MARİA VE JACKİE’NİN
AŞK ÜÇGENİNİN KARANLIK YÜZÜ
Bielski Partizanlarının Hikayesi
Sevgili okurlarım, içinde bulunduğumuz haftalar, Varşova Getto’su isyanının 76. Yılını, Yom Ha-şoa’nın ve savaşta Almanlar tarafından katledilen 6 milyon Yahudi için gerçekleşen anma törenleriyle dolu bir “Holokost Kurbanlarını Anma Haftası”dır. Bu çerçevede sizlerle, Belarus ormanlarında yiğitçe savaşan, parlak bir zafer sayfası yaratan Yahudi savaşçı gerillalardan söz etmek istiyorum.
Novogrudok, Belarus’un batısında, etrafı tepelerle ve sık ormanlarla kaplı küçük bir köydür. Bu köyün çevresindeki ormanların içinde, kurtlar, ayılar, bizonlar ve diğer vahşi hayvanlar yaşar. Eski Avrupa aristokrasisinin çok sık olarak ava çıktıkları bu ormanın yanındaki köyde, 15. yüzyıldan itibaren çok geniş bir Yahudi nüfusu, yüzyıllar boyunca kuvvetli bir cemaat oluşturmuşlardı.
Belarus’ta doğan Yahudilerin içinden, Chaim Weizmann, Zalman Shazar ve Shimon Peres, daha sonra kurulan Yahudi devleti İsrael’in devlet başkanlığı görevini, Golda Meir, Menahem Begin ve Yitzhak Shamir ise İsrael’in başbakanlık görevini üstlenmişlerdir.
Novogrudok ve çevresinden, 2. Dünya Savaşı=Holokost döneminde çok önemli direnişçiler ve partizan Yahudiler de vardır.
David Bielski ve kardeşi Zelig, Belarus’un Çarlık idaresi döneminde, 19. Yüzyılın sonlarına doğru, oralara yakın bir köyde doğmuşlardı. 20. Yüzyılın başlarında iken farklı fikirler yüzünden kavga edip yollarını ayırmışlardı. Küçük kardeş Zelig, köyünden ayrılıp Novogrudok’a yerleşmişti. Her şeye rağmen 1942 yılının dondurucu bir kış gününde, iki kardeşin yolları yeniden birleşti. İki kardeş, Nazi askerleri tarafından, Belarus’taki bütün köşelerden toplanmış olan diğer Yahudilerle birlikte, kıyımın ilk gününde katledildiler. David ve Zelig’in çocukları Yahudi geçmişleriyle gurur duyan insanlardı ve yüzlerine bir tokat atıldığı zaman diğer yanaklarını uzatan tiplerden değillerdi. Antisemitizme kolayca boyun eğmeye niyetleri yoktu. Bu oğullar uzun boylu ve güçlü kuvvetli cesur erkeklerdi. Kendilerini nasıl koruyacaklarını bildiklerinden, bazı alçakların önünde gülünç duruma düşmemeye kesin kararlıydılar.
David’in oğlu Tuvia, kısa bir zaman içinde Bielski Partizanlarının karizmatik ve şöhretli lideri olmuştu. Zelig’in oğlu Yehuda (Yudel) ise, Bielski grubun savaşçı kanadında görev alıyordu.
Bielski Partizanları, Holokost döneminin en güçlü direnişçi grubuydu. Onların hikayesi 2008 yılında çekilen ve Oscar adaylığına layık görülen “ Defiance” (Meydan Okuma) adlı filme konu olmuştu.
1921’den 1939’a kadarki dönemde, Belarus Polonya idaresi altındaydı . Tuvia Bielski, Polonya Ordusuna yazılmış ve iki yıl sonra onbaşı olarak ordudan ayrılıp evine geri dönmüş, bir kütüphanede iş bulmuş ve ardından evlenmişti.
