MARİA VE JACKİE’NİN
AŞK ÜÇGENİNİN KARANLIK YÜZÜ
Annemin giysileri
Çocukluğumu düşündüğüm zaman, aklıma annemin giysileri gelir. Net hatırladığım yıllar, sanırım 1959-60’lı yıllardan itibarendir. O yıllarda annem 1.64 boyunda, 49 kg. ağırlığında, ince belli, geniş omuzlu genç bir kadındı. Yaklaşık 39-40 yaşlarındaydı. Kuzguni siyah saçları vardı. Tepeleri düz olan saçları ensesine doğru doğal buklelere dönüşürdü. Aslında çok sade bir kadındı. Genelde hiç makyaj yapmazdı. Sadece ruj ve oje sürerdi. Kokulardan ful ,fujer ve yasemin kolonyalarını severdi. İnce uzun, biçimli tırnakları olan elleri uzun ve zarifti.
Annemin elleri hiç durmazdı. Çok titiz bir ev hanımıydı. Çok lezzetli yemekler pişirirdi. Türlü çeşit, renk renk reçeller yapardı. Ben en çok gül ve incir reçelini severdim. Çok güzel dikiş diker ve örgü örerdi. Yarım boğazlı, düz örgü şeklinde işlenmiş, üç kazağını hatırlıyorum. İncecik, metalik mavi şişleriyle peş peşe üç zarif kazak örmüştü. Limon küfü yeşili, sarı ve siyah. Bu kazakları giyerken çok zarif görünürdü.
Annem çok kitap okurdu. Onların yanı sıra o dönemde her hafta yayınlanan Hayat ve Ses mecmualarını da okurdu. Avrupa hanedanının öyküleri ve ünlü yıldızların yaşantılarını da okumayı çok severdi. Bazen onlarla sevinir, onlarla hüzünlenirdi. Örneğin İran Şahı Pehlevi, yeşil gözlü, mahzun bakışlı eşi Süreyya’yı, çocuğu olmadığı için boşadığında annem resmen gözyaşı dökmüştü. Yeni kraliçe Farah Diba’ya ısınması çok uzun zaman almıştı. Marylin Monroe intihar ettiği zaman çok etkilenmiş, günlerce ağlamıştı. Güzelliğine ve gençliğine yanmıştı. Yunanlı iş adamı Onasis’in sevgilisi, soprano Maria Callas’dan nefret ederdi. Çünkü onun yüzünden Onasis ailesi darmadağın olmuştu. Başkan Kennediy’nin ölümü onu yasa boğmuştu. Jacqueline Kennedy ve minik çocukları için çok dertlenmişti. Annem işte…
Annem çok hassas ve romantik ruhluydu. Kavgaya, itiş kakışa gelemezdi. Herkese, hatta ona düşmanca yaklaşanlara bile dostça davranır, barış içinde olmayı yeğlerdi. Çok küçükken kaybettiği minik kızının ardından, yaşamının sonuna değin çok travmatik kalmıştı. Ruh sağlığı çok iyi değildi. Sık sık panik atak krizleri geçirir, bunun korkusu beni benden alırdı. Ben sürekli olarak annemi kaybetme korkusuyla yaşardım. Bizlere o kadar düşkündü ki, kendini neredeyse yaşayamazdı. Bizler de onu üzmemek için azami özen ve şefkat gösterirdik.
Babam çok anlayışlı, sabırlı ve sevgi dolu bir insandı. Annemin bir dediğini ikiletmezdi. Aslında annemin de hiçbir vakit aşırı ihtirasları yoktu. Babamı zor durumda bıraktığını hiç anımsamıyorum.
Annem çok güzel ve zevkli giyinirdi. Moda dergilerinden seçtiği elbiseleri çizdirir ve terzisine diktirirdi. Terzisi, Kadıköy’ün en iyi kadın terzilerinden biri olan Adalet Kerman’dı. Kendisi Bahariye’de tam karşı apartmanımızda otururdu ama, dikiş atölyesi, bizim sokağın diğer sokakla kesiştiği yerdeydi. Yanında terzi çırak kızlar da çalıştırırdı. Çok kibar ve tatlı dilli olan Adalet hanım, anneme her ay bir şeyler dikerdi.
