GÜZELLİĞİ DİLLERE DESTANDI! MISIR PRENSESİ VE İRAN KRALİÇESİ FEVZİYE’NİN YÜREK BURKAN HAYATI
GÜNÜMÜZDE...
MODERN YAHUDİ FELSEFESİ
Modern zamanlardaki Yahudi düşüncesi, kökten yeni siyasi gerçeklikler tarafından şekillendirilmiştir.
Modern Yahudi düşüncesinin kökleri 18. ve 19. yüzyıl Avrupa Yahudi aydınlanmasına (Haskala) dayanmaktadır. Bu dönemde ortaya çıkan sorunların çoğu, Yahudi yaşamının merkezi Avrupa’dan İsrael ve Amerika’ya taşındığında da geçerli olmaya devam etti.
Modern Yahudi Felsefesinin Paradoksu
18. yüzyıldan beri Yahudi dini düşüncesi büyük bir paradoksla karakterize edilir. Yahudilerin modern dünyaya girişi, artan laikleşmesine tanık olurken, aynı zamanda teolojik sorularla meşgul oldular. Aslında modern Yahudi dini düşüncesinin üstlendiği en önemli görev, modern laik deneyimin ışığında Yahudiliğin teolojik varsayımlarını yeniden ifade etmek ve hatta radikal bir şekilde yeniden değerlendirmek olmuştur.
Rönesans’ın gururlu, cüretkar hümanizmiyle başlayan Copernik, Galileo ve Newton’un müjdelediği “yeni” bilim ve kozmolojiyle dramatik bir ivme kazanan, şimdi ”modern” olarak kabul ettiğimiz düşünce biçimleri kristalleşmeye başladı. Bu zihniyet eğitiminin ortaya çıkışı, batı medeniyetinin gerçekliğin doğasına ve otantik bilginin kaynaklarına ilişkin hüküm süren varsayımlarında radikal bir değişime işaret ediyordu.
Yaratılış, vahiy ve mucizelere ilişkin Tevrat öğretileri, bu dünya tablosunun neredeyse dışında tutulmuştur.
Modern zihin ve duyarlılık böylece temelde yeni bir “bilgi imgesi”, yani gerçek bilgiyi neyin oluşturduğuna ilişkin varsayımlar, onun kaynakları, amacı ve doğrulama ilkeleri üzerine kuruludur. Aklın ve özerk yargının üstünlüğünü ve bu dünyevi mutluluğun saygınlığını öne süren modern bilgi imgesinin, vahyedilmiş hakikat, kutsal metinler ve kutsal metinler kavramlarında olduğu gibi temellendirilen Tevrat’taki bilgi imgesine, doğası gereği dikkate bile alınmadığı söylenir. Bütün bunlar insan kaderinin, nihai bir kaderi veya dünya tarihini sonuçlandıran olaylarla ilgili bir vizyonudur.
Tevrat’taki bilgi imgesinin mirasçısı olan modern Yahudi düşüncesi, modern hakikat ve anlam kavramlarıyla uzlaşmaya çalışır. Bu yönüyle elbette temelde modern dini düşünceyle genel olarak benzerlik göstermektedir.
Modern Avrupa’da Yahudi Felsefesi ve Yahudiler
Bununla birlikte, modern Avrupa’daki Yahudi deneyiminin, modern Yahudi düşüncesinin gündemini ve kendine özgü bükülmelerini belirleyen özellikleri vardır. Bu nedenle Yahudilerin modern dünyayla ilk kez 18. ve 19. yüzyıl Avrupa’sında siyasi kurtuluşa ulaşmak için uzun süren mücadeleler sırasında karşılaştıklarını hatırlamak gerekir. Bu mücadele yalnızca yasal süreç değildi, aynı zamanda Avrupa’yı Yahudiliğin modern dünyaya katılmaya uygun olup olmadığını değerlendiren yoğun ve geniş kapsamlı bir tartışmaya soktu.
Bu iki yüz yıllık tartışma sırasında, Yahudiler en hafif tabirle, Avrupa kültürüne hakim olan Yahudilik anlayışlarına karşı aşırı duyarlı hale geldiler. Şaşırtıcı olmayan bir şekilde, modern Yahudi düşüncesine genellikle özür dileme güdüsü rehberlik etti. Yahudiliğin savunmacı duruşu aynı zamanda modern, siyasi ve ırksal anti-semitizmin yükselişi tarafından da harekete geçirildi; bu, birçok kişiyi dehşete düşürecek şekilde, kalabalıkla sınırlı kalmayıp, birkaç aydından sesli destek aldı.
Yahudilerin modern ulus devlet ve kültüre sürekli muhalefete rağmen entegrasyonu, Yahudi yaşamının hem örgütsel hem de kültürel olarak derin bir yeniden yapılanmasına yol açtı. Yahudiler ortaçağda olduğu gibi, artık hahamların zorunlu yeşiva öğretimi ve eğitiminin yönetimi altında değildi. Çocuklar artık yaşadıkları ülkelerin laik eğitimli okullarına gidebiliyorlardı.
Yahudiler, içinde yaşadıkları “Yahudi olmayan” laik toplumun siyasi kimliğini ve kültürünü elde ederken, kendilerine özgü kültürlerinin çoğunu, örneğin İbranice bilgisi ve geleneğin kutsal metinlerini kaybetme eğilimindeydiler. Dahası, birçokları için, İsrael ulusunun seçilmiş bir halk olarak Tanrı ile ahit ilişkisi –şu anda sürgünde ama, dindarca Tanrı’nın mesihini (maşiyah) ve vaat edilen topraklara geri dönüşünü bekliyor- artık aşikar ve açık değildi.
Geleneksel Kavramları Yeniden Düşünmek
Dolayısıyla Avrupa’daki modern Yahudi düşüncesi, Yahudiliği yalnızca Yahudi olmayanlara ve geleneklerinin kaynaklarından uzaklaşmış olan Yahudilere açıklama göreviyle değil, aynı zamanda geleneğin bazı genel kavramlarını yeniden düşünmekle de görevlendirildi. Bir halk olarak Yahudilerin doğası: antlaşma, seçim, sürgün (diaspora), mesih; ve genel olarak ulusal kurtuluş vaadi, Yahudi cemaatinin anlamı, tarihi ve kaderi.
Bu sorular, 20. yüzyılın ortalarında Holokost ve İsrael Devletinin kurulmasıyla benzersiz bir aciliyet kazandı. Ortaçağ Yahudi felsefesi öncelikle öncelikle inanç ve aklı uzlaştırmak gibi nispeten sınırlı meselelerle ilgilenirken, Modern Yahudi Düşüncesi, buna göre daha geniş ve zorunlu olarak daha değişken bir bakış açısına sahiptir ve modern dünyadaki Yahudilerin çoklu ikilemlerini ele alır.
Yahudi Devleti Bağlamında Felsefe
Yahudilerin Siyonizm altında İsrael topraklarındaki eski miraslarına geri dönmeleri, belki de bir dizi zorlu teolojik soruyu gündeme getiriyor. En başta gelen, insanlar tarafından başlatılan ve yürütülen bir sürecin, çağlar boyunca öğretilen Yahudi inancının koruyucularının yalnızca Tanrı’nın lütfu ve doğrudan eylemiyle gerçekleştireceği bir sürecin statüsü ve önemi ile ilgilidir.
Yahudi dua ve doktrininde, İsrael’in sürgünlerinin Sion’a dönüşü, Tanrı’nın tayin ettiği saatte, Tanrı’nın iradesiyle ilahi olarak belirlenen bir mesih olayı olarak düşünülmüştür. Siyonist proje daha çok Tanrı’nın işini gasp etmek, günahkar kibir bir yana, sabırsızlığın işareti değil midir? yoksa laik tutkusuna ve dünyevi başarılarına rağmen, Siyonizm nihai olarak özlenen bir kurtuluş olarak mı kabul edilmelidir?
Ve Yahudi egemenliği yeniden tesis edildiğinde, bir başka göze çarpan soru, bir devletin işlerine laik ilke ve düşüncelere göre yürütülen işlere uygulandığında “Yahudi” sıfatının teolojik önemi ile ilgilidir.