Birkaç yıl sonra kuzani Yehuda da Polonya Ordu’suna yazılmış ve orada yüzbaşılığa kadar yükselmişti. Daha sonra o da ordudan ayrılmış, Novogrudok’a geri döndüğünde, bir lisede atletizm antrenörü olarak işe girmiş, bir süre sonra da evlenmişti. Yehuda çok kibar ve özel bir insandı.
1 Eylül 1939 günü, Almanya Polonya’ya saldırdığı zaman, Polonya Ordusu, Yehuda’yı yeniden askere çağırdı. Savaşta çok ağır yaralanan Yehuda, bir süre Varşova’da yatırıldığı hastanede tedavisi sürerken, oradan kaçmaya mecbur kaldı. Zira Alman SS’leri hastaneye baskın yaparak orada yatan savaşçı askerleri ve Yahudileri toplamaya başlamışlardı.
Yehuda artık Sovyet Rusya’nın idaresi altında olan Novogrudok’a geri dönmüştü. Yehuda oraya döner dönmez kendini gettoya kapatılmış olarak buldu. Katliam kuyruğunda öldürülen diğer Yahudiler gibi, her gün sıranın onlara gelmesini bekliyordu. Aslında teslim olmaya niyeti yoktu, o yüzden kaçış planları yapmaya başladı. Tam o sırada, Hıristiyan arkadaşlarının aracılığı ile kendisine ulaştırılan mektubu okudu. Mektup, büyük kuzeni Tuvia’dan geliyordu. Mektupta; “Arkadaşlarla ormanda gizleniyoruz ve Almanlara teslim olmaya hiç niyetimiz yok. Karını yanına al, güvendiğin birkaç arkadaşını da getir. Neler yapabileceğimizi birlikte gözden geçirelim” diye yazıyordu. Yehuda kısa bir süre sonra, kendi üç erkek kardeşi de dahil olmak üzere, köyden arkadaşları olan 20 kişiye daha planını açıkladı.
Bir akşam, karısını ve sekiz arkadaşını yanına alarak gettonun giriş kapısında bekleyen Alman askerlerinden gizlenerek, dikenli tellerin yanına sessizce yaklaştılar. Yehuda telleri kesti ve ardından hepsi tellerin arasından süzüldüler ve yakınlardaki karanlık ormanın derinliklerine daldılar. Sonunda kuzenler buluştuklarında Yehuda gruba: “Burada yaşayıp, hayatta kalmaya gayret etmeliyiz, şimdiden sonra tek düşüncemiz ve amacımız olacak. İntikam. Katillerimizden intikam alacağız. Silahlarımızı kuşanıp, düşmanlara zarar vereceğiz. Bu yüzden kararlı ve acımasız olmalıyız” dedi.
Tuvia’nın otoriter liderliğinin altında ve Yehuda’nın üstün ordu tecrübelerini de katınca, Bielski partizanları müthiş bir sinerji oluşturmuşlardı. Bu grupta sadece akrabalar değil aile dışından olanlar da vardı. Tuvia ve kardeşleri Asael ve Zus Bielski direnişçilerini gruplarına katmaya çalışıyordu. En küçük kardeş Aron ise 13 yaşındaydı ve ormanda gözcülük yapıyordu. Tuvia karşılarına çıkacak olan her kaçak Yahudi’yi aralarına alıyor ve onları korumasına alarak, yeteneklerine göre görevler veriyordu. Esas amaçlarının başında ise oldukça çok sayıda Yahudi’nin hayatını kurtarmak vardı.
Novogrudok Getto’sundan onunla birlikte kaçan kadınların arasında günümüzdeki ABD Başkanı Donald Trump’ın Yahudi damadı Jared Kushner’in büyükannesi de vardı. Genç kız Bielski Partizanlarının bir elemanı olmuştu.
1943 yılı sonbaharında partizan kampında 750 kişiye ulaşmışlardı. Partizan kampına “Yeruşalayim Ormanı” adını vermişlerdi. Ormandaki küçük partizan grupları da onlara eklenmişti. Ana kampta kendilerine birkaç düzine sığınak hazırlamışlardı. En büyüğüne 40 kişi aynı zamanda sığabiliyordu. Bu sığınaklardan biri, karargah ve toplantılar için, diğerleri çalışma, değirmen, yıkanma bölümü, çamaşırhane, sinagog, okul, revir ve hapishane sığınaklarıydı.
Bazı çok özel ve cesur Belarus’lu yerliler, kendilerinin ve ailelerinin hayatlarını risk ederek, Gettodan kazdıkları tünellerden kaçıp, ormana dalan Yahudilere yardım ediyorlardı. Almanlar sık sık yakaladıkları bu iyi insanları, korkunç işkencelerle öldürüyorlardı.
Yeruşalayim’de kurulan Yad Vashem Müzesinde bulunan “Uluslararası Dürüstler” bölümünde, 800 Belarus’lu cesur kişinin onuruna konulan plaketler ve dikilen ağaçlar orada durmaktadır.
Bielski Partizanlarının savaşçı kanadı, son derece başarılı gerilla savaşları ve sabotajlar gerçekleştirmişlerdir. Belarus’luların yardımları sayesinde çok fazla cephanelik ve silahlar edinmişlerdi. Ellerinde önemli miktarda, Alman ordusuna ait silahlar ve üniformalar vardı. Ayrıca Sovyet birlikleri de onlara silah ve savaş ekipmanları takviyesi yapıyorlardı.
Rus arşivlerindeki askeri kayıtlarda, Belarus Bielski Partizanlarının, Alman trenlerine saldırdıkları, demiryollarını ve köprüleri havaya uçurdukları yazılıdır. Ayrıca yüzlerce Alman askerini, subaylarını, işbirlikçileri, Belarus polislerini, ve Yahudileri teşhis ettiklerinde onları öldüren çevredeki çiftçileri de acımasızca yok ettiklerinin kayıtları aynı arşivlerde bulunmaktadır.
Yehuda’nın hayatı sürekli olarak risk altındaydı. Stalin, bütün Polonya’lı subayların görüldükleri yerde vurulmaları için kesin emir vermişti. Çünkü Sovyetlerin de aynı ormanda gizli direniş örgütleri vardı. Oysa Yehuda bölgedeki Sovyet askerleri ile yakın dostluklar kurmuştu. Bu şekilde kuzenlerini de korumuş oluyordu. Rus askerleri ona hayrandı. Yehuda’ya “Gizemli Adam” adını vermişlerdi.
Trajik bir tesadüfle, Tuvia ve Yehuda’nın eşleri kısa aralıklarla, çarpışmalarda hayatlarını kaybetmişlerdi. Tuvia, ölen karısının yakın bir akrabası olan Lilka ile birlikte yaşamaya başlamıştı. Yehuda ise, başka bir direnişçi kızla, Lola ile birlikte olmaya başladı. Lola Polonya’dan kaçarak, Bielski partizanlarına katılmış bir genç kızdı.
Bu arada Tuvia’nın kardeşi Asael de çarpışmalarda hayatını kaybederken diğer kardeşi Zus ise, Sonia adlı bir direnişçi kızla birlikteydi.
1944 yazında Rusya’nın Kızıl Ordusu, Polonyadaki Alman Ordusunu yenilgiye uğratınca, Bielski Partizanlarına mensup yaklaşık 1230 erkek, kadın ve çocuk ormandan yürüyerek dışarı çıktılar. Günümüzde, bütün bu direnişçi insanların soylarından gelen 25 bin Yahudi var.
