MARİA VE JACKİE’NİN
AŞK ÜÇGENİNİN KARANLIK YÜZÜ
KADIKÖY’LÜ KÜÇÜK SARA -26-
10 Mayıs 1975 günü önemli bir günün başlangıcı olacaktı. O hafta başında ablam ve eşi on beş gün sürecek bir İtalya seyahatine çıkmışlardı. Ari bizde kalıyordu. Yani benim keyfim yerindeydi. Ufaklık bizdeyken benim için her gün bayramdı zaten. O cumartesi günü ben yine Kardeşlik Kulübü’ne giderken, annemler de Ari ile birlikte Şişli’deki halalarımı ziyarete gitmişlerdi. Benim dönüşüme yakın bir saatte ise kulübe gelip beni alacaklar ve birlikte eve dönecektik. Neyse ben derneğe girdim, eğitim saati bitip te salona girince David’i karşımda buldum. Şaşırdım desem yalan olur. Selam sabah derken, bana yanında gitarını getirdiğini söyledi. Arkadaki kütüphane odasına gittik, oturduk ve bana bestelerini çalmaya başladı. Şarkıların sözleri Türkçeydi ama iki üç tane de İngilizce şarkı vardı. Çocuk benim zayıf noktamı müzikten yakalamıştı. Maşallah şarkılarının sonu da gelmiyordu. Birkaç dakikada bir benim esas grubun elemanları odaya dalıp çıkıyorlardı. Gözlerinde binlerce soru işaretleri çakıyordu. Sonunda Jojo girdi, David’le merhabalaştı. Meğerse üniversitede sınıf arkadaşı imişler ve Jojo bana, ”Hadi, Kal’a gidiyoruz” dedi. Ben bu hafta annemlerle buluşacağımı söyleyip onlarla gitmedim. David sakin karakterli ve güler yüzlüydü. Kendine has duruşu ve yaklaşımı beni rahatlatmıştı. Yani bir avcıdan ziyade, bir yaren gibi duruyordu. Gitarı da üzerinde Disney kahramanlarının çıkartmaları olan İspanyol gitardı.
Saat 7’ ye doğru Ari bizim olduğumuz odaya top gibi daldı. Gözünü Miki’li gitara dikip, arkasına hiç bakmadan David’in kucağına yerleşti ve gitarın tellerini tıngırdatmaya başladı. David maviş gözlü, altın bukleli,4 yaşındaki oğlan kucağına yerleşince, hiç bozuntuya vermeden benimle sohbete devam ediyordu. Ben: “Ari, merhaba desene, kimin kucağında oturduğunun farkında mısın?” deyince, ”Evet, merhaba” deyip gitara devam etti. David ona sorular sordu. 4 yaşında olduğunu, o hafta kırılıp sallanan ön dişlerini gösterdi ve “daha dün annemizin” şarkısını söylemek istediğini söyledi. David çaldı, o söyledi. Artık başrol Ari’nindi, çünkü David annemlerden sonra tatlı yeğenimi de fethetmişti. David yavaş ve ağırdan duvarını küçük küçük örmeye başlamıştı.
Artık tam vedalaşma vakti gelmişken, ertesi gün Beyoğlu Özel Musevi Lisesinin (BÖML) ilk mezunlar günü kutlamasının yapılacağını, acaba benim de kendisine katılıp katılamayacağımı sordu. Ben direkt olarak anneme baktım, çünkü annemin vetoları ünlüydü. Annem hemen “tabii ki olur ama akşama Sara’yı eve siz bırakırsanız” dedi. Sonra ayrıldık. Ufaklık ”eve gelirken gitarını da getir tamam mı “dedi.