Toprağın kutsallığı onu sıradan jeopolitik kaygılardan uzaklaştırmıyor mu? İsrael halkına verilen ilahi vaadin mahalli olarak toprağı onurlandırma emri, ülke üzerinde kendi rakip ulusal iddialarına sahip olan, ülkenin Arap sakinleriyle olan anlaşmazlığı çözmeye yönelik tüm pragmatik, hatta etik yaklaşımların yerine geçmez mi? Toprak üzerindeki egemenlik Yahudi olmayanlarla paylaşılabilir mi?
Amerikan Yahudi Felsefesi
Amerikan Yahudi felsefesi ve teolojisi, bir dizi farklı temaya odaklanır. Bunlardan bazıları klasik teolojik sorunları-örneğin Tanrı doğası, vahyin anlamı veya kurtuluş umutları-veya önemli tarihi olayları yansıtır: Nazi Holokost ve bunların başında İsrail Devleti’nin kurulması.
Diğer temalar, özellikle Amerikan Yahudi’lerinn karşılaştıkları zorluklara yanıt verir- örneğin, laik bir çağda Yahudi ritüellerinin anlamı, Amerikan yaşamına adaptasyonu, Yahudi kimliğinin korunması ile dengeleme yolları ve çoğulcu bir dini ortamda Yahudi eğitimi için stratejiler. Benzer şekilde, Amerikan sivil dininin özellikle Amerika temaları, dinler arası işbirliği ve sosyal problemler, Yahudi düşüncesinin çoğuna hakimdir.
Amerika’nın muhafazakar hareketinin önde gelen bir haham ve düşünürü olan Harold Schulweis, yakın tarihli bir çalışmasında bu tür endişeleri izledi. Yol gösterici imajı, Amerika’daki Yahudi düşüncesinin bütünlüğü için bir metafor olarak hizmet ediyor. Schulweis’e göre, bir Tanrı fikri, Amerikan Yahudilerinin çeşitli yüzlerini yansıtan bir ayna görevi görür.
Buna göre bir Yahudi düşünür olmak, Amerikan Yahudilerine, Yahudiliğin imgelerini sunmak demektir. Böylece kendilerini kim olarak hayal ettiklerini keşfedebilirler.
İngiltere’den bağımsızlığını elde eden Mısır’ın ilk Kralı I. Fuad ve kendisinden 26 yaş küçük olan ikinci eşi Nazlı Sabri’nin aylardır beklediği gün gelmişti. 1921’in 5 Kasım sabahında İskenderiye’de dünyaya gözlerini açan Fevziye bebek dillere destan güzelliğiyle adını tüm dünyaya duyuracaktı. Daha sonra Mısır kralı olacak I.Faruk’tan sonra gelen dört kız kardeşin en büyüğüydü. Doğduğu günden beri sıkı bir eğitim sürecinden geçti, sarayda yabancı bakıcılar tarafından büyütüldü. Üniversite okumak için İsviçre’ye gitmeden önce, sarayda yabancı dil ve müzik dersleri aldı. Arapçaya ek olarak akıcı bir şekilde Fransızca ve İngilizce de konuşabiliyordu. İsviçre’ye gittiğinde yolu İran Şahı Rıza Pehlevi’nin oğlu Muhammed Rıza Pehlevi ile kesişecekti. Üstelik Pehlevi onun hayatının dönüm noktalarından birinde başrolde olacaktı. İsviçre’den ülkesine döndükten sonra, alınan bir kararla hayatı altüst oldu. 18 yaşına kadar mutluluk içinde geçen ömrünün geri kalanında Fevziye’yi acı dolu günler bekliyordu.
İRAN ŞAHININ OĞLUYLA EVLENMEYİ KABUL ETTİ
1900’lü yılların ilk yarısında, İran Şahı Rıza Pehlevi kendisine Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ulu önder Mustafa Kemal Atatürk’ü örnek alıyordu. Atatürk’ün inkılapları ve ileri görüşlülüğü, İran Şahı Pehlevi’nin ülkesinde yapacağı atılımlar için her zaman rehberlik etmişti. Atatürk yaptıkları bir görüşmede, Pehlevi’ye, Ortadoğu'da iki güçlü ülkenin bir akrabalık bağı kurmasının bölge için çok iyi sonuçlar verebileceğini söylemişti. O dönem Ortadoğu'da, 1.Faruk yönetimindeki Mısır hızla gelişiyor ve modernleşiyordu. İran Şahı Pehlevi, işlerin pek iyi gitmediği ülkesi için Mısır ile akrabalık kurmanın mantıklı olabileceğini düşünerek Veliahtı Muhammed Rıza Pehlevi’ye bu fikri açıkladı.