Savaştan sonra Tuvia ve Lilka, Yehuda ve Lola, Zus ile Sonia evlendiler. Bielski ailesi hep birlikte İngiliz Mandası altındaki İsrael topraklarına göç etti. Yehuda, İsrael Savunma Kuvvetleri'ne girdi ve 1948 yılında girişilen “Bağımsızlık Savaşı” nda savaştı ve ağır yaralandı. Tuvia ve Zus da bu savaşa katılmışlardı. Sonuında, 14 Mayıs 1948 tarihinde İsrael Devleti doğdu.
1950’li yılların sonuna doğru, İsrael’deki Bielski’ler, ABD’ye göç ettiler. Oradaki kardeşleriyle bir araya geldiler. Bütün aile sonunda yaklaşık 30 yıl sonra bir araya gelebilmişlerdi.
Bu yıl, Belarus’un, Alman işgalinden kurtuluşunun 75. Yılı kutlanıyor. Belarus 2. Dünya Savaşı süresince, Belarus’un en kuvvetli Partizan grubuna sahipti (374 bin kişi), Anti Nazi yer altı savaşçıları (70 bin kişi). Milyonlarca Belarus'lu hayatını kaybetmişti. 80 bin Yahudi ise kurşunlanarak öldürülmüş ve çukurlara atılarak gömülmüşlerdi.
Geçtiğimiz 2018 yazında, yüzlerce Bielski partizanının aileleri Novogrudok’a gelerek, aile büyüklerinin anılarını onurlandırdılar. Ayrıca Yahudi olmadıkları halde, onlara yardım eden Belarusluları da saygıyla andılar. Orada gerçekleşen devlet törenlerine ve kutlama şenliklerine davet edildiler ve çok sıcak bir biçimde ağırlandılar. Üç çeyrek yüzyıl önce, ormanlarda canları pahasına savaşan partizanları saygı ve minnet duyguları ile andılar.
Belarus’a yapılan bu anlamlı ziyareti ise, halen City University of New York’da profesör olan, Leslie Bell organize etti. Leslie Bell, artık hayatta olmayan Yehuda Bielski’nin kızıdır.
* Yazıda kullanılan resimler Times of Israel'den alıntıdır.
Jackie Kennedy ve Maria Callas, Marilyn Monroe olmasaydı, 29 Mayıs 1962’de New York’taki Maddison Square Garden’daki JFK Gala konserinde kesinlikle tanışacaklardı.
Bu, Başkan John F. Kennedy’nin 45. doğum günü kutlamalarının olduğu bir geceydi. Bu gecenin en önemli sanatçı konuğu, Milano’dan o gece için uçakla ABD’ye gelen opera yıldızı soprano Maria Callas’tı. Ancak akşama kayda değer bir şekilde katılmayan bir kişi başkanın eşi Jackie idi.
Marilyn Monroe’nun şarkı söylemeye davet edildiğini ve kendisinin, kocasının Monroe ile olan aşk ilişkisini bilen Jackie, film yıldızının Ulusal Televizyonda başkanı sesli olarak baştan çıkarırken, küçük düşürülmek istememişti.
Jackie’nin yokluğunda, Marilyn cinsel içerikli ve artık kötü şöhrete sahip ”Doğum günün kutlu olsun bay başkan” –Happy Birthday Mr. Presedent- yorumunu ulusa salmakta özgürdü.
New York köşe yazarı Dorothy Kilgallen tepkileri özetledi. ”Görünüşe göre Marilyn, 40 milyon Amerikalının önünde başkanla sevişiyormuş”. Sahnesinin alınmasına alışık olmayan Maria Callas bile Marilyn Monroe’nun onun rolünü çaldığını kabul etmek zorunda kaldı.
Maria Callas ve Jackie Kennedy hiç tanışmadılar. Oysa ikisi de yaldızlı jet sosyetenin iki ayrı önemli kişisiydi. Başlangıçta sadece yolları hiç kesişmedi. Daha sonraki yıllarda, her ikisi de Yunan denizcilik milyarderi Aristotle Onassis ile alenen yakınlaştıklarında bilinçli olarak birbirlerinden kaçındılar.
