulan denizcilerin gemiler tarafından ateşkes sırasında bulunduğu basında yer aldı. Yunan Cuntası iktidarı Karamanlis’e bırakma kararı aldı. Kıbrıs’ta da Klerides, Nikos Sampson’un yerine getirildi. TBMM özel toplantısında “Türk Ordusu başarılı bir harekat gerçekleştirdi” açıklaması yapılarak tebrik edildi. Cenevre Konferansı bir gün ertelendi.
24 Temmuz; Başbakan Bülent Ecevit, Yunan yeni başbakanı Karamanlis’i tebrik etti. Birleşmiş Milletler 354 sayılı kararında,353 no’lu kararındaki ”ateşkes” çağrısına uyulmaya devam edilmesini istedi.
Ateşkese rağmen sular durulmadı. O yaz daha çok sıkıntılara gebeydi.
İngiltere’den bağımsızlığını elde eden Mısır’ın ilk Kralı I. Fuad ve kendisinden 26 yaş küçük olan ikinci eşi Nazlı Sabri’nin aylardır beklediği gün gelmişti. 1921’in 5 Kasım sabahında İskenderiye’de dünyaya gözlerini açan Fevziye bebek dillere destan güzelliğiyle adını tüm dünyaya duyuracaktı. Daha sonra Mısır kralı olacak I.Faruk’tan sonra gelen dört kız kardeşin en büyüğüydü. Doğduğu günden beri sıkı bir eğitim sürecinden geçti, sarayda yabancı bakıcılar tarafından büyütüldü. Üniversite okumak için İsviçre’ye gitmeden önce, sarayda yabancı dil ve müzik dersleri aldı. Arapçaya ek olarak akıcı bir şekilde Fransızca ve İngilizce de konuşabiliyordu. İsviçre’ye gittiğinde yolu İran Şahı Rıza Pehlevi’nin oğlu Muhammed Rıza Pehlevi ile kesişecekti. Üstelik Pehlevi onun hayatının dönüm noktalarından birinde başrolde olacaktı. İsviçre’den ülkesine döndükten sonra, alınan bir kararla hayatı altüst oldu. 18 yaşına kadar mutluluk içinde geçen ömrünün geri kalanında Fevziye’yi acı dolu günler bekliyordu.
İRAN ŞAHININ OĞLUYLA EVLENMEYİ KABUL ETTİ
1900’lü yılların ilk yarısında, İran Şahı Rıza Pehlevi kendisine Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ulu önder Mustafa Kemal Atatürk’ü örnek alıyordu. Atatürk’ün inkılapları ve ileri görüşlülüğü, İran Şahı Pehlevi’nin ülkesinde yapacağı atılımlar için her zaman rehberlik etmişti. Atatürk yaptıkları bir görüşmede, Pehlevi’ye, Ortadoğu'da iki güçlü ülkenin bir akrabalık bağı kurmasının bölge için çok iyi sonuçlar verebileceğini söylemişti. O dönem Ortadoğu'da, 1.Faruk yönetimindeki Mısır hızla gelişiyor ve modernleşiyordu. İran Şahı Pehlevi, işlerin pek iyi gitmediği ülkesi için Mısır ile akrabalık kurmanın mantıklı olabileceğini düşünerek Veliahtı Muhammed Rıza Pehlevi’ye bu fikri açıkladı.
Genç prens, babasının düşüncesine sıcak bakınca, Mısır prenseslerinin fotoğrafları genç veliahta gösterildi. Aslında İranlı bir kıza aşık olan veliaht prens, Mısır prensesi Fevziye’yi bir İngiliz dergisinin kapağında görünce onunla evlenmek istedi. O sırada eğitimini tamamlayıp ülkesine dönen, daha sonradan güzelliği nedeniyle ‘Asya Venüsü’ lakabıyla tanınacak olan Fevziye ise sıkıcı bulduğu saray hayatına uyum sağlamaya çalışıyor ve hayatını değiştirebilecek hayaller kuruyordu.
MISIR PRENSESİ İRAN KRALİÇESİ OLDU
İki ülke arasındaki hazırlıklar iki tarafın da onayıyla hemen başlatıldı, Muhammed Rıza ve Fevziye düğünden önce birbirlerini sadece nişan töreninde görmüşlerdi. Eğitimli ve dünyalar güzeli prensesin hayatı artık değişiyordu. Mısırın son prensesi ve İran’ın ilk imparatoriçesi Fevziye ve Muhammed Rıza, 40 gün 40 gece süren törenlerle 15 Mart 1939’da Kahire’de Abdeen Sarayı’nda evlendi. Prenses Fevziye’nin acıklı günleri işte tam da bu evlilikle başladı.
Çiftin çocukları, evliliklerinden yaklaşık bir buçuk yıl sonra dünyaya geldi. Takvimler 27 Ekim 1940’ı gösterdiğinde, Fevziye ve Veliaht Muhammed Rıza Pehlevi, Şehnaz adını verdikleri kız çocuklarını kucaklarına aldı. Evliliğin mimarı olan İran Şahı baba Rıza Pehlevi ise saltanatının son yılındaydı. Minik Şehnaz henüz 11 aylıkken, Prens Muhammed Rıza Pehlevi, babasının tahttan çekilmesiyle İran Şahı oldu. Takip eden yılda Kraliçe Fevziye’nin İngiliz fotoğrafçı Cecil Beaton tarafından çekilen fotoğrafı, dönemin ünlü haber dergisi ‘Life’ın 21 Eylül 1942 tarihli sayısının kapağı oldu.
