MARİA VE JACKİE’NİN
AŞK ÜÇGENİNİN KARANLIK YÜZÜ
Kadıköy’lü Küçük Sara-51-
-Ateşten gömlek-
95 yılı yaşantımın en fırtınalı yıllarından biri olmaya devam ediyordu. 22 Temmuz’da Soni İsrael’e aliya yaparken, biz de onunla birlikte El-Al uçağıyla oraya gitmiştik. Sadece Soni’nin 7 adet valizi vardı. Valizlerinde sadece giysileri değil, ayrıca okul yurdunda kullanacağı mutfak araç gereçleri, yatak takımları, havluları ve şahsi eşyaları da vardı. Önce uçaktan inip Tiberia’da kalacağımız Club Otel’e gitmek üzere bir minibüs taksiye bindik. Otel süit bir odaydı. İki odasının yanında, bir de minik mutfağı vardı. Soni’yi üniversitesine yerleştirmeden önce, birlikte uzunca bir tatil de yapacaktık. Bu yüzden bir araba kiraladık. Her gün geziyor, akşamları da otelin animasyonlarını ve şarkıcılarını izliyorduk. Soni çok heyecanlıydı, Hay çok gergindi, çünkü abisinden ayrılacağı günler çok yakınlaşmıştı. Olur olmaz her şeye kızıyor ve ağlamaya başlıyordu. Ben duygularımı belli etmiyordum, çünkü oğlumu yüreklendirmem gerekiyordu. Aldığı bu zor kararda ona tam destek veriyordum. Onun cesaretini kırmak, sadece ona kötülük etmek olurdu.
O günlerde bol bol gezdik. Özellikle Golan ve çevresini gezdik. Çevre kibutzları ziyaret ettik ve tarihlerini öğrendik. Tiberia ve çevresi, Galil Bölgesi tarih yüklüdür. Kineret gölüne girdik. Göl üzerinde tekne turu yaptık. Etrafındaki restoranlarda yemek yedik. Tabiİdir ki akraba ziyaretleri yaptık. Dere tepe İsrael gezilerinden sonra, bir gün Yeruşalayim’e gittik. Soni’nin aliya ve üniversite bürokrasilerinive okul kaydını yaptırnak için üniversitenin Mt. Scopus (Har Ha-Tzofim) kampüsüne, daha sonra da Kotel’e gittik. Artık ayrılık günleri çok yakındı.
Dönüş sabahı otelden ayrıldık, arabayı iade ettikten sonra önce Hayfa'dan, kendi valizlerimizi El-Al aracılığı ile teslim ettik, ardından da Soni’nin Yeruşalayim’de kalacağı, Kudüs İbrani Üniversitesi’nin Giv'at Ram kampüsüne gittik. Kalacağı yurdun oda anahtarını aldık. David’le birlikte kova ve bez alarak odasını temizledik. Dolaplarını yıkayıp kağıtladık ve eşyalarını yerleştirdik. Yatağını hazırladık. Okulun marketine gidip türlü çeşit yiyecek ve içecekler aldık. Henüz 18 yaşında olmayan oğlumuzu, yeni bir hayatın acemisi olarak orada yalnız bırakacağımız saatler, artık kısa zamanlara dönüşüyordu. Kimse fazla konuşmuyordu, yoksa zembereklerden boşalıp etrafı sele boğacaktık. Hepimiz zorla gülümsüyor ve yutkunup duruyorduk.
Ayrılık saati gelip, otobüs durağının yanında beklerken, zoraki gülümsemelerle bir kaç kare fotoğraf daha çektik.
Otobüs gelince, Soni bizi otobüse bindirdi. Bin kere öpüştük, bin kere sarıldık. Hay ve ben artık dağılmıştık. David vakurdu. Zavallıcık, dik durması gerekiyordu çünkü. Oğlan otobüsten indi ve peşimizden koşarak gelmeye başladı. Şoför dönemeci döndü ve frene bastı. Soni de durdu. Şoför otobüsün kapısını açtı ve ona İbranice ”Hadi içeri gir, ailenle bir kez daha öpüşün” dedi. Çocuk içeri daldı. Bu seferki veda artık yürek tırmalıyordu. Aşağı inerken “artık arkanıza bakmayın, ben de bakmayacağım “dedi. Onu orada bıraktık ve Yeruşalayim’in Merkez Otobüs İstasyonu’na gittik. Hay ve ben sıfırlanmıştık. İkimiz de 35 derece sıcakta üşüyor ve donuyorduk. Üzerimize sweat-shirtlerimizi giymiştik. Durmadan ağlıyorduk. Bu biçimde havaalanına girdik ve uçağa bindik. Hay’ın vaziyeti içler acısıydı. Uçakta verilen Cola kutusunu da düşürdü, her tarafı ıslandı. Artık daha rahat ağlayabilmek için sağlam bir sebebi vardı.