1974’te çekilen bir Barbara Walters televizyon çekiminde, Jackie hakkında ne düşündüğü sorulduğunda, Maria buz gibi bir soğuklukla ”Onu tanımıyorum, onunla hiç tanışmadım.” dedi. Daha sonra konuyu değiştirdi.
Jacqueline Kennedy ve Maria Callas 1920’lerin Manhattan’ında dünyaya geldiler. Maria 23’te, Jackie 29’da doğmuşlardı. Ancak yaşam şartları taban tabana zıttı. Jackie, borsacı ’Black Jack’ Bouvier ve İrlanda kökenli bir sosyetik olan Janet Lee’nin kızı olarak zenginlik ve ayrıcalık içinde doğdu. Babası ona hayrandı ve ondan sık sık “bir erkeğin sahip olacağı en güzel kızı” olarak bahsediyordu.
Ondan 6 yıl önce doğan Maria, Yunan göçmenler George ve Evangelia Kalegeropoulos’un ikinci kızıydı. Aile ABD’ne göç ettikten sonra soyadlarını Callas olarak değiştirmişlerdi.
Maria, Jackie’nin aksine istenmeyen bir çocuktu. Annesi bir erkek bebek bekliyordu, yeni doğan bebeğinin kız olduğunu görünce, ilk dört gün ona bakmayı reddetti.
Jackie New York’ta seçkin bir özel okula gitti ve tatillerini Hamptons’ta ata binerek geçirdi. Edebiyat ve dillerde mükemmeldi. Maria yerel devlet okuluna gittiği Queens ilçesindeki bir eczanenin üzerindeki küçük bir apartman dairesinde büyüdü. Henüz beş yaşındayken olağanüstü bir sesi olduğu ortaya çıktı.
Ortak noktaları ise ikisinin de ebeveynlerinin mutsuzluğu ve sonuç olarak boşanmalarıydı. Anne ve babası ayrıldıklarında, annesi Maria ve kız kardeşini Yunanistan’a geri götürdü. Jackie ve kız kardeşi Lee ise Conneticut’taki yatılı okula gönderildi.
Ancak 24 yaşından itibaren hayatları benzerlik göstermeye başladı. O zamana kadar muhabir olarak çalışan Jackie, John Kennedy adlı hevesli ve atılgan bir politikacı ile tanıştırıldı. İrlanda asıllı, hırslı, zengin Boston’lu bir ailenin oğluydu. Kısa sürede evlendiler ve 10 yıldan kısa bir süre içinde, 32 yaşına gelen Jackie, Amerika’nın first lady’si olarak Beyaz Saray’da yaşamaya başladı.
Bu arada Maria Yunanistan’da Atina Konservatuarı’nda yıllarını şan eğitimi alarak geçirmişti. Sonuç olarak da Opera de Verona’da rol almak üzere iken, henüz 24 yaşındayken zengin bir İtalyan iş adamı olan Giovanni Batista Meneghini ile nişanlandı. Adam ondan 26 yaş büyüktü. Birkaç yıl içinde evlendiler ve kocası Maria’nın menajeri oldu.
Ardından ünü çığ gibi büyüdü, 30’lu yaşlarının başında, Maria Callas operanın first lady’si olarak selamlanıyordu.
Callas ve Kennedy, kendi kamusal kişiliklerini yaratma konusunda içgüdüsel bir yeteneğe sahiptiler. Jackie ideal “başkanlık eşi” imajını yarattı. Chanel ve Dior’dan giyindiği, kusursuz bir kağıt bebek ikonu oldu. Zahmetsiz bir imajın sahibi oldu.
Akşam yemeklerinden sonra, dünyaca ünlü müzisyenlerin çaldığı Beyaz Saray’da düzenlenen gala gecelerinde, Avrupa dillerine olan hakimiyetiyle konuklarını etkiledi. Aynı zamanda Jackie, cephenin arkasında evlat kayıpları yaşadı, kocasının sürekli olarak onu aldatmasının üzüntüsünü hiç belli etmedi ve çok güçlü bir profil sergiledi.
