GÜZELLİĞİ DİLLERE DESTANDI! MISIR PRENSESİ VE İRAN KRALİÇESİ FEVZİYE’NİN YÜREK BURKAN HAYATI
GÜNÜMÜZDE...
ALİYA’NIN İSRAEL ÖYKÜSÜ
İsraelde Yahudi göçü için kullanılan İbranice kelime, kelimenin tam anlamıyla “yukarı çıkmak=yükselmek” anlamına gelen Aliya’dır. Bu, İsrael’in diğer topraklara kıyasla topografyasını değil, kutsal topraklara hareket ederek elde edilen manevi yükselişi ifade eder.
Kutsal topraklarda binlerce yıldır devam eden bir Yahudi varlığı vardır. Bu varlık Hıristiyanlık ve Müslümanlık henüz ortada yokken de vardı.
Ancak MS 70’de Yahudi’ler Roma imparatorluğu tarafından anavatanlarından sürüldü. Dağınık ve sürekli dünyayı dolaşan Yahudiler, Romalıların ”Palestina=Filistin” dediği ve Yahudilerin “İsrael ülkesi=Eretz İsrael” olarak bildikleri yere geri dönme hayaline her zaman tutundular. O zamandan beri, kefaret günü olan Yom Kipur’da ve Pesah‘ta Yahudiler hararetle ve içtenlikle “Gelecek yıl Yeruşalayim'de” (Ba şana ha-ba'a beYeruşalayim) duası ve temennisinde bulundular.
EN ESKİ DİNİ ALİYAH
Binlerce yıl boyunca bireyler ve küçük gruplar İsrael topraklarına geri dönmeye çalışırken, ilk önemli aliya, 17. yüzyılın sonlarında gerçekleşti. 1697’de Polonya’da bir haham olan Rabi Judah Hahassid, takipçilerinden 31 aile ile İsrael topraklarına gitti. Almanya ve Moravya’yı dolaşarak başkalarına kendilerine katılmaları için ilham vermeye çalışarak bir yıl geçirdiler. İtalya’ya vardıklarında grup 1500 kişiden oluşuyordu. Neredeyse üçte biri yolda öldü, ancak nihayet 14 Ekim 1700’de İsrael topraklarına vardıktan sonra, Yeruşalayim'deki evlerini inşa ettiler.
Bir sonraki büyük grup, 1740 ile 1750 yılları arasında zamanın en büyük hahamlarından ikisi; İtalya’dan Rabi Moşe Hayim Luzatto ve Fas’tan Or Ahayim olarak da bilinen Rabi Hayim Ben Attar dahil olmak üzere binlerce Yahudi kutsal topraklara taşındı.
18. yüzyılın son on yıllarında Hasidik hareketin kurucusu Baal Şem Tov’un yüzlerce öğrencisi tarafından takip edildiler. Bugünkü Ukrayna’dan gelen bu Hasidler bir devlet inşa etmeye çalışmadılar. Aksine, kendilerini dünyadaki Yahudi halkının manevi elçileri olarak gördüler. Dini çalışma ve duaya odaklandılar.
Bu dini Aliyah’dan bir sonraki büyük grup, 19. yüzyılın ilk on yılında ülkeye yüzlerce kişi toplanarak gelen Vilna’lı Rabi Eliyahu’nun (Vilna Gaon’u) öğrencileriydi. Bu grup maneviyatla ilgilenmenin yanı sıra çiftçilik yapmak için araziler de satın aldı. Tevrat kitabının kehanetlerinin ve mesihin=maşiyah gelişinin merceğinden toprağın yeniden canlanmasına çalıştılar.
MODERN ALİYAH’IN BEŞ DALGASI
Rusya'da bir dizi pogrom ve Avrupa’da yükselen antisemitizm, 1882 ile 1939 arasında beş farklı aliya dalgasına yol açtı. Bu akınlar önceki dini aliyalardan çok daha büyüktü.
BİRİNCİ ALİYAH (1882-19O3): Bu dönemin göçmenleri kutsal topraklarda bir Yahudi devletinin kurulması için çalıştılar. Daha çok dini bir bakış açısına sahip olan Hibat Zion ve özellikle tarıma odaklanan Bilu olmak üzere iki hareketin 60.000 üyesi Kutsal Topraklara taşındı.