Annemler güzel bir arkadaş grubuna sahip oldukları için, sık sık güzel restaurantlara ve gece kulüplerine dansa giderlerdi. O yüzden, o geceler için şık elbiselere sahip olmak gerekirdi.
Sanırım 62 yılıydı, annemin siyah kadifeden dikilmiş, bir elbisesini anımsıyorum. Yuvarlak yakalı, kolsuz, bele iyice oturan, kalçalarda sahte ceplerle bollaşan ve dizlere doğru daralan, tam diz hizasında biten bir elbise. Belde, kenarda daracık aynı kumaştan bir fiyonk. Altına ince topuklu siyah dantel ayakkabılar. Yana doğru taranmış saçlarına, kulak hizasında takılan, taşlı bir saç tokası…
Ve iki şekilde kullanılacak, ince yünlü kumaştan saks mavisi bir elbise. Yakası saks mavisi saten bir biye ile çevrilmiş, yuvarlak bir yaka, uzun kollu, beli iyice oturmuş, etek dar ve diz hizasında. İki kemeri vardı. Biri kendi kumaşından, tokalı bir kemer. Gündüz giyebilmek için, ikinci kemer, saks mavisi satenden dikilmiş, drapeli 7-8 parmak kalınlığında, arkadan 7 kopçayla kapanan yüksek bir kemer. Gece kullanmak için. Bu elbisesini giydiğinde üzerine geniş yakalı siyah mantosunu giyer, ellerine ise Paris’ten getirttiği saks mavisi organtin eldivenlerini de takardı. Annem bu giysiler içinde sülün gibi görünürdü. Onu seyretmeye doymazdım.
Annemin çok sevdiğim diğer bir elbisesi ise, zümrüt yeşili, incecik yünlü kumaştan dikilmiş, kalçadan kesilmiş, kloş bir elbiseydi. Yünlü leopar desenli kumaşla kaplanmış yakası ve truakar kolları vardı. Zümrüt yeşili taşlarla bezenmiş, kulağa yapışan yuvarlak küpeleri ve dudaklarına sürdüğü rujuyla seyrine doyum olmazdı. İncecik belinden aşağı dökülen kloş etek bölümü su gibi akardı. Bu elbisenin yakasına, elmaslarla bezenmiş altın başak iğnesini takardı.
Yazın giydiği, ipek kumaştan dikilmiş, kırmızı üzerine minik beyaz puanlı elbisesi, yuvarlak yakalı kısa kolluydu. Belinde kendi kumaşından tokalı kemeri vardı. Elbisenin eteği midi boy ve pliliydi. Bunu tek sıra inci kolyesi ile takardı.
Annem sallantılı küpelerden nefret ederdi. Her zaman kulağa yapışan altın ve inci küpeleri tercih ederdi. En çok sevdiği kolyesi ise tek taş, ince zincirli kolyesiydi. Tabii ki daha bir çok değerli takısı vardı ama o en çok zarif ve minik olanları severdi.
Pantolon giymeyi çok severdi. Aslında önemli gezmeler hariç, spor giyinmeyi tercih ederdi. O devrin kumaş kadın pantolonları, yandan fermuarlı olurdu. Dar olan pantolon paçalarının yan tarafında minik yırtmaçlar vardı. Annem babamdan biraz daha uzun boylu olduğundan genelde topuksuz ayakkabılar giyerdi. Monaco Prensesi Grace Kelly, eşi Prens Ranier’den daha uzun olduğu için, giydiği topuksuz mokasenler moda olmuş ve dünyaya yayılmıştı. Annemin de, yeşil süetten bir çift Grace Kelly tipi ayakkabılarını iyi hatırlıyorum. Bütün uzunca boylu kadınlar bu ayakkabıları severek kullanırlardı.
Yaz aylarında keten siyah pantolonunun üzerine, poplin kumaştan erkek yakalı, açık mavi gömleğini giymeyi çok severdi. Birde küçük nakışlı, beyaz, delikli bir bluz hatırlıyorum. Bebe yakalı, kolsuz ve göğsünde bir cebi vardı. Düğmeleri inci şeklindeydi. 60’lı yıllarda plili, beyaz tergal etek modası vardı. Annem kendine, teyzeme ve ablama beyaz tergal etekler almıştı. Benimkisi de Skoç tarzı yandan püskülleri olan ve irice altın rengi bir çengelli iğne ile tutturulan beyaz tergal bir etekti. Yanılmıyorsam 5-6 yaşlarındaydım. Ablam tergal eteğine hiç ısınamamıştı. Bir kere zoruna giymiş, sonra dolabına kaldırmıştı.
Sonra süet deriden, kahve rengi, beli kemerli kısa ceket modası çıktığında, annem kendine ve ablama baharlık süet ceketler almış, bana da göğsü kahverengi süet deriden, sırtı, kolları ve yakası bej rengi olan yünden bir ceket almıştı. Onlar ceketlerini giydiklerinde, ben de hemen benimkini üstüme giyiverirdim.
İlerleyen yıllarda annem 49 yaşındayken, ablamın ilk çocuğu Ari dünyaya geldikten sonra, annem yavaş yavaş sosyal hayattan tamamen elini eteğini çekti. Kendini tamamen bizlere ve torununa adadı. Sonra ablamın kızı Rina ve benim oğullarım Soni ve Hay Eytan da gelince, artık zaten kendini görecek zamanı bile bulamıyordu. Yalnız yanlış anlaşılmasın, bu tamamen onların tercihiydi. Onlar, evlatlarına aşık bir insanlardı. Babam da kalabalıklaşan aile içinde yeteri kadar mutlu oluyordu zaten.
Onlar baş başa yemeğe çıkmayı, tiyatro ve konserlere gitmeyi çok severlerdi. Bu alışkanlıklarını hiç kaybetmemişlerdi.
Annemi 92 yaşında kaybettik. Son 6 ayını neredeyse yatağında hep uyuyarak geçirdi. Kendindeydi ama sanki dünyadaki görevleri bitmişti ve ölüme yatmıştı. Babamın ölümünden sonra dokuz buçuk yıl daha yaşadı ama, yaşadığı hiçbir günü, babamı anmadan ve onu özlemeden geçirmedi. İşte bir geçmiş zaman fotoğrafı daha anlatıldı ve bitti.
Jackie Kennedy ve Maria Callas, Marilyn Monroe olmasaydı, 29 Mayıs 1962’de New York’taki Maddison Square Garden’daki JFK Gala konserinde kesinlikle tanışacaklardı.
Bu, Başkan John F. Kennedy’nin 45. doğum günü kutlamalarının olduğu bir geceydi. Bu gecenin en önemli sanatçı konuğu, Milano’dan o gece için uçakla ABD’ye gelen opera yıldızı soprano Maria Callas’tı. Ancak akşama kayda değer bir şekilde katılmayan bir kişi başkanın eşi Jackie idi.
Marilyn Monroe’nun şarkı söylemeye davet edildiğini ve kendisinin, kocasının Monroe ile olan aşk ilişkisini bilen Jackie, film yıldızının Ulusal Televizyonda başkanı sesli olarak baştan çıkarırken, küçük düşürülmek istememişti.
Jackie’nin yokluğunda, Marilyn cinsel içerikli ve artık kötü şöhrete sahip ”Doğum günün kutlu olsun bay başkan” –Happy Birthday Mr. Presedent- yorumunu ulusa salmakta özgürdü.
New York köşe yazarı Dorothy Kilgallen tepkileri özetledi. ”Görünüşe göre Marilyn, 40 milyon Amerikalının önünde başkanla sevişiyormuş”. Sahnesinin alınmasına alışık olmayan Maria Callas bile Marilyn Monroe’nun onun rolünü çaldığını kabul etmek zorunda kaldı.