Çocukluğundan beri aşırı kilolu olan Maria da yeni kişiliğini icat etmeye koyuldu. 1953’ te 36 kg. verdi ve Audrey Hepburn tarzında güzel giyimli bir moda ikonu olarak ortaya çıktı. Jackie gibi, Maria da pek çok dili akıcı olarak konuşabiliyordu. O da bildiklerini birleştirerek, kendine özgü krallara layık bir aksanla konuşuyordu. Kendine yarattığı imajla sadece sahnelerin divası değil, kaprisleri, talepleri ve konser iptalleri ile gazetelerde manşet oluyordu.
Maria Callas, 1957’de Venedik’teki bir partide Yunan Denizcilik patronu milyarder iş adamı Aristotle Onassis ile tanıştırıldı. Birkaç hafta içinde, Maria ve kocasını Akdeniz gezisi için özel yatında kendisine katılmaya davet etti.
Onassis operayla zerre kadar ilgilenmiyordu, o aslında değerli ve ünlü insan koleksiyoncusuydu. Bu yat gezisi davetini, Maria şarkıcılık kariyeri ile çok meşgul olduğunu söyleyerek reddetti. Ancak sonunda Christina yatında Sir Winston ve Lady Churchill ile yapılacak olan tatil davetini kabul etti. Gemiden ayrıldığında Meneghini ile olan evliliği bitmişti. Oysa Onassis’in Tina isimli bir karısı ve iki çocuğu vardı.
Maria, Onassis tarafından baştan çıkarılmış, sesini ihmal etmesine ve bir zamanlar muhteşem opera kariyerine aniden son vermesine neden olacak bir dünyanın içine çekilmişti.
1963’te Onassis, Jackie Kennedy ile benzer bir fırsatçı taktik hazırladı. Oğlu Patrick’in henüz iki günlükken öldüğünü ve Jackie’nin delice bir yas içinde olmasını fırsat bilerek, onu iyileşmesi için Christina yatıyla yapılacak bir gemi yolculuğuna davet etti. Nedir ki, uzun zamandır birlikte olduğu Maria Callas bu seyahate dahil edilmemişti. Bunun yerine Onassis, onu Paris’te, onun için satın aldığı görkemli bir dairede bıraktı.
Üç ay sonra Kennedy Dallas’ta suikaste kurban gittiğinde dünya şoka girdi. Onassis elinden geldiğince Jackie’ye desteğini sunarak ona kol kanat germeyi sürdürdü.
JFK’nin ölümünden sonra, Jackie, kocasının erkek kardeşi Robert Kennedy ile teselli buldu ve onun başkanlık kampanyalarına destek verdi. Ancak Haziran 1968’de, onun da başkanlık seçimleri kampanyasında Los Angeles’te vurularak öldürülmesi sonunda Jackie paniğe kapıldı. Sırada kendi çocuklarının olduğu sanrısına kapılmıştı.
Onassis’in evlenme ve onu koruma teklifini kabul ederek, ona özel adası olan Scorpion’u, Olympic Havayolları şirketini ve muazzam servetini emrine verdi. Jackie arzuladığı güvenliği elde ederken, Onassis en büyük ödülü, dünyanın en ünlü kadınını almıştı. Düğün o kasım ayında bir tanıtım haberiyle patladı. Bu konu hakkında hiçbir haberi olmayan Maria, düğün haberini, Paristeki muhteşem evinde tek başına televizyonu izlerken öğrendi.
Jackie ile Onassis’in evliliği en başından beri bir felaketti. Onassis, ”Jackie gibi para harcayabilen biriyle hiç tanışmamıştım” diyordu. Evliliklerinin sadece ilk yılında 1,5 milyon dolar harcadı. Çoğunlukla evlerini yeniden dekore etti. En pahalı modaevlerinden alış veriş ederek gardrobunu baştan aşağı yeniledi.