İlk aliyah göçmenleri, Araplardan 90.000 dönüm arazi satın alarak Rishon Letsiyon, Rehovot, Hadera, Gedera ve diğerleri gibi şehirler haline gelen yeni yerleşimler kurdular. Ayrıca bu yeni göçmenlerin taşındığı 3.000’inin taşındığı Yafa gibi şehirlerde de evlerini inşa edenler oldu. Bu aliya dalgası, İbranice’nin konuşulan bir dil olarak yeniden canlanmasından en çok sorumlu olan aliya grubuydu. böylece İbranice eğitim ve öğretim veren okullar kuruldu.
İKİNCİ ALİYAH (1904-1914): Bu, sosyalist idealleri olan daha genç ve laik Rus göçmenler tarafından karakterize edilen bir aliya idi. Devlet öncesi İsrael’de bir işçi topluluğu yaratmaya çalıştılar ve işçi olarak çalıştılar. Sayıları 40.000 civarında olan bu grup ilk kibutzları kurmuşlardır.
Bu grup aynı zamanda Haşomer Hatzair adlı bir savunma birliği ile bir Yahudi ordusu inşa etme sürecine de başladı. David Ben Gurion, Yitshak Ben Zvi ve devletin diğer idealist liderleri bu aliyahın parçasıydı.
ÜÇÜNCÜ ALİYAH (1919-1923): İsrael toprağına göç, 1. Dünya Savaşı döneminde durakladı, ancak 1919’da yeniden başladı. 1917 Balfour Deklarasyonu’nun teşvikiyle, daha güçlü Siyonist ruha sahip 35.000 Yahudi, Rusya, Polonya ve Litvanya’dan yola çıktı, diğer Avrupa ülkelerinden 1000 kişi ile birlikte ülkeye vardılar. Bu aliyahın çoğu genç öncüleri, ülke çapında işçi örgütü olan Hisdatrut’u kurdular, konut ve yol yapımı için işçiler sağladılar.
DÖRDÜNCÜ ALİYAH (1924): Bu göçmenler sert ekonomik kısıtlamalardan kaçan, çoğunlukla Polonya’dan gelen orta sınıf zanaatkar ve esnaflardan oluşuyorlardı. Dördüncü aliya’nın 67.000 Yahudisi Tel Aviv gibi şehirlere yerleşti ve fabrikalar, mağazalar, restoranlar ve küçük oteller kurdu.
BEŞİNCİ ALİYAH (1929-1939): Bu aliyalar 250.000’den fazla Yahudi’yi devlet kurulmadan önce İsrael’e getirdi. Bu dönemde Orta ve Batı Avrupa Yahudilerinin ilk büyük akını oldu. Birçoğu, doktorlar ve diğer akademik meslekler ve müzisyenler ve diğer kültürel beceriler dahil olmak üzere, yüksek eğitimli profesyonellerdi. Tel Aviv, Haifa ve Yeruşalayim gibi şehirlere yerleştiler.
Beşinci aliya, Yahudileri kutsal topraklara getirmeye yönelik gizli çabalarla aynı zamana denk geldi ve buna “Aliyah Bet” de deniyordu. 1934’te HaHalutz Hareketi, İngilizlerin kutsal topraklara Yahudi göçünü azaltmaya çalışırken, 350 yasadışı göçmeni getirmek için “Vellos” adlı bir Yunan gemisi kiraladı. 1937 ile1939 arasında, Betar ve Revizyonist gruplar tarafından düzenlenen gemilerle binlercesi daha geldi. Holokost’tan sonra bu çabalar, İngilizlerin Yahudi göçü üzerindeki kısıtlamalarına karşı çıkarak devam etti. 1934-1948 yılları arasında 115.000 Yahudi, İsrael topraklarına ulaştı. 51.000 kişi İngilizler tarafından Kıbrıs Adası'nda hapsedildi ve ancak 1948’de Yahudi devleti kurulduğunda ülkeye girmek için serbest bırakıldılar.