Maria Callas ve Jackie Kennedy hiç tanışmadılar. Oysa ikisi de yaldızlı jet sosyetenin iki ayrı önemli kişisiydi. Başlangıçta sadece yolları hiç kesişmedi. Daha sonraki yıllarda, her ikisi de Yunan denizcilik milyarderi Aristotle Onassis ile alenen yakınlaştıklarında bilinçli olarak birbirlerinden kaçındılar.
1974’te çekilen bir Barbara Walters televizyon çekiminde, Jackie hakkında ne düşündüğü sorulduğunda, Maria buz gibi bir soğuklukla ”Onu tanımıyorum, onunla hiç tanışmadım.” dedi. Daha sonra konuyu değiştirdi.
Jacqueline Kennedy ve Maria Callas 1920’lerin Manhattan’ında dünyaya geldiler. Maria 23’te, Jackie 29’da doğmuşlardı. Ancak yaşam şartları taban tabana zıttı. Jackie, borsacı ’Black Jack’ Bouvier ve İrlanda kökenli bir sosyetik olan Janet Lee’nin kızı olarak zenginlik ve ayrıcalık içinde doğdu. Babası ona hayrandı ve ondan sık sık “bir erkeğin sahip olacağı en güzel kızı” olarak bahsediyordu.
Ondan 6 yıl önce doğan Maria, Yunan göçmenler George ve Evangelia Kalegeropoulos’un ikinci kızıydı. Aile ABD’ne göç ettikten sonra soyadlarını Callas olarak değiştirmişlerdi.
Maria, Jackie’nin aksine istenmeyen bir çocuktu. Annesi bir erkek bebek bekliyordu, yeni doğan bebeğinin kız olduğunu görünce, ilk dört gün ona bakmayı reddetti.
Jackie New York’ta seçkin bir özel okula gitti ve tatillerini Hamptons’ta ata binerek geçirdi. Edebiyat ve dillerde mükemmeldi. Maria yerel devlet okuluna gittiği Queens ilçesindeki bir eczanenin üzerindeki küçük bir apartman dairesinde büyüdü. Henüz beş yaşındayken olağanüstü bir sesi olduğu ortaya çıktı.
Ortak noktaları ise ikisinin de ebeveynlerinin mutsuzluğu ve sonuç olarak boşanmalarıydı. Anne ve babası ayrıldıklarında, annesi Maria ve kız kardeşini Yunanistan’a geri götürdü. Jackie ve kız kardeşi Lee ise Conneticut’taki yatılı okula gönderildi.
Ancak 24 yaşından itibaren hayatları benzerlik göstermeye başladı. O zamana kadar muhabir olarak çalışan Jackie, John Kennedy adlı hevesli ve atılgan bir politikacı ile tanıştırıldı. İrlanda asıllı, hırslı, zengin Boston’lu bir ailenin oğluydu. Kısa sürede evlendiler ve 10 yıldan kısa bir süre içinde, 32 yaşına gelen Jackie, Amerika’nın first lady’si olarak Beyaz Saray’da yaşamaya başladı.
Bu arada Maria Yunanistan’da Atina Konservatuarı’nda yıllarını şan eğitimi alarak geçirmişti. Sonuç olarak da Opera de Verona’da rol almak üzere iken, henüz 24 yaşındayken zengin bir İtalyan iş adamı olan Giovanni Batista Meneghini ile nişanlandı. Adam ondan 26 yaş büyüktü. Birkaç yıl içinde evlendiler ve kocası Maria’nın menajeri oldu.
Ardından ünü çığ gibi büyüdü, 30’lu yaşlarının başında, Maria Callas operanın first lady’si olarak selamlanıyordu.
Callas ve Kennedy, kendi kamusal kişiliklerini yaratma konusunda içgüdüsel bir yeteneğe sahiptiler. Jackie ideal “başkanlık eşi” imajını yarattı. Chanel ve Dior’dan giyindiği, kusursuz bir kağıt bebek ikonu oldu. Zahmetsiz bir imajın sahibi oldu.
Akşam yemeklerinden sonra, dünyaca ünlü müzisyenlerin çaldığı Beyaz Saray’da düzenlenen gala gecelerinde, Avrupa dillerine olan hakimiyetiyle konuklarını etkiledi. Aynı zamanda Jackie, cephenin arkasında evlat kayıpları yaşadı, kocasının sürekli olarak onu aldatmasının üzüntüsünü hiç belli etmedi ve çok güçlü bir profil sergiledi.
Çocukluğundan beri aşırı kilolu olan Maria da yeni kişiliğini icat etmeye koyuldu. 1953’ te 36 kg. verdi ve Audrey Hepburn tarzında güzel giyimli bir moda ikonu olarak ortaya çıktı. Jackie gibi, Maria da pek çok dili akıcı olarak konuşabiliyordu. O da bildiklerini birleştirerek, kendine özgü krallara layık bir aksanla konuşuyordu. Kendine yarattığı imajla sadece sahnelerin divası değil, kaprisleri, talepleri ve konser iptalleri ile gazetelerde manşet oluyordu.
Maria Callas, 1957’de Venedik’teki bir partide Yunan Denizcilik patronu milyarder iş adamı Aristotle Onassis ile tanıştırıldı. Birkaç hafta içinde, Maria ve kocasını Akdeniz gezisi için özel yatında kendisine katılmaya davet etti.
Onassis operayla zerre kadar ilgilenmiyordu, o aslında değerli ve ünlü insan koleksiyoncusuydu. Bu yat gezisi davetini, Maria şarkıcılık kariyeri ile çok meşgul olduğunu söyleyerek reddetti. Ancak sonunda Christina yatında Sir Winston ve Lady Churchill ile yapılacak olan tatil davetini kabul etti. Gemiden ayrıldığında Meneghini ile olan evliliği bitmişti. Oysa Onassis’in Tina isimli bir karısı ve iki çocuğu vardı.
Maria, Onassis tarafından baştan çıkarılmış, sesini ihmal etmesine ve bir zamanlar muhteşem opera kariyerine aniden son vermesine neden olacak bir dünyanın içine çekilmişti.
1963’te Onassis, Jackie Kennedy ile benzer bir fırsatçı taktik hazırladı. Oğlu Patrick’in henüz iki günlükken öldüğünü ve Jackie’nin delice bir yas içinde olmasını fırsat bilerek, onu iyileşmesi için Christina yatıyla yapılacak bir gemi yolculuğuna davet etti. Nedir ki, uzun zamandır birlikte olduğu Maria Callas bu seyahate dahil edilmemişti. Bunun yerine Onassis, onu Paris’te, onun için satın aldığı görkemli bir dairede bıraktı.
Üç ay sonra Kennedy Dallas’ta suikaste kurban gittiğinde dünya şoka girdi. Onassis elinden geldiğince Jackie’ye desteğini sunarak ona kol kanat germeyi sürdürdü.
JFK’nin ölümünden sonra, Jackie, kocasının erkek kardeşi Robert Kennedy ile teselli buldu ve onun başkanlık kampanyalarına destek verdi. Ancak Haziran 1968’de, onun da başkanlık seçimleri kampanyasında Los Angeles’te vurularak öldürülmesi sonunda Jackie paniğe kapıldı. Sırada kendi çocuklarının olduğu sanrısına kapılmıştı.
Onassis’in evlenme ve onu koruma teklifini kabul ederek, ona özel adası olan Scorpion’u, Olympic Havayolları şirketini ve muazzam servetini emrine verdi. Jackie arzuladığı güvenliği elde ederken, Onassis en büyük ödülü, dünyanın en ünlü kadınını almıştı. Düğün o kasım ayında bir tanıtım haberiyle patladı. Bu konu hakkında hiçbir haberi olmayan Maria, düğün haberini, Paristeki muhteşem evinde tek başına televizyonu izlerken öğrendi.