Gece yarısı İstanbul’a indik. David’le benim valizler çıktı, Hay’ın valizi yoktu. İçinde de bütün yazlık kıyafetleri ve çamaşırları vardı. Hemen kayıt tutturduk ve taksiyle eve döndük. Hay eve gelince yıkandı. 15 günlük uzun bir seyahat olduğu için onun bütün kıyafetlerini yanıma aldığım ve valiz çıkmadığı için, benim bir tişörtümü giyerek yattı.
Valiz ertesi akşam Viyana’dan geldi ve David gidip teslim aldı. Rina minyon bir kız olduğu için, Hay o günü ablamın bize getirdiği Rina’nın şort ve tişörtleri ile idare etti. Hay yarı depresifti, dokunsan ağlıyordu. O günden itibaren benim ateşten gömlek giydiğim günlerin başlangıcı olmuştu. Oğlum için çok sevinçli ve gururluydum ama, bir anne için ayrılık çok yakıcı bir duyguydu. Soni'yle fırsat buldukça konuşuyorduk. Şimdi üzerinden 26 sene geçmiş, o zaman teknoloji böyle değildi. Cep telefonu nadirdi. Soni bize sık sık mektup yazar, her hafta kardeşine bir kartpostal gönderirdi. Telefon kulübesinden telefon edip, numarasını verip kapatır ve orada beklerdi. Ben hemen verdiği numarayı çevirince açardı ve uzun uzun konuşurduk. yaptıklarını, yeni arkadaşlarını ve oda arkadaşı Loni’yi anlatırdı. Loni Bahar Türkiye’den tanıdığım ve çok beğendiğim bir gençti. Onunla olduğu için çok memnundum. Soni farklı bir yaşama dalmıştı. Okul ve dil programı başlamıştı. Harıl harıl ders çalışıyorlardı. O sene Soni’nin okuluna İstanbul’dan 18 genç aliya yapmıştı. Hiç ayrılmıyorlar ve birbirlerine destek oluyorlardı. Farklı bir yaşam süreci başlamıştı. O çok mutluydu. En azından biz canını hiç sıkmıyorduk ve her türlü imkanı sağladığımız ve duygu sömürüsü yapmadığımız için çok huzurlu ve rahattı. Kendini tamamen derslerine odaklayabiliyordu.
Aynı yazın Ağustos ayında Rina, arkadaşlarıyla bir ay için İsrael'e, Kibutz Ha-Zorea'ya gitmiş, bir haftasonunu Soni'nin yurt odasında, bir haftasonunu da Soni, onların Kibutz odasında geçirmişti.
Bu arada biz de adaya gitmiştik. Orada birkaç arkadaşla görüşüyor, sakinleşmeye çalışıyorduk. Gazeteye gidiyordum. Gazetedeki arkadaşlarım, özellikle Nana Tarablus beni çok güzel sakinleştirirdi. O dönemlerde gazeteye yeni arkadaşlar da katılmışlardı. Nelly ve Yakup Barokas uzun yıllar yaşadıkları İsrael’den geri dönmüşler, üstelik oğullarını da orada bırakmışlardı. Nelly ile kader ortağı gibiydik. O, hislerini belli eden bir kişi olmamakla birlikte, derinden derine çok acı çekerdi. O sene adada onlarla da çok yakınlaşmıştık. Tony adında kocaman bir köpekleri vardı. Hay onu çok severdi.
Erensya Sefaradi Grubu yine çatırdıyordu. Bu sefer arkadaşımız Eli Meriç memnuniyetsizliklerini öne sürer olmuştu. Nihayetinde o da gruptan ayrılınca, 3 kişi kaldık. Oturup Gery ile konuştuk ve ne yapmak istediğini sorduk. O devam edecekti kararı buydu. Böylece söz yazarımız Yusuf Altıntaş’la birlikte üçümüz devam etme kararı aldık. İsrael dönüşünde David sürekli olarak konserler ayarlıyordu. O yaz özellikle üç kez Topkapı Sarayı’nın bahçesinin içinde bulunan Darphane-i Amire’de olmak üzere 5-6 konser vermiştik. Büyükada’daki Turing’in Ada Evi’nde verdiğimiz bahçe konseri ve Burgaz Ada Kulübü’ndeki konser çok sayıda izleyici tarafından takip edilmişti. Bu bir bakıma benim için çok iyi oluyordu çünkü Soni’nin yokluğunda oyalanıyordum.