Ertesi sabah yani 11 Mayıs sabahı, saat 10.30 gibi David’le Karaköy’deki “Tatlıcılar”ın önünde buluştuk. Tünele bindik, Musevi Lisesi’ne ilk defa gidecektim. Okula girince etrafımızı bir sürü kızlar ve oğlanlar sardı. Bunlar David’in liseyi birlikte okudukları sınıf ve okul arkadaşlarıydı. Hepsinin meraklı gözleri benim üzerimdeydi. Hepsiyle tek tek tanışıp, el sıkıştık. Rıfat Sadi yanıma geldi. Meğerse David’le lisede sınıf arkadaşıymışlar. O gün sonradan çok samimi olacağım, efsanevi 11 Fen sınıfı ile tanıştım. Robert Hason, Eliya Gerşon, Mordo Toledo, Eli Küçükkazes, Jak Kruner, Niso Danon, Eliezer Baron, İzak Eli, Rıfat Sadi, Mando Leon, Mişel Asael, Sabetay İyigör, hepsi de bu güne değin çok çok sevdiğim can dostlardır. Beni ilk günden hepsi de benimsediler ve içlerine aldılar. Robert ,Rıfat ve Mando İsrael’de yaşıyorlar. Diğerleri İstanbul’da, sadece Sabetay İyigör artık ne yazık ki hayatta değil. O çok sempatik, sıcacık, komik bir çocuktu. Onu her zaman sevgiyle anarız. Diğerleri ile ilişkimiz asla kopmadı. Bu sınıftaki bütün arkadaşlar yüksek tahsilliydi, aralarında diş hekimi, mühendisler ve işletmeciler vardı.
Sonra yemekhaneye indik ve uzun sofraların sandalyelerine oturduk. Hazırlanan bir standa önce mezunlar derneği başkanı Robert Hason çıktı. Derneğin kuruluş amacını açıkladı ve bundan sonra her yılın mayıs ayının ikinci Pazar günü mezunların “Börek Günü” buluşması yapacaklarını ilan etti. Ardından öğretmenler, çok eski ve yaşlı mezunlar, genç mezunlar sırayla çıkıp anılarını anlattı. Okulun eski hocalarından Mösyö Garti, Fahrünnisa hanım, ve diğer hocalar komik anılar anlattılar. Konuşmalar ilerlerken David yavaşça elimi tuttu ve biz resmen bu ilişkiye start vermiş olduk. Bu defa temkinli ve pragmatist olmaya karar vermiştim. Ağustos ayı yakındı, engel de görünmüyordu, çanlar yeniden çalmaya başlamıştı. Neyse her günümüzü anlatacak halim yok ama, ilk gün özeldir diye anlatıyorum. Konuşmaların ardından börekler yendi, sohbet ve kahkahalar arasında okuldan ayrıldık. Emirgan’a gittik. Deniz kenarı, çay, kağıt helvası, ardından vapura binip Kadıköy’e döndük. Hava harika, bu sefer Moda Çay Bahçesi’ne gittik ve saatlerce konuştuk. O ailesini, abisini, yengesini, yazın Heybeli’de yaptıklarını, Şişli İktisadi ve Ticari Akademisi’nde, İşletme bölümünde okuduğunu, haziranın finallerini, spor ve müzik aşkını anlattı, ben de kendi ailemi, ablamla eniştemi ve Ari’yi, okul yıllarımı ve ideallerimi, aliya planımı anlattım. O, aslında kendi babasının da çok yurtsever olduğunu anlattı ama, aliya konusunda ondan hiçbir izlenim alamadım. Adamın karakterini çok iyi bilmediğimden, mücadele ile değil, kibarlıkla gönül fethettiğini bilemezdim tabii ki. Oradan çıktığımızda hava çok serinlemişti, üşümemek için eve taksiyle döndük. Annem hemen çay ikram etti ve David babamla uzun bir sohbete daldı. Malum aile meselesi babam için çok önemliydi. David uzun uzun ailesinden söz etti. İş amcalara, dayılara kadar uzandı. Meğerse David Bahariye’de oturan Eli Yanarocak’ın yeğeniymiş. Yani benim ilk okul arkadaşım Hayim Kohen Yanarocak, onun kuzeniymiş. Ben Hayimiko’yu 9 yaşımdan beri tanırdım ve onu çok severdim.
Ari ortada gösteriler yapıyor, hepimizi güldürüyor, Tante Suzan da çok beğenmiş David beyi! Daha sonra David gitmek üzere ayağa kalkınca, annem hava çok serin olduğu için babamın yün bir kazağını ona veriyor. David teşekkür ediyor. İkinci buluşma için de sağlam bir zemin hazırlanıyor. Böylece hayatımda yepyeni bir dönem başlıyor. Artık sık sık buluşuyoruz, günde birkaç kere telefonlaşıyoruz. O bize çok geliyor. Bu bir gerçektir ki saatlerce sıkılmadan her konuda konuşabiliyoruz. Müzik hep ön planda, gitarıyla geliyor, piyano ve gitarla çalıp şarkı söylüyoruz. En önemli ortak noktamız müzik. İtiraf edeyim piyanoyu hep ailemin isteği doğrultusunda çalardım ama onunla, farklı müzikler yapardık ve ben çok eğlenirdim. Bir de hepsini teybe kaydederdik Hata olursa, yeniden kayda geçerdik. Bazen tam söyleyecekken gülme krizine girerdik. Yerlere yatardık. Aramızdaki yaş farkı 16 aydı. Belki de neredeyse yaşıt olduğumuz için, aynı şeylere gülebiliyorduk.
Günler akıp giderken, sanırım mayıs sonlarıydı, David dernek idarecilerinin “Bu da Benim Karım” adlı piyesin oyuncularıyla birlikte, Tarabya’daki Palet 2 adlı restoranda yemek verileceğini, benim de davet edildiğimi söyledi. O gün beni vapurdan alıp, üzerini değiştirmek üzere, evine götürdü. Evi derneğin karşı sırasındaki Bozkurt Sokağı’ndaydı. Eve girdik ve beni annesi Korin ile tanıştırdı. O da oğlu gibi çok kibar bir kadındı. 50’li yaşlarının ortasındaydı, uzun boylu, gözlüklü ve beyaz saçlıydı. Oysa o dönemlerde bile kadınlar saçlarını boyadıklarından, bu bana ilginç gelmişti. Tabii ki hiçbir şey dememiştim, sonra David hazırlanınca çıkmıştık. O gece çok özel bir geceydi. Derneğin yöneticileri de bizimle birlikteydiler. Artık resmen çıktığımızı da böylece ilan etmiş oluyorduk. David’in tiyatro arkadaşları ile de hemen kaynaşmıştık. O geceyi hep sevgiyle anarım.
İnanır mısınız ben ömrümde arkadaşlarla pikniğe ilk defa David’le gittim. Annem benim hiçbir pikniğe arkadaş grubumla gitmeme izin vermezdi. 19 Mayıs Gençlik Bayramı’nda David’in bazı arkadaşları piknik planı yapınca, ben de kendimi bir arkadaşın kullandığı arabada pikniğe giderken buluverdim. Arabayı Yakup adında şişmanca bir genç kullanıyordu. David’in sınıf arkadaşı Niso Danon ve kız arkadaşları ile, biz vardık. Şile’ye gitmiştik. Ben pikniğe gittiğim için çok heyecanlıydım. Annem artık kilidimin anahtarını da bana veriyordu. Yahu bu David nelere kadirmiş? Keramet neresinde diye onu dikkatle gözlüyorum). O günü çok net hatırlamıyorum. Galiba çok heyecanlıydım. Özgürlük duygusundan mı, yoksa David’den mi? Çok emin değilim.
O yaz keyifli geçiyordu. Davidlerin ailesinin dededen kalma üç katlı bir evleri vardı. Bu ev, David’in anneannesinin eviydi. Bahçe katı kiradaydı. Giriş katını David’in annesi Korin’e ve ailesine vermişlerdi. Üst katta ise anneanne Sara Kastoryano, büyük teyze Rejin ve Sami Kastoryano otururlardı. Her bir kat 5 odalıydı. Tam orta yerde de geniş bir taşlık sofa vardı. Ev ahşap ve tarihi bir paşa köşküydü. Üst katın iki odasında ise dayı Mayir Kastoryano ve eşi Estreya yaşarlardı. Tante Rejin’in büyük kızı Flöret Alvo, eşi izak ve iki oğluyla birlikte İsrael’de Kfar Saba’ da yaşıyorlardı. Küçük oğlu David Kastoryano ve eşi Ketty ile Suadiye’de yazlığa giderlerdi. 2.5 yaşında Selim adlı minik bir oğulları vardı.