TOPLAMA
İsrael, Yahudilerin ulusal vatanı olma misyonuna uygun olarak, Yahudilerin mümkün olan en kolay şekilde ”eve dönmelerini” mümkün kılmak için “Geri Dönüş Yasasını “ çıkarmıştır. İsrael, kuruluşundan bu yana, Yahudi göçmenleri diğer üç dalga halinde içine aldı. Bu üç akım dünyanın farklı köşelerinden geldi ve farklı zorluklar getirdi.
MİZRAHİLERİN ALİYASI: 1948’den itibaren Arap ülkelerinden, 820.000 Yahudinin göç etmesiyle İsrael’in Yahudi nüfusu hızla arttı. Arap topraklarından gelen Yahudi mülteciler, Yahudi karşıtı pogromlar, baskı ve ayırımcılık karşısında evlerini terk etmek zorunda kaldılar.
256.000 kişilik ilk akın 1948-1951 yılları arasında Irak, Yemen, Libya ve Türkiye’den geldi. Irak ve Yemen Yahudileri, sırasıyla ”Ezra ve Nehemya Operasyonları” ve “Uçan Halı Operasyonu”nda İsrael’e gönderildi. 1950’lerin ortalarında Mısır ve Fas’tan on binlerce kişi aliya yaptı. 1960’larda diğer Kuzey Afrika ülkelerinden yüzbinlerce kişi İsrael’e taşındı.
Bu göçmenlerin çoğu geçici olarak göçmen kamplarına (Beit Olim) yerleştirildi ve daha sonra Maabarot-teneke konutlarından aktarma kamplarına transfer edildiler. Bu göçmenler, devletin kurucularından dini açıdan, geleneksel olma eğilimindeydiler ve sonunda İsrael’in kuzey ve güney çevrelerindeki kalkınma şehirlerinde kendi mahallelerini kurmaya başladılar.
RUS ALİYASI: 1970’ler ve 80’lerde dünyanın her yerinden İsrael’e sürekli bir Yahudi akışı varken, bir sonraki büyük göçmen akını Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla 1990’larda geldi. Bu dalganın başlangıcındaki Yahudiler ilk önce Avrupa’daki geçiş noktalarına uçmak zorunda kaldıklarında, İsrael her El Al uçağını, onları evlerine uçurmak için hazır hale getirdi. Bir milyona yakın Rus Yahudisi aliya yaptı. İsrael onları geçici olarak barındırmak için, 430 göç alanı kurdu.
Bu Rus aliyası, göçmenlerin %60’ı üniversite mezunu olduklarından İsrael’e büyük katkı sağladı. O zamanki üniversite eğitimli İsrael’lilerin iki katı oranındaydılar. O zamanlar İsrael’de bulunan 30.000 mühendise kıyasla 57.000 mühendis ve tüm İsrael’de 15.000 doktor varken, kendileri de 12.000 doktor içeriyordu.
Ruslar kendi mahallelerinde yaşamaya meyilli olarak, İsrael toplumuyla bütünleşmek için mücadele ettiler. Buna ek olarak, İsrael Devleti Rus akademik dereceleri, genellikle denklik olarak tanınmadı ve göçmenleri uzmanlıklarına uymayan işlerde çalışmaya zorladı. Ancak 2012’ye gelindiğinde, İsrael doğumlu Rus kökenli İsrael’li Yahudilerin ve çocuklarının ortalama maaşları, tam teşeküllü İsrael’lilerle bütünleşti.
ETİYOPYALILARIN ALİYASI: 1984 yılında, yaklaşık 7.000 Etiyopyalı Yahudi, gizli bir hava alanına ulaşmak için Sudan Çölü’nde yürüdükten sonra ”Moşe Operasyonu” ile İsrael’e götürüldü. ABD tarafından finanse edilen, “Yeoşua Operasyonu” kapsamında İsrael’e 500 kişi daha gönderildi. En sonunda 1991 yılında İsrael “Şlomo Operasyonu”nu başlattı. 36 saat boyunca 14.000 Etiyopyalı Yahudi’yi İsrael’e getirmek sürecinde, kapasitelerini artırmak için çoğu koltukları kaldırılmış olan 34 uçak gönderdi.