Nihayet eylül ayı geldi ve Hay Ulus Musevi Lisesi’nde ortaokula başladı. Okulunu çok sevmişti. Servisle gidip dönüyordu. Ben o sene artık Bahariye’deki evi kapalı tutmaya karar vermiştim. Artık sadece Göztepe’deki evde yaşıyorduk. Hay'ın servisi de oradan kalkıyordu. Soni sağ kolumdu ve ben onsuz, bu iki ev sistemini kaldıramayacağımı hissediyordum. O sene planda olmadığı halde, David bana yeni bir enerji katmak için Roş-Ha-Shana'nın başından itibaren 1 ay sürecek bayram tatilinde Soni’yi İstanbul’a getirtti. Bu beni gerçekten yenilemiş, hayat katmıştı. Bütün aile çok mutluydu.
Kış başladığı zaman konserler devam ederken David yeni bir cd çalışması için müzik stüdyolarını arşınlamaya başlamıştı. Sonunda bulmuş ve altyapı çalışmaları başlamıştı. Bu arada kendi özgün bestelerinden oluşan Türkçe bir kaset de doldurmuştu. Kasetin adı “Balık Tutan Şaşı Kedi Sokağı” idi. Bu sokak Bodrum Gümüşlük’te, denizin önündeki bir sokağın adıdır. Orası için yazdığımız bir şarkı sözü, kasete de adını vermişti. Deli dolu bir yaşamımız vardı.
Şalom Gazetesi’nde artık bir sayfanın editörlüğü bana verilmişti. Sayfamın adı “Kavram”dı. Bu sayfada her hafta Yahudi dini ve kültürü hakkında araştırmalar yapıp, oldukça uzun yazılar hazırlıyordum. Ayrıca diğer sayfalarda da röportajlar yapıyordum. O yaz değişik yerlerin açılışlarına gitmiş, röportajlar yapıp yayınlamıştım. Yusuf hala her Pazar sabahı kahveye geldiğinde David’in yeni bestelerine yeni sözler yazıyordu.
95 yılının Kasım ayında, İsrael Başbakanı ve çok önemli bir devlet adamı olan Yitshak Rabin, tam barışın eşiğindeyken bir suikaste uğrayınca, hepimiz büyük bir şoka girmiştik. Soni henüz orada yepyeniyken, tarihe tanıklık ediyordu. Arkadaşlarıyla Rabin'in Yeruşalayim’deki naaşının önünden saatlerce süren bir bekleyişten sonra, geçip saygı geçişinde bulunmuşlardı. Çok etkilenmiş ve bunu bize uzun uzun anlatmıştı. David de bu olaydan çok etkilenerek “La Pas”-Barış- isimi bir beste yapmış, Yusuf da üzerine çok dokunaklı sözler yazmıştı. 96 yılının 1 Eylül günü AKM’ye davet edilmiş ve Erensya Sefaradi olarak “La Pas” adlı şarkımızı seslendirmiştik. Bilindiği gibi 1 Eylül “Dünya Barış Günü” dür.
96 kışında Göztepe Kültür Derneği’nde bir konser vermiştik. Ne de olsa orası ilk yuvamızdı. Artık orada fiilen faaliyet yapmıyorduk ama, yine de kültür gecelerine, eğlence gecelerine ve tiyatro oyunlarına gidiyor ve çok mutlu oluyorduk.
Kah neşeli, kah özlem dolu, kah epeyi yoğun bir hayatın içinde akmaya devam ediyorduk.
Jackie Kennedy ve Maria Callas, Marilyn Monroe olmasaydı, 29 Mayıs 1962’de New York’taki Maddison Square Garden’daki JFK Gala konserinde kesinlikle tanışacaklardı.
Bu, Başkan John F. Kennedy’nin 45. doğum günü kutlamalarının olduğu bir geceydi. Bu gecenin en önemli sanatçı konuğu, Milano’dan o gece için uçakla ABD’ye gelen opera yıldızı soprano Maria Callas’tı. Ancak akşama kayda değer bir şekilde katılmayan bir kişi başkanın eşi Jackie idi.
Marilyn Monroe’nun şarkı söylemeye davet edildiğini ve kendisinin, kocasının Monroe ile olan aşk ilişkisini bilen Jackie, film yıldızının Ulusal Televizyonda başkanı sesli olarak baştan çıkarırken, küçük düşürülmek istememişti.
Jackie’nin yokluğunda, Marilyn cinsel içerikli ve artık kötü şöhrete sahip ”Doğum günün kutlu olsun bay başkan” –Happy Birthday Mr. Presedent- yorumunu ulusa salmakta özgürdü.
New York köşe yazarı Dorothy Kilgallen tepkileri özetledi. ”Görünüşe göre Marilyn, 40 milyon Amerikalının önünde başkanla sevişiyormuş”. Sahnesinin alınmasına alışık olmayan Maria Callas bile Marilyn Monroe’nun onun rolünü çaldığını kabul etmek zorunda kaldı.
Maria Callas ve Jackie Kennedy hiç tanışