Kadıköy’lü Küçük Sara-51-

-Ateşten gömlek-

95 yılı yaşantımın en fırtınalı yıllarından biri olmaya devam ediyordu. 22 Temmuz’da Soni İsrael’e aliya yaparken, biz de onunla birlikte El-Al uçağıyla oraya gitmiştik. Sadece Soni’nin 7 adet valizi vardı. Valizlerinde sadece giysileri değil, ayrıca okul yurdunda kullanacağı mutfak araç gereçleri, yatak takımları, havluları ve şahsi eşyaları da vardı. Önce uçaktan inip Tiberia’da kalacağımız Club Otel’e gitmek üzere bir minibüs taksiye bindik. Otel süit bir odaydı. İki odasının yanında, bir de minik mutfağı vardı. Soni’yi üniversitesine yerleştirmeden önce, birlikte uzunca bir tatil de yapacaktık. Bu yüzden bir araba kiraladık. Her gün geziyor, akşamları da otelin animasyonlarını ve şarkıcılarını izliyorduk. Soni çok heyecanlıydı, Hay çok gergindi, çünkü abisinden ayrılacağı günler çok yakınlaşmıştı. Olur olmaz her şeye kızıyor ve ağlamaya başlıyordu. Ben duygularımı belli etmiyordum, çünkü oğlumu yüreklendirmem gerekiyordu. Aldığı bu zor kararda ona tam destek veriyordum. Onun cesaretini kırmak, sadece ona kötülük etmek olurdu.

O günlerde bol bol gezdik. Özellikle Golan ve çevresini gezdik. Çevre kibutzları ziyaret ettik ve tarihlerini öğrendik. Tiberia ve çevresi, Galil Bölgesi tarih yüklüdür. Kineret gölüne girdik. Göl üzerinde tekne turu yaptık. Etrafındaki restoranlarda yemek yedik. Tabiİdir ki akraba ziyaretleri yaptık. Dere tepe İsrael gezilerinden sonra, bir gün Yeruşalayim’e gittik. Soni’nin aliya ve üniversite bürokrasilerinive okul kaydını yaptırnak için üniversitenin Mt. Scopus (Har Ha-Tzofim) kampüsüne, daha sonra da Kotel’e gittik. Artık ayrılık günleri çok yakındı.

Dönüş sabahı otelden ayrıldık, arabayı iade ettikten sonra önce Hayfa'dan, kendi valizlerimizi El-Al aracılığı ile teslim ettik, ardından da Soni’nin Yeruşalayim’de kalacağı, Kudüs İbrani Üniversitesi’nin Giv'at Ram kampüsüne gittik. Kalacağı yurdun oda anahtarını aldık. David’le birlikte kova ve bez alarak odasını temizledik. Dolaplarını yıkayıp kağıtladık ve eşyalarını yerleştirdik. Yatağını hazırladık. Okulun marketine gidip türlü çeşit yiyecek ve içecekler aldık. Henüz 18 yaşında olmayan oğlumuzu, yeni bir hayatın acemisi olarak orada yalnız bırakacağımız saatler, artık kısa zamanlara dönüşüyordu. Kimse fazla konuşmuyordu, yoksa zembereklerden boşalıp etrafı sele boğacaktık. Hepimiz zorla gülümsüyor ve yutkunup duruyorduk.

Ayrılık saati gelip, otobüs durağının yanında beklerken, zoraki gülümsemelerle bir kaç kare fotoğraf daha çektik.

Otobüs gelince, Soni bizi otobüse bindirdi. Bin kere öpüştük, bin kere sarıldık. Hay ve ben artık dağılmıştık. David vakurdu. Zavallıcık, dik durması gerekiyordu çünkü. Oğlan otobüsten indi ve peşimizden koşarak gelmeye başladı. Şoför dönemeci döndü ve frene bastı. Soni de durdu. Şoför otobüsün kapısını açtı ve ona İbranice ”Hadi içeri gir, ailenle bir kez daha öpüşün” dedi. Çocuk içeri daldı. Bu seferki veda artık yürek tırmalıyordu. Aşağı inerken “artık arkanıza bakmayın, ben de bakmayacağım “dedi. Onu orada bıraktık ve Yeruşalayim’in Merkez Otobüs İstasyonu’na gittik. Hay ve ben sıfırlanmıştık. İkimiz de 35 derece sıcakta üşüyor ve donuyorduk. Üzerimize sweat-shirtlerimizi giymiştik. Durmadan ağlıyorduk. Bu biçimde havaalanına girdik ve uçağa bindik. Hay’ın vaziyeti içler acısıydı. Uçakta verilen Cola kutusunu da düşürdü, her tarafı ıslandı. Artık daha rahat ağlayabilmek için sağlam bir sebebi vardı.