Bugün İsrael’de Etiyopya kökenli yaklaşık 140.000 Yahudi yaşıyor. Batı tarzı bir topluma alışık olmayan bu nüfusun entegrasyonu İsrael için özel bir zorluk oluşturmuştur. Etiyopya toplumu maalesef ırkçılık ve ayrımcılıkla karşı karşıya kaldı. Ayrıca, İsrael’de yakın akrabaları olan ve bazen Falaşmura veya Beta İsrael olarak bilinen yaklaşık 8.000 Etiyopyalı da göç etmek istiyor, ancak İsrael İçişleri Bakanlığı onların Yahudiliğine tanımıyor.
Ancak ilerleme, Etiyopyalı İsrael’lilerin yeni nesline yansıyor. Göçmenlerin torunları önemli oranda yüksek öğrenime girereken ve İsrael Savunma Ordusu “Tsahal”de, siyaset, kültür ve medyanın yüksek seviyelerine ulaştığı görülmekte.
Dünyanın dört bir yanındaki yaşayan yaklaşık 6 milyon Yahudi ile aliyalar devam ediyor. 21. yüzyılın ilk on yılında 150 ülkeden 250.000’den fazla yeni göçmen görüldü. Aliya'nın en yüksek rakamlar Rusya-66.300, Ukrayna-45.670, Fransa-38.000 ve ABD’den 32.000 olarak tespit edildi.
İsrael bir göçmen ülkesi olarak bilinir. 300 yıllık aliya tarihinde, dünya üzerindeki Yahudilerin hiç birinin, İsrael ülkesini gönlünden asla silmediğini ve terk etmediğini gösteriyor. Geniş bir yelpaze oluşturan çeşitli ülkelerin kültürleri, gelenekleri ve duruşlarını yanlarında taşıyarak ve getirerek aliya yapan çeşitli ülkelerin Yahudileri, tüm bunların yanı sıra aidiyetlerini ve dini kurallarını uygulamaktan, binlerce yıl sonra bile İsrael’de bir şemsiye altında bir ulus-devlet olmayı başarmaya devam ediyorlar.
İngiltere’den bağımsızlığını elde eden Mısır’ın ilk Kralı I. Fuad ve kendisinden 26 yaş küçük olan ikinci eşi Nazlı Sabri’nin aylardır beklediği gün gelmişti. 1921’in 5 Kasım sabahında İskenderiye’de dünyaya gözlerini açan Fevziye bebek dillere destan güzelliğiyle adını tüm dünyaya duyuracaktı. Daha sonra Mısır kralı olacak I.Faruk’tan sonra gelen dört kız kardeşin en büyüğüydü. Doğduğu günden beri sıkı bir eğitim sürecinden geçti, sarayda yabancı bakıcılar tarafından büyütüldü. Üniversite okumak için İsviçre’ye gitmeden önce, sarayda yabancı dil ve müzik dersleri aldı. Arapçaya ek olarak akıcı bir şekilde Fransızca ve İngilizce de konuşabiliyordu. İsviçre’ye gittiğinde yolu İran Şahı Rıza Pehlevi’nin oğlu Muhammed Rıza Pehlevi ile kesişecekti. Üstelik Pehlevi onun hayatının dönüm noktalarından birinde başrolde olacaktı. İsviçre’den ülkesine döndükten sonra, alınan bir kararla hayatı altüst oldu. 18 yaşına kadar mutluluk içinde geçen ömrünün geri kalanında Fevziye’yi acı dolu günler bekliyordu.
İRAN ŞAHININ OĞLUYLA EVLENMEYİ KABUL ETTİ
1900’lü yılların ilk yarısında, İran Şahı Rıza Pehlevi kendisine Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ulu önder Mustafa Kemal Atatürk’ü örnek alıyordu. Atatürk’ün inkılapları ve ileri görüşlülüğü, İran Şahı Pehlevi’nin ülkesinde yapacağı atılımlar için her zaman rehberlik etmişti. Atatürk yaptıkları bir görüşmede, Pehlevi’ye, Ortadoğu'da iki güçlü ülkenin bir akrabalık bağı kurmasının bölge için çok iyi sonuçlar verebileceğini söylemişti. O dönem Ortadoğu'da, 1.Faruk yönetimindeki Mısır hızla gelişiyor ve modernleşiyordu. İran Şahı Pehlevi, işlerin pek iyi gitmediği ülkesi için Mısır ile akrabalık kurmanın mantıklı olabileceğini düşünerek Veliahtı Muhammed Rıza Pehlevi’ye bu fikri açıkladı.