Jackie ile Onassis’in evliliği en başından beri bir felaketti. Onassis, ”Jackie gibi para harcayabilen biriyle hiç tanışmamıştım” diyordu. Evliliklerinin sadece ilk yılında 1,5 milyon dolar harcadı. Çoğunlukla evlerini yeniden dekore etti. En pahalı modaevlerinden alış veriş ederek gardrobunu baştan aşağı yeniledi.
Onassis’in birkaç hafta içinde Maria Callas ile ilişkisine yeniden başladığı herkes tarafından bilinmekte. İlk başta anlaşılır bir şekilde harap olan Maria onu görmeyi reddetti. Ancak, Onassis’in Mercedes Coupe’sini apartmanının ön kapısına çarpmakla tehdit ettiğinde, sonunda yumuşadı.
Onassis’in şoförü Yaikinto Rossa,”Ölümüne kadar her ay bir araya geldiler” dedi. ”Gerçek şu ki Maria Callas, Onassis’in tek gerçek aşkıydı. Hiç evlenmemiş olsalar da onun gerçek karısıydı.”
Jackie Amerika’ya döndü ama Kennedy ile Callas arasındaki rekabet yoğun olarak devam etti. Dünya basını, Onassis ve Callas’ın Paris’teki Maxim’s de iki kişilik romantik bir akşam yemeği yerken görüntüleri yayınladığında, Jackie hemen Boston’dan uçağa bindi ve iki gece sonra Onassis ile aynı restoranda yemek yerken fotoğraflandı. Bu Callas’a karşı, kasıtlı bir meydan okumaydı.
Jackie ile evliliğinin son yıllarında Onassis, Maria'ya yaptığı ihanetini büyük bir hata olarak görmeye başladı. Ağır hasta olduğunu öğrendiğinde, avukatlarına Jackie’ye karşı boşanma davası açmalarını söyledi. Bunu tipik Onassis tarzında yaptı-bu ona kalacak serveti azaltmak için, zina yaptığını ispatlamak için- özel detektifler tuttu. Bu Jackie’nin sürekli takip edilmesi anlamına geliyordu. Ancak Onassis, Jackie’den boşanamadı. Bunu yapamadan önce, hayati hastalığının yüzünden Paris’te bir hastaneye kaldırıldı. Jackie onun yanında değildi. Bunun yerine Aspen’a kayak yapmaya gitti. Ama Maria Callas’ın başucuna kabul edilmemesi talimatını bırakmayı da ihmal etmedi.
Callas aslında Onassis’i ölüm döşeğinde ziyaret etti. Bir servis asansörüyle gizlice odasına çıkarıldı ve komada yatarken bir saat onunla oturdu. Bu onun son vedasıydı. Onassis birkaç gün sonra öldü.
Onassis’in vasiyetinde karısının servetindeki payını en aza indirildiği bildirildi ancak Jackie buna itiraz etti.
Onassis’in kızı Christina, uzayan ve kamuoyuna açık hukuk savaşından kaçınmak için Jackie’ye 26 milyon dolarlık tam ve nihai bir ödeme yapmayı kabul etti. Maria Callas’a hiçbir şey kalmadı.
1975’te Onassis’in ölümünden sonra, sesi kesilen Maria, Paris’teki dairesinde münzevi bir hayat yaşamaya başladı. Fotoğraflarla ve hatıralarla çevrili, şanlı geçmişinde yaşayan bir opera sanatçısı Norma Desmond ile oturur eski kayıtlarını dinlerdi. İki yıl sonra, 16 Eylül 1977 sabahı Callas, yatak odasının zemininde kalp krizinden yaşamın kaybetti ve ölü olarak bulundu. Maria veda ettiğinde sadece 53 yaşındaydı.
Jackie, yayıncılık alanında yeni bir kariyere başladı ve elmas satıcısı Maurice Tempelsman ile yeni bir aşk buldu. 1994 yılında 64 yaşındayken kanserden öldü.
Hem Jackie hem de Maria, milyonlar tarafından zamanlarının ikonları olarak hatırlanırken, bir zamanlar
dünyanın en zengin adamı olan Aristotle Onassis, bu olağanüstü dramdaki rolüyle hatırlanmaktadır.