David’lerin oturduğu giriş katı dairesi ise 5 odalıydı ortada büyük bir taşlık vardı. İki yıllık evli olan abisi Hayim ve eşi Ester hafta sonlarını o evde geçirirlerdi. David bazen beni evine davet ederdi. Beni Heybeliada vapur iskelesinde karşılar ve onların evine giderdik. Oraya giderken hep pantolon giyerdim, çünkü David’in iki tane kocaman köpeği vardı. İkisi de beyaz renkliydi. Annesi onları eve sokmazdı, evin girişindeki basamaklarda yatardı. Aslında benim köpeklerden ödüm kopardı ama kuyruğu dik tutmam gerekiyordu. Pantolonu bacaklarıma değmesinler diye giyerdim. Bir cumartesi günü öğle yemeğine davetliydim. David’in babası beni heyecanla karşılamıştı. Güzel bir öğle yemeğinden sonra yazlık evin oturma odasında babası Siyon Yanarocak ile uzun bir sohbete dalmıştık. Özellikle İsrael üzerinde yoğunlaşmıştık. Adam da harcanmış bir Siyonist’ti. Çünkü aliya yapma fırsatını asla yakalayamamıştı. İyi bir şairdi, ve iyi bir okurdu. Zengin bir kitaplıktan söz ediyordu. Birikmiş değerli bir dergi arşivi vardı. Bunlar kışlık evindeydi. O gün onunla uzun uzun konuştuk, sonra hep birlikte üst kata çıktık ve David’in anne tarafı ile tanıştırıldım. Bilirsiniz kadınlar ince eleyip, sık dokurlar ya, o gün teyze Rejin, büyük yenge Estreya ve anneanne Sara Kastoryano’ya takdim edildim. Yani görücüye çıktım. Aile tutucu, eski sistem düşünceye sahip insanlardan oluşuyordu. Sanırım flört döneminde evlerine giren ilk gelin adayı bendim) İzzet ikram, sohbet ve güler yüzle karşılandım ve ağırlandım. David’in babası Siyon çocuklar gibi şendi. Annesi her zamanki gibi sakindi. Böylece yavaş yavaş Yanarocak ve Kastoryano ailesi ile aşina olmaya başladım. Bir keresinde de David’le birlikte kuzeni David’in ve Ketty’nin yazlık evine çaya gittik. Ketty o gün yatak döşek, müthiş bir bel ağrısı ile yatıyordu. Ama serde gençlik var ya, güler yüzlü ve çok şekerdi. O gün bu gündür, onu çok severim. Sevgimiz karşılıklı ve sahicidir. En yakın dostlarımdan biri Ketty’dir.
David’le olan arkadaşlığımız çok güzel ve abartısız ilerliyordu. İniş çıkışlar, kavgalar yoktu. En önemlisi David oldukça köklü bir aileden gelmesine rağmen, asla şımarık ve züppe değildi. Öğrenim hayatını aynı zamanda işe giderek de sürdürüyordu. Ayrıca özel fen ve matematik dersleri de veriyordu. Benim için önemli olan, bir kişinin gösteriş budalası olmaması ve liberal bir hayat görüşüne sahip olmasıydı. Müthiş bir öz güveni vardı. Ondan önce yaşadığım irili ufaklı yaşanmışlıklarımı en küçük noktasına kadar bilirdi. Ben de aynı şekilde onunkileri biliyordum. Bu ilişki ileride ciddi bir şekle girecekse, başından itibaren her şey hakkında bilgi sahibi olmak en iyisidir. David’e giderek daha çok bağlanıyordum ama, aliyanın da neredeyse suya düşmesi beni çok üzüyordu. Bakalım bu işi nasıl yoluna koyacaktım? Her şeyi zaman gösterecekti zaten...
Jackie Kennedy ve Maria Callas, Marilyn Monroe olmasaydı, 29 Mayıs 1962’de New York’taki Maddison Square Garden’daki JFK Gala konserinde kesinlikle tanışacaklardı.
Bu, Başkan John F. Kennedy’nin 45. doğum günü kutlamalarının olduğu bir geceydi. Bu gecenin en önemli sanatçı konuğu, Milano’dan o gece için uçakla ABD’ye gelen opera yıldızı soprano Maria Callas’tı. Ancak akşama kayda değer bir şekilde katılmayan bir kişi başkanın eşi Jackie idi.
Marilyn Monroe’nun şarkı söylemeye davet edildiğini ve kendisinin, kocasının Monroe ile olan aşk ilişkisini bilen Jackie, film yıldızının Ulusal Televizyonda başkanı sesli olarak baştan çıkarırken, küçük düşürülmek istememişti.
Jackie’nin yokluğunda, Marilyn cinsel içerikli ve artık kötü şöhrete sahip ”Doğum günün kutlu olsun bay başkan” –Happy Birthday Mr. Presedent- yorumunu ulusa salmakta özgürdü.
New York köşe yazarı Dorothy Kilgallen tepkileri özetledi. ”Görünüşe göre Marilyn, 40 milyon Amerikalının önünde başkanla sevişiyormuş”. Sahnesinin alınmasına alışık olmayan Maria Callas bile Marilyn Monroe’nun onun rolünü çaldığını kabul etmek zorunda kaldı.
Maria Callas ve Jackie Kennedy hiç tanışmadılar. Oysa ikisi de yaldızlı jet sosyetenin iki ayrı önemli kişisiydi. Başlangıçta sadece yolları hiç kesişmedi. Daha sonraki yıllarda, her ikisi de Yunan denizcilik milyarderi Aristotle Onassis ile alenen yakınlaştıklarında bilinçli olarak birbirlerinden kaçındılar.
1974’te çekilen bir Barbara Walters televizyon çekiminde, Jackie hakkında ne düşündüğü sorulduğunda, Maria buz gibi bir soğuklukla ”Onu tanımıyorum, onunla hiç tanışmadım.” dedi. Daha sonra konuyu değiştirdi.
Jacqueline Kennedy ve Maria Callas 1920’lerin Manhattan’ında dünyaya geldiler. Maria 23’te, Jackie 29’da doğmuşlardı. Ancak yaşam şartları taban tabana zıttı. Jackie, borsacı ’Black Jack’ Bouvier ve İrlanda kökenli bir sosyetik olan Janet Lee’nin kızı olarak zenginlik ve ayrıcalık içinde doğdu. Babası ona hayrandı ve ondan sık sık “bir erkeğin sahip olacağı en güzel kızı” olarak bahsediyordu.
Ondan 6 yıl önce doğan Maria, Yunan göçmenler George ve Evangelia Kalegeropoulos’un ikinci kızıydı. Aile ABD’ne göç ettikten sonra soyadlarını Callas olarak değiştirmişlerdi.
Maria, Jackie’nin aksine istenmeyen bir çocuktu. Annesi bir erkek bebek bekliyordu, yeni doğan bebeğinin kız olduğunu görünce, ilk dört gün ona bakmayı reddetti.
Jackie New York’ta seçkin bir özel okula gitti ve tatillerini Hamptons’ta ata binerek geçirdi. Edebiyat ve dillerde mükemmeldi. Maria yerel devlet okuluna gittiği Queens ilçesindeki bir eczanenin üzerindeki küçük bir apartman dairesinde büyüdü. Henüz beş yaşındayken olağanüstü bir sesi olduğu ortaya çıktı.
Ortak noktaları ise ikisinin de ebeveynlerinin mutsuzluğu ve sonuç olarak boşanmalarıydı. Anne ve babası ayrıldıklarında, annesi Maria ve kız kardeşini Yunanistan’a geri götürdü. Jackie ve kız kardeşi Lee ise Conneticut’taki yatılı okula gönderildi.
Ancak 24 yaşından itibaren hayatları benzerlik göstermeye başladı. O zamana kadar muhabir olarak çalışan Jackie, John Kennedy adlı hevesli ve atılgan bir politikacı ile tanıştırıldı. İrlanda asıllı, hırslı, zengin Boston’lu bir ailenin oğluydu. Kısa sürede evlendiler ve 10 yıldan kısa bir süre içinde, 32 yaşına gelen Jackie, Amerika’nın first lady’si olarak Beyaz Saray’da yaşamaya başladı.
Bu arada Maria Yunanistan’da Atina Konservatuarı’nda yıllarını şan eğitimi alarak geçirmişti. Sonuç olarak da Opera de Verona’da rol almak üzere iken, henüz 24 yaşındayken zengin bir İtalyan iş adamı olan Giovanni Batista Meneghini ile nişanlandı. Adam ondan 26 yaş büyüktü. Birkaç yıl içinde evlendiler ve kocası Maria’nın menajeri oldu.
Ardından ünü çığ gibi büyüdü, 30’lu yaşlarının başında, Maria Callas operanın first lady’si olarak selamlanıyordu.
Callas ve Kennedy, kendi kamusal kişiliklerini yaratma konusunda içgüdüsel bir yeteneğe sahiptiler. Jackie ideal “başkanlık eşi” imajını yarattı. Chanel ve Dior’dan giyindiği, kusursuz bir kağıt bebek ikonu oldu. Zahmetsiz bir imajın sahibi oldu.
Akşam yemeklerinden sonra, dünyaca ünlü müzisyenlerin çaldığı Beyaz Saray’da düzenlenen gala gecelerinde, Avrupa dillerine olan hakimiyetiyle konuklarını etkiledi. Aynı zamanda Jackie, cephenin arkasında evlat kayıpları yaşadı, kocasının sürekli olarak onu aldatmasının üzüntüsünü hiç belli etmedi ve çok güçlü bir profil sergiledi.
Çocukluğundan beri aşırı kilolu olan Maria da yeni kişiliğini icat etmeye koyuldu. 1953’ te 36 kg. verdi ve Audrey Hepburn tarzında güzel giyimli bir moda ikonu olarak ortaya çıktı. Jackie gibi, Maria da pek çok dili akıcı olarak konuşabiliyordu. O da bildiklerini birleştirerek, kendine özgü krallara layık bir aksanla konuşuyordu. Kendine yarattığı imajla sadece sahnelerin divası değil, kaprisleri, talepleri ve konser iptalleri ile gazetelerde manşet oluyordu.
Maria Callas, 1957’de Venedik’teki bir partide Yunan Denizcilik patronu milyarder iş adamı Aristotle Onassis ile tanıştırıldı. Birkaç hafta içinde, Maria ve kocasını Akdeniz gezisi için özel yatında kendisine katılmaya davet etti.
Onassis operayla zerre kadar ilgilenmiyordu, o aslında değerli ve ünlü insan koleksiyoncusuydu. Bu yat gezisi davetini, Maria şarkıcılık kariyeri ile çok meşgul olduğunu söyleyerek reddetti. Ancak sonunda Christina yatında Sir Winston ve Lady Churchill ile yapılacak olan tatil davetini kabul etti. Gemiden ayrıldığında Meneghini ile olan evliliği bitmişti. Oysa Onassis’in Tina isimli bir karısı ve iki çocuğu vardı.
Maria, Onassis tarafından baştan çıkarılmış, sesini ihmal etmesine ve bir zamanlar muhteşem opera kariyerine aniden son vermesine neden olacak bir dünyanın içine çekilmişti.
1963’te Onassis, Jackie Kennedy ile benzer bir fırsatçı taktik hazırladı. Oğlu Patrick’in henüz iki günlükken öldüğünü ve Jackie’nin delice bir yas içinde olmasını fırsat bilerek, onu iyileşmesi için Christina yatıyla yapılacak bir gemi yolculuğuna davet etti. Nedir ki, uzun zamandır birlikte olduğu Maria Callas bu seyahate dahil edilmemişti. Bunun yerine Onassis, onu Paris’te, onun için satın aldığı görkemli bir dairede bıraktı.
Üç ay sonra Kennedy Dallas’ta suikaste kurban gittiğinde dünya şoka girdi. Onassis elinden geldiğince Jackie’ye desteğini sunarak ona kol kanat germeyi sürdürdü.
JFK’nin ölümünden sonra, Jackie, kocasının erkek kardeşi Robert Kennedy ile teselli buldu ve onun başkanlık kampanyalarına destek verdi. Ancak Haziran 1968’de, onun da başkanlık seçimleri kampanyasında Los Angeles’te vurularak öldürülmesi sonunda Jackie paniğe kapıldı. Sırada kendi çocuklarının olduğu sanrısına kapılmıştı.
Onassis’in evlenme ve onu koruma teklifini kabul ederek, ona özel adası olan Scorpion’u, Olympic Havayolları şirketini ve muazzam servetini emrine verdi. Jackie arzuladığı güvenliği elde ederken, Onassis en büyük ödülü, dünyanın en ünlü kadınını almıştı. Düğün o kasım ayında bir tanıtım haberiyle patladı. Bu konu hakkında hiçbir haberi olmayan Maria, düğün haberini, Paristeki muhteşem evinde tek başına televizyonu izlerken öğrendi.
Jackie ile Onassis’in evliliği en başından beri bir felaketti. Onassis, ”Jackie gibi para harcayabilen biriyle hiç tanışmamıştım” diyordu. Evliliklerinin sadece ilk yılında 1,5 milyon dolar harcadı. Çoğunlukla evlerini yeniden dekore etti. En pahalı modaevlerinden alış veriş ederek gardrobunu baştan aşağı yeniledi.
Onassis’in birkaç hafta içinde Maria Callas ile ilişkisine yeniden başladığı herkes tarafından bilinmekte. İlk başta anlaşılır bir şekilde harap olan Maria onu görmeyi reddetti. Ancak, Onassis’in Mercedes Coupe’sini apartmanının ön kapısına çarpmakla tehdit ettiğinde, sonunda yumuşadı.
Onassis’in şoförü Yaikinto Rossa,”Ölümüne kadar her ay bir araya geldiler” dedi. ”Gerçek şu ki Maria Callas, Onassis’in tek gerçek aşkıydı. Hiç evlenmemiş olsalar da onun gerçek karısıydı.”
Jackie Amerika’ya döndü ama Kennedy ile Callas arasındaki rekabet yoğun olarak devam etti. Dünya basını, Onassis ve Callas’ın Paris’teki Maxim’s de iki kişilik romantik bir akşam yemeği yerken görüntüleri yayınladığında, Jackie hemen Boston’dan uçağa bindi ve iki gece sonra Onassis ile aynı restoranda yemek yerken fotoğraflandı. Bu Callas’a karşı, kasıtlı bir meydan okumaydı.
Jackie ile evliliğinin son yıllarında Onassis, Maria'ya yaptığı ihanetini büyük bir hata olarak görmeye başladı. Ağır hasta olduğunu öğrendiğinde, avukatlarına Jackie’ye karşı boşanma davası açmalarını söyledi. Bunu tipik Onassis tarzında yaptı-bu ona kalacak serveti azaltmak için, zina yaptığını ispatlamak için- özel detektifler tuttu. Bu Jackie’nin sürekli takip edilmesi anlamına geliyordu. Ancak Onassis, Jackie’den boşanamadı. Bunu yapamadan önce, hayati hastalığının yüzünden Paris’te bir hastaneye kaldırıldı. Jackie onun yanında değildi. Bunun yerine Aspen’a kayak yapmaya gitti. Ama Maria Callas’ın başucuna kabul edilmemesi talimatını bırakmayı da ihmal etmedi.
Callas aslında Onassis’i ölüm döşeğinde ziyaret etti. Bir servis asansörüyle gizlice odasına çıkarıldı ve komada yatarken bir saat onunla oturdu. Bu onun son vedasıydı. Onassis birkaç gün sonra öldü.
Onassis’in vasiyetinde karısının servetindeki payını en aza indirildiği bildirildi ancak Jackie buna itiraz etti.
Onassis’in kızı Christina, uzayan ve kamuoyuna açık hukuk savaşından kaçınmak için Jackie’ye 26 milyon dolarlık tam ve nihai bir ödeme yapmayı kabul etti. Maria Callas’a hiçbir şey kalmadı.
1975’te Onassis’in ölümünden sonra, sesi kesilen Maria, Paris’teki dairesinde münzevi bir hayat yaşamaya başladı. Fotoğraflarla ve hatıralarla çevrili, şanlı geçmişinde yaşayan bir opera sanatçısı Norma Desmond ile oturur eski kayıtlarını dinlerdi. İki yıl sonra, 16 Eylül 1977 sabahı Callas, yatak odasının zemininde kalp krizinden yaşamın kaybetti ve ölü olarak bulundu. Maria veda ettiğinde sadece 53 yaşındaydı.
Jackie, yayıncılık alanında yeni bir kariyere başladı ve elmas satıcısı Maurice Tempelsman ile yeni bir aşk buldu. 1994 yılında 64 yaşındayken kanserden öldü.
Hem Jackie hem de Maria, milyonlar tarafından zamanlarının ikonları olarak hatırlanırken, bir zamanlar
dünyanın en zengin adamı olan Aristotle Onassis, bu olağanüstü dramdaki rolüyle hatırlanmaktadır.