Onassis’in birkaç hafta içinde Maria Callas ile ilişkisine yeniden başladığı herkes tarafından bilinmekte. İlk başta anlaşılır bir şekilde harap olan Maria onu görmeyi reddetti. Ancak, Onassis’in Mercedes Coupe’sini apartmanının ön kapısına çarpmakla tehdit ettiğinde, sonunda yumuşadı.
Onassis’in şoförü Yaikinto Rossa,”Ölümüne kadar her ay bir araya geldiler” dedi. ”Gerçek şu ki Maria Callas, Onassis’in tek gerçek aşkıydı. Hiç evlenmemiş olsalar da onun gerçek karısıydı.”
Jackie Amerika’ya döndü ama Kennedy ile Callas arasındaki rekabet yoğun olarak devam etti. Dünya basını, Onassis ve Callas’ın Paris’teki Maxim’s de iki kişilik romantik bir akşam yemeği yerken görüntüleri yayınladığında, Jackie hemen Boston’dan uçağa bindi ve iki gece sonra Onassis ile aynı restoranda yemek yerken fotoğraflandı. Bu Callas’a karşı, kasıtlı bir meydan okumaydı.
Jackie ile evliliğinin son yıllarında Onassis, Maria'ya yaptığı ihanetini büyük bir hata olarak görmeye başladı. Ağır hasta olduğunu öğrendiğinde, avukatlarına Jackie’ye karşı boşanma davası açmalarını söyledi. Bunu tipik Onassis tarzında yaptı-bu ona kalacak serveti azaltmak için, zina yaptığını ispatlamak için- özel detektifler tuttu. Bu Jackie’nin sürekli takip edilmesi anlamına geliyordu. Ancak Onassis, Jackie’den boşanamadı. Bunu yapamadan önce, hayati hastalığının yüzünden Paris’te bir hastaneye kaldırıldı. Jackie onun yanında değildi. Bunun yerine Aspen’a kayak yapmaya gitti. Ama Maria Callas’ın başucuna kabul edilmemesi talimatını bırakmayı da ihmal etmedi.
Callas aslında Onassis’i ölüm döşeğinde ziyaret etti. Bir servis asansörüyle gizlice odasına çıkarıldı ve komada yatarken bir saat onunla oturdu. Bu onun son vedasıydı. Onassis birkaç gün sonra öldü.
Onassis’in vasiyetinde karısının servetindeki payını en aza indirildiği bildirildi ancak Jackie buna itiraz etti.
Onassis’in kızı Christina, uzayan ve kamuoyuna açık hukuk savaşından kaçınmak için Jackie’ye 26 milyon dolarlık tam ve nihai bir ödeme yapmayı kabul etti. Maria Callas’a hiçbir şey kalmadı.
1975’te Onassis’in ölümünden sonra, sesi kesilen Maria, Paris’teki dairesinde münzevi bir hayat yaşamaya başladı. Fotoğraflarla ve hatıralarla çevrili, şanlı geçmişinde yaşayan bir opera sanatçısı Norma Desmond ile oturur eski kayıtlarını dinlerdi. İki yıl sonra, 16 Eylül 1977 sabahı Callas, yatak odasının zemininde kalp krizinden yaşamın kaybetti ve ölü olarak bulundu. Maria veda ettiğinde sadece 53 yaşındaydı.
Jackie, yayıncılık alanında yeni bir kariyere başladı ve elmas satıcısı Maurice Tempelsman ile yeni bir aşk buldu. 1994 yılında 64 yaşındayken kanserden öldü.
Hem Jackie hem de Maria, milyonlar tarafından zamanlarının ikonları olarak hatırlanırken, bir zamanlar
dünyanın en zengin adamı olan Aristotle Onassis, bu olağanüstü dramdaki rolüyle hatırlanmaktadır.