Genç prens, babasının düşüncesine sıcak bakınca, Mısır prenseslerinin fotoğrafları genç veliahta gösterildi. Aslında İranlı bir kıza aşık olan veliaht prens, Mısır prensesi Fevziye’yi bir İngiliz dergisinin kapağında görünce onunla evlenmek istedi. O sırada eğitimini tamamlayıp ülkesine dönen, daha sonradan güzelliği nedeniyle ‘Asya Venüsü’ lakabıyla tanınacak olan Fevziye ise sıkıcı bulduğu saray hayatına uyum sağlamaya çalışıyor ve hayatını değiştirebilecek hayaller kuruyordu.
MISIR PRENSESİ İRAN KRALİÇESİ OLDU
İki ülke arasındaki hazırlıklar iki tarafın da onayıyla hemen başlatıldı, Muhammed Rıza ve Fevziye düğünden önce birbirlerini sadece nişan töreninde görmüşlerdi. Eğitimli ve dünyalar güzeli prensesin hayatı artık değişiyordu. Mısırın son prensesi ve İran’ın ilk imparatoriçesi Fevziye ve Muhammed Rıza, 40 gün 40 gece süren törenlerle 15 Mart 1939’da Kahire’de Abdeen Sarayı’nda evlendi. Prenses Fevziye’nin acıklı günleri işte tam da bu evlilikle başladı.
Çiftin çocukları, evliliklerinden yaklaşık bir buçuk yıl sonra dünyaya geldi. Takvimler 27 Ekim 1940’ı gösterdiğinde, Fevziye ve Veliaht Muhammed Rıza Pehlevi, Şehnaz adını verdikleri kız çocuklarını kucaklarına aldı. Evliliğin mimarı olan İran Şahı baba Rıza Pehlevi ise saltanatının son yılındaydı. Minik Şehnaz henüz 11 aylıkken, Prens Muhammed Rıza Pehlevi, babasının tahttan çekilmesiyle İran Şahı oldu. Takip eden yılda Kraliçe Fevziye’nin İngiliz fotoğrafçı Cecil Beaton tarafından çekilen fotoğrafı, dönemin ünlü haber dergisi ‘Life’ın 21 Eylül 1942 tarihli sayısının kapağı oldu.
KIZ ÇOCUK DOĞURDUĞU İÇİN SEVİLMİYORDU
Tüm gözler onun üzerindeydi ancak Fevziye mutlu değildi. Ortadoğu’nun en gelişmiş kentlerinden biri olan Kahire’den sonra Tahran, ’Asya Venüsü’ne hiç de cazip gelmiyordu. Şehrin yolları toprak, binalar ve evler demode, Gülistan Sarayı ise büyük bir villadan ibaretti. Kraliçenin İran’ın iklimine alışamaması nedeniyle sağlığının bozulması ve Şah’ın başka kadınları alenen Gülistan Sarayı’na getirerek kendisini aldatması gibi sebepler evliliğin bitmesi için aslında yeterliydi. Üstelik dillere destan güzelliği ve hüzünlü bakışlarıyla herkesi büyüleyen Fevziye, erkek yerine bir kız çocuğu doğurması nedeniyle, sarayda ve saray dışında da sevilmiyordu. Kayınvalidesi ve görümceleri ona çok kötü davranıyorlardı. Bu sıkıntılı günlerin ardından boşanmaya karar verdi. Takvimler 1945’i gösterdiğinde boşanmak için başlatacağı işlemlerin yeterli olacağını düşünüyordu. Ancak hesap edemediği çok önemli bir şey vardı.