Genç prens, babasının düşüncesine sıcak bakınca, Mısır prenseslerinin fotoğrafları genç veliahta gösterildi. Aslında İranlı bir kıza aşık olan veliaht prens, Mısır prensesi Fevziye’yi bir İngiliz dergisinin kapağında görünce onunla evlenmek istedi. O sırada eğitimini tamamlayıp ülkesine dönen, daha sonradan güzelliği nedeniyle ‘Asya Venüsü’ lakabıyla tanınacak olan Fevziye ise sıkıcı bulduğu saray hayatına uyum sağlamaya çalışıyor ve hayatını değiştirebilecek hayaller kuruyordu.
MISIR PRENSESİ İRAN KRALİÇESİ OLDU
İki ülke arasındaki hazırlıklar iki tarafın da onayıyla hemen başlatıldı, Muhammed Rıza ve Fevziye düğünden önce birbirlerini sadece nişan töreninde görmüşlerdi. Eğitimli ve dünyalar güzeli prensesin hayatı artık değişiyordu. Mısırın son prensesi ve İran’ın ilk imparatoriçesi Fevziye ve Muhammed Rıza, 40 gün 40 gece süren törenlerle 15 Mart 1939’da Kahire’de Abdeen Sarayı’nda evlendi. Prenses Fevziye’nin acıklı günleri işte tam da bu evlilikle başladı.
Çiftin çocukları, evliliklerinden yaklaşık bir buçuk yıl sonra dünyaya geldi. Takvimler 27 Ekim 1940’ı gösterdiğinde, Fevziye ve Veliaht Muhammed Rıza Pehlevi, Şehnaz adını verdikleri kız çocuklarını kucaklarına aldı. Evliliğin mimarı olan İran Şahı baba Rıza Pehlevi ise saltanatının son yılındaydı. Minik Şehnaz henüz 11 aylıkken, Prens Muhammed Rıza Pehlevi, babasının tahttan çekilmesiyle İran Şahı oldu. Takip eden yılda Kraliçe Fevziye’nin İngiliz fotoğrafçı Cecil Beaton tarafından çekilen fotoğrafı, dönemin ünlü haber dergisi ‘Life’ın 21 Eylül 1942 tarihli sayısının kapağı oldu.
KIZ ÇOCUK DOĞURDUĞU İÇİN SEVİLMİYORDU
Tüm gözler onun üzerindeydi ancak Fevziye mutlu değildi. Ortadoğu’nun en gelişmiş kentlerinden biri olan Kahire’den sonra Tahran, ’Asya Venüsü’ne hiç de cazip gelmiyordu. Şehrin yolları toprak, binalar ve evler demode, Gülistan Sarayı ise büyük bir villadan ibaretti. Kraliçenin İran’ın iklimine alışamaması nedeniyle sağlığının bozulması ve Şah’ın başka kadınları alenen Gülistan Sarayı’na getirerek kendisini aldatması gibi sebepler evliliğin bitmesi için aslında yeterliydi. Üstelik dillere destan güzelliği ve hüzünlü bakışlarıyla herkesi büyüleyen Fevziye, erkek yerine bir kız çocuğu doğurması nedeniyle, sarayda ve saray dışında da sevilmiyordu. Kayınvalidesi ve görümceleri ona çok kötü davranıyorlardı. Bu sıkıntılı günlerin ardından boşanmaya karar verdi. Takvimler 1945’i gösterdiğinde boşanmak için başlatacağı işlemlerin yeterli olacağını düşünüyordu. Ancak hesap edemediği çok önemli bir şey vardı.