KIZ ÇOCUK DOĞURDUĞU İÇİN SEVİLMİYORDU
Tüm gözler onun üzerindeydi ancak Fevziye mutlu değildi. Ortadoğu’nun en gelişmiş kentlerinden biri olan Kahire’den sonra Tahran, ’Asya Venüsü’ne hiç de cazip gelmiyordu. Şehrin yolları toprak, binalar ve evler demode, Gülistan Sarayı ise büyük bir villadan ibaretti. Kraliçenin İran’ın iklimine alışamaması nedeniyle sağlığının bozulması ve Şah’ın başka kadınları alenen Gülistan Sarayı’na getirerek kendisini aldatması gibi sebepler evliliğin bitmesi için aslında yeterliydi. Üstelik dillere destan güzelliği ve hüzünlü bakışlarıyla herkesi büyüleyen Fevziye, erkek yerine bir kız çocuğu doğurması nedeniyle, sarayda ve saray dışında da sevilmiyordu. Kayınvalidesi ve görümceleri ona çok kötü davranıyorlardı. Bu sıkıntılı günlerin ardından boşanmaya karar verdi. Takvimler 1945’i gösterdiğinde boşanmak için başlatacağı işlemlerin yeterli olacağını düşünüyordu. Ancak hesap edemediği çok önemli bir şey vardı.
BAŞINA GELECEKLERDEN HABERSİZDİ
Kızı Şehnaz’ı alıp Kahire’ye dönmeye karar verdi. Kocasi Şah Pehlevi, eşinin bu isteğine karşı çıkmamış ve kabul etmişti. Fevziye ummadığı bu kabulden sonra çok sevinmiş ve mutlu olmuştu. Fakat işler hiç de Fevziye’nin düşündüğü gibi kolay değildi. Kraliçe olduğu İran’dan, prenses olduğu Mısır’a dönmek istiyordu.
Kızıyla birlikte uçağa binen ‘Asya Venüsü’ artık Kahire uçuşunun başlamasını bekliyordu. Şah kızıyla uzun uzun vedalaşmıştı. Uçak henüz kalkmadan Şah arabasının içinde hala pistteydi. Protokol Şefi’ni uçağa göndererek kızı Şehnaz’ı son bir kez öpebilmesi için izin istedi. Fevziye kızını muhafıza verdi ve kızının, babası Şah’la son bir kez vedalaşması için gitmesine izin verdi.
FİLM GİBİ SAHNE
Minik Şehnaz uçaktan inince uçağın kapıları hızla kapatıldı ve Şah Pehlevi’nin emriyle Fevziye, kızı olmadan Kahire’ye yola çıkarıldı. Kocasının kurduğu tuzağı çok geç fark eden ve durumdan hiç şüphelenmeyen Fevziye’nin kızıyla yaşadığı yıllar süren ayrılığı işte bu film gibi sahneyle başladı. Uçakta haykırdı, kendini yerlere attı. Pilota geri dönmesi için yalvardı. Fakat emir kesindi. Şahın emrine kimse karşı gelemezdi. Kızı olmadan Kahire’de mutsuz günler geçirmeye devam eden Fevziye, kendisine büyük acı yaşatan kocası Muhammed Rıza Pehlevi’den resmi olarak ancak 17 Kasım 1948’de boşanabildi. Şah Pehlevi, Fevziye’den boşandıktan sonra önce Süreyya Bahtiyari ile, sonra ise Farah Diba ile evlendi.
KIZINA HASRET KALDI AMA PES ETMEDİ
Prenses Fevziye Fuad, Şah’tan boşandıktan beş ay sonra 28 Mart 1949’da Kahire’deki Kubbe Sarayın’da Çerkez asıllı diplomat ve 1. Faruk’un yaveri İsmail Şirin ile evlendi. Çiftin bir kızı ve bir oğlu oldu. 1952’de ağabeyi Kral Faruk tahttan indirilip sürgüne gönderilince, cumhuriyet ilan edildi ve kraliyet ailesi ülke dışına çıktı. Ancak ailesinin aksine Fevziye doğup büyüdüğü Mısırda kalmayı tercih etti.Kalan ömrünü İskenderiye ve Kahire’de geçirdi. 1994’te eşi, 2009’da ise kızı Nadia öldü. Dünyalar güzeli Mısır prensesi Fevziye’nin ihtişamlı hayatı, böyle hazin bir biçimde sona erdi.
Henüz 6 yaşındayken yollarının ayrıldığı kızı Şehnaz’la yıllar sonra İsviçre’de bir araya geldi. Kızı Şehnaz annesine mesafeliydi. Kızı onunla bir bağ oluşturmaya hevesli değildi. İkili birkaç kez buluşmalarına rağmen soğukluk ortadan kalkmadı. Fevziye bu durumu kabullenmek zorunda kaldı. Yaşadığı büyük hasret ve acıya rağmen hiçbir zaman pes etmedi
Fevziye yaşadığı zorluklara rağmen kararlı duruşu ve güçlü karakteriyle günümüzde de birçok kadına ilham kaynağı olmayı sürdürüyor.
Fevziye 2 Temmuz 2013 tarihinde Mısır’ın İskenderiye şehrinde, 92 yaşındayken hayata veda etti.
Çocukları: İran prensesi Şehnaz Pehlevi. Ardeşir Zahidi ile evlendi ve Zahra Mahnaz adında bir kızı oldu,
İkinci eşinden; Nadia Şirin, Hüseyin Şirin Efendi.
Kaynak: Wikipedia