Gece yarısı İstanbul’a indik. David’le benim valizler çıktı, Hay’ın valizi yoktu. İçinde de bütün yazlık kıyafetleri ve çamaşırları vardı. Hemen kayıt tutturduk ve taksiyle eve döndük. Hay eve gelince yıkandı. 15 günlük uzun bir seyahat olduğu için onun bütün kıyafetlerini yanıma aldığım ve valiz çıkmadığı için, benim bir tişörtümü giyerek yattı.

Valiz ertesi akşam Viyana’dan geldi ve David gidip teslim aldı. Rina minyon bir kız olduğu için, Hay o günü ablamın bize getirdiği Rina’nın şort ve tişörtleri ile idare etti. Hay yarı depresifti, dokunsan ağlıyordu. O günden itibaren benim ateşten gömlek giydiğim günlerin başlangıcı olmuştu. Oğlum için çok sevinçli ve gururluydum ama, bir anne için ayrılık çok yakıcı bir duyguydu. Soni'yle fırsat buldukça konuşuyorduk. Şimdi üzerinden 26 sene geçmiş, o zaman teknoloji böyle değildi. Cep telefonu nadirdi. Soni bize sık sık mektup yazar, her hafta kardeşine bir kartpostal gönderirdi. Telefon kulübesinden telefon edip, numarasını verip kapatır ve orada beklerdi. Ben hemen verdiği numarayı çevirince açardı ve uzun uzun konuşurduk. yaptıklarını, yeni arkadaşlarını ve oda arkadaşı Loni’yi anlatırdı. Loni Bahar Türkiye’den tanıdığım ve çok beğendiğim bir gençti. Onunla olduğu için çok memnundum. Soni farklı bir yaşama dalmıştı. Okul ve dil programı başlamıştı. Harıl harıl ders çalışıyorlardı. O sene Soni’nin okuluna İstanbul’dan 18 genç aliya yapmıştı. Hiç ayrılmıyorlar ve birbirlerine destek oluyorlardı. Farklı bir yaşam süreci başlamıştı. O çok mutluydu. En azından biz canını hiç sıkmıyorduk ve her türlü imkanı sağladığımız ve duygu sömürüsü yapmadığımız için çok huzurlu ve rahattı. Kendini tamamen derslerine odaklayabiliyordu.

Aynı yazın Ağustos ayında Rina, arkadaşlarıyla bir ay için İsrael'e, Kibutz Ha-Zorea'ya gitmiş, bir haftasonunu Soni'nin yurt odasında, bir haftasonunu da Soni, onların Kibutz odasında geçirmişti.

Bu arada biz de adaya gitmiştik. Orada birkaç arkadaşla görüşüyor, sakinleşmeye çalışıyorduk. Gazeteye gidiyordum. Gazetedeki arkadaşlarım, özellikle Nana Tarablus beni çok güzel sakinleştirirdi. O dönemlerde gazeteye yeni arkadaşlar da katılmışlardı. Nelly ve Yakup Barokas uzun yıllar yaşadıkları İsrael’den geri dönmüşler, üstelik oğullarını da orada bırakmışlardı. Nelly ile kader ortağı gibiydik. O, hislerini belli eden bir kişi olmamakla birlikte, derinden derine çok acı çekerdi. O sene adada onlarla da çok yakınlaşmıştık. Tony adında kocaman bir köpekleri vardı. Hay onu çok severdi.

Erensya Sefaradi Grubu yine çatırdıyordu. Bu sefer arkadaşımız Eli Meriç memnuniyetsizliklerini öne sürer olmuştu. Nihayetinde o da gruptan ayrılınca, 3 kişi kaldık. Oturup Gery ile konuştuk ve ne yapmak istediğini sorduk. O devam edecekti kararı buydu. Böylece söz yazarımız Yusuf Altıntaş’la birlikte üçümüz devam etme kararı aldık. İsrael dönüşünde David sürekli olarak konserler ayarlıyordu. O yaz özellikle üç kez Topkapı Sarayı’nın bahçesinin içinde bulunan Darphane-i Amire’de olmak üzere 5-6 konser vermiştik. Büyükada’daki Turing’in Ada Evi’nde verdiğimiz bahçe konseri ve Burgaz Ada Kulübü’ndeki konser çok sayıda izleyici tarafından takip edilmişti. Bu bir bakıma benim için çok iyi oluyordu çünkü Soni’nin yokluğunda oyalanıyordum.

Nihayet eylül ayı geldi ve Hay Ulus Musevi Lisesi’nde ortaokula başladı. Okulunu çok sevmişti. Servisle gidip dönüyordu. Ben o sene artık Bahariye’deki evi kapalı tutmaya karar vermiştim. Artık sadece Göztepe’deki evde yaşıyorduk. Hay'ın servisi de oradan kalkıyordu. Soni sağ kolumdu ve ben onsuz, bu iki ev sistemini kaldıramayacağımı hissediyordum. O sene planda olmadığı halde, David bana yeni bir enerji katmak için Roş-Ha-Shana'nın başından itibaren 1 ay sürecek bayram tatilinde Soni’yi İstanbul’a getirtti. Bu beni gerçekten yenilemiş, hayat katmıştı. Bütün aile çok mutluydu.

Kış başladığı zaman konserler devam ederken David yeni bir cd çalışması için müzik stüdyolarını arşınlamaya başlamıştı. Sonunda bulmuş ve altyapı çalışmaları başlamıştı. Bu arada kendi özgün bestelerinden oluşan Türkçe bir kaset de doldurmuştu. Kasetin adı “Balık Tutan Şaşı Kedi Sokağı” idi. Bu sokak Bodrum Gümüşlük’te, denizin önündeki bir sokağın adıdır. Orası için yazdığımız bir şarkı sözü, kasete de adını vermişti. Deli dolu bir yaşamımız vardı.

Şalom Gazetesi’nde artık bir sayfanın editörlüğü bana verilmişti. Sayfamın adı “Kavram”dı. Bu sayfada her hafta Yahudi dini ve kültürü hakkında araştırmalar yapıp, oldukça uzun yazılar hazırlıyordum. Ayrıca diğer sayfalarda da röportajlar yapıyordum. O yaz değişik yerlerin açılışlarına gitmiş, röportajlar yapıp yayınlamıştım. Yusuf hala her Pazar sabahı kahveye geldiğinde David’in yeni bestelerine yeni sözler yazıyordu.

95 yılının Kasım ayında, İsrael Başbakanı ve çok önemli bir devlet adamı olan Yitshak Rabin, tam barışın eşiğindeyken bir suikaste uğrayınca, hepimiz büyük bir şoka girmiştik. Soni henüz orada yepyeniyken, tarihe tanıklık ediyordu. Arkadaşlarıyla Rabin'in Yeruşalayim’deki naaşının önünden saatlerce süren bir bekleyişten sonra, geçip saygı geçişinde bulunmuşlardı. Çok etkilenmiş ve bunu bize uzun uzun anlatmıştı. David de bu olaydan çok etkilenerek “La Pas”-Barış- isimi bir beste yapmış, Yusuf da üzerine çok dokunaklı sözler yazmıştı. 96 yılının 1 Eylül günü AKM’ye davet edilmiş ve Erensya Sefaradi olarak “La Pas” adlı şarkımızı seslendirmiştik. Bilindiği gibi 1 Eylül “Dünya Barış Günü” dür.

96 kışında Göztepe Kültür Derneği’nde bir konser vermiştik. Ne de olsa orası ilk yuvamızdı. Artık orada fiilen faaliyet yapmıyorduk ama, yine de kültür gecelerine, eğlence gecelerine ve tiyatro oyunlarına gidiyor ve çok mutlu oluyorduk.

Kah neşeli, kah özlem dolu, kah epeyi yoğun bir hayatın içinde akmaya devam ediyorduk.