BAŞINA GELECEKLERDEN HABERSİZDİ
Kızı Şehnaz’ı alıp Kahire’ye dönmeye karar verdi. Kocasi Şah Pehlevi, eşinin bu isteğine karşı çıkmamış ve kabul etmişti. Fevziye ummadığı bu kabulden sonra çok sevinmiş ve mutlu olmuştu. Fakat işler hiç de Fevziye’nin düşündüğü gibi kolay değildi. Kraliçe olduğu İran’dan, prenses olduğu Mısır’a dönmek istiyordu.
Kızıyla birlikte uçağa binen ‘Asya Venüsü’ artık Kahire uçuşunun başlamasını bekliyordu. Şah kızıyla uzun uzun vedalaşmıştı. Uçak henüz kalkmadan Şah arabasının içinde hala pistteydi. Protokol Şefi’ni uçağa göndererek kızı Şehnaz’ı son bir kez öpebilmesi için izin istedi. Fevziye kızını muhafıza verdi ve kızının, babası Şah’la son bir kez vedalaşması için gitmesine izin verdi.
FİLM GİBİ SAHNE
Minik Şehnaz uçaktan inince uçağın kapıları hızla kapatıldı ve Şah Pehlevi’nin emriyle Fevziye, kızı olmadan Kahire’ye yola çıkarıldı. Kocasının kurduğu tuzağı çok geç fark eden ve durumdan hiç şüphelenmeyen Fevziye’nin kızıyla yaşadığı yıllar süren ayrılığı işte bu film gibi sahneyle başladı. Uçakta haykırdı, kendini yerlere attı. Pilota geri dönmesi için yalvardı. Fakat emir kesindi. Şahın emrine kimse karşı gelemezdi. Kızı olmadan Kahire’de mutsuz günler geçirmeye devam eden Fevziye, kendisine büyük acı yaşatan kocası Muhammed Rıza Pehlevi’den resmi olarak ancak 17 Kasım 1948’de boşanabildi. Şah Pehlevi, Fevziye’den boşandıktan sonra önce Süreyya Bahtiyari ile, sonra ise Farah Diba ile evlendi.
KIZINA HASRET KALDI AMA PES ETMEDİ
Prenses Fevziye Fuad, Şah’tan boşandıktan beş ay sonra 28 Mart 1949’da Kahire’deki Kubbe Sarayın’da Çerkez asıllı diplomat ve 1. Faruk’un yaveri İsmail Şirin ile evlendi. Çiftin bir kızı ve bir oğlu oldu. 1952’de ağabeyi Kral Faruk tahttan indirilip sürgüne gönderilince, cumhuriyet ilan edildi ve kraliyet ailesi ülke dışına çıktı. Ancak ailesinin aksine Fevziye doğup büyüdüğü Mısırda kalmayı tercih etti.Kalan ömrünü İskenderiye ve Kahire’de geçirdi. 1994’te eşi, 2009’da ise kızı Nadia öldü. Dünyalar güzeli Mısır prensesi Fevziye’nin ihtişamlı hayatı, böyle hazin bir biçimde sona erdi.
Henüz 6 yaşındayken yollarının ayrıldığı kızı Şehnaz’la yıllar sonra İsviçre’de bir araya geldi. Kızı Şehnaz annesine mesafeliydi. Kızı onunla bir bağ oluşturmaya hevesli değildi. İkili birkaç kez buluşmalarına rağmen soğukluk ortadan kalkmadı. Fevziye bu durumu kabullenmek zorunda kaldı. Yaşadığı büyük hasret ve acıya rağmen hiçbir zaman pes etmedi
Fevziye yaşadığı zorluklara rağmen kararlı duruşu ve güçlü karakteriyle günümüzde de birçok kadına ilham kaynağı olmayı sürdürüyor.
Fevziye 2 Temmuz 2013 tarihinde Mısır’ın İskenderiye şehrinde, 92 yaşındayken hayata veda etti.
Çocukları: İran prensesi Şehnaz Pehlevi. Ardeşir Zahidi ile evlendi ve Zahra Mahnaz adında bir kızı oldu,
İkinci eşinden; Nadia Şirin, Hüseyin Şirin Efendi.
Kaynak: Wikipedia