BAŞINA GELECEKLERDEN HABERSİZDİ
Kızı Şehnaz’ı alıp Kahire’ye dönmeye karar verdi. Kocasi Şah Pehlevi, eşinin bu isteğine karşı çıkmamış ve kabul etmişti. Fevziye ummadığı bu kabulden sonra çok sevinmiş ve mutlu olmuştu. Fakat işler hiç de Fevziye’nin düşündüğü gibi kolay değildi. Kraliçe olduğu İran’dan, prenses olduğu Mısır’a dönmek istiyordu.
Kızıyla birlikte uçağa binen ‘Asya Venüsü’ artık Kahire uçuşunun başlamasını bekliyordu. Şah kızıyla uzun uzun vedalaşmıştı. Uçak henüz kalkmadan Şah arabasının içinde hala pistteydi. Protokol Şefi’ni uçağa göndererek kızı Şehnaz’ı son bir kez öpebilmesi için izin istedi. Fevziye kızını muhafıza verdi ve kızının, babası Şah’la son bir kez vedalaşması için gitmesine izin verdi.
FİLM GİBİ SAHNE
Minik Şehnaz uçaktan inince uçağın kapıları hızla kapatıldı ve Şah Pehlevi’nin emriyle Fevziye, kızı olmadan Kahire’ye yola çıkarıldı. Kocasının kurduğu tuzağı çok geç fark eden ve durumdan hiç şüphelenmeyen Fevziye’nin kızıyla yaşadığı yıllar süren ayrılığı işte bu film gibi sahneyle başladı. Uçakta haykırdı, kendini yerlere attı. Pilota geri dönmesi için yalvardı. Fakat emir kesindi. Şahın emrine kimse karşı gelemezdi. Kızı olmadan Kahire’de mutsuz günler geçirmeye devam eden Fevziye, kendisine büyük acı yaşatan kocası Muhammed Rıza Pehlevi’den resmi olarak ancak 17 Kasım 1948’de boşanabildi. Şah Pehlevi, Fevziye’den boşandıktan sonra önce Süreyya Bahtiyari ile, sonra ise Farah Diba ile evlendi.
KIZINA HASRET KALDI AMA PES ETMEDİ
Prenses Fevziye Fuad, Şah’tan boşandıktan beş ay sonra 28 Mart 1949’da Kahire’deki Kubbe Sarayın’da Çerkez asıllı diplomat ve 1. Faruk’un yaveri İsmail Şirin ile evlendi. Çiftin bir kızı ve bir oğlu oldu. 1952’de ağabeyi Kral Faruk tahttan indirilip sürgüne gönderilince, cumhuriyet ilan edildi ve kraliyet ailesi ülke dışına çıktı. Ancak ailesinin aksine Fevziye doğup büyüdüğü Mısırda kalmayı tercih etti.Kalan ömrünü İskenderiye ve Kahire’de geçirdi. 1994’te eşi, 2009’da ise kızı Nadia öldü. Dünyalar güzeli Mısır prensesi Fevziye’nin ihtişamlı hayatı, böyle hazin bir biçimde sona erdi.
Henüz 6 yaşındayken yollarının ayrıldığı kızı Şehnaz’la yıllar sonra İsviçre’de bir araya geldi. Kızı Şehnaz annesine mesafeliydi. Kızı onunla bir bağ oluşturmaya hevesli değildi. İkili birkaç kez buluşmalarına rağmen soğukluk ortadan kalkmadı. Fevziye bu durumu kabullenmek zorunda kaldı. Yaşadığı büyük hasret ve acıya rağmen hiçbir zaman pes etmedi
Fevziye yaşadığı zorluklara rağmen kararlı duruşu ve güçlü karakteriyle günümüzde de birçok kadına ilham kaynağı olmayı sürdürüyor.
Fevziye 2 Temmuz 2013 tarihinde Mısır’ın İskenderiye şehrinde, 92 yaşındayken hayata veda etti.
Çocukları: İran prensesi Şehnaz Pehlevi. Ardeşir Zahidi ile evlendi ve Zahra Mahnaz adında bir kızı oldu,
İkinci eşinden; Nadia Şirin, Hüseyin Şirin Efendi.
Kaynak: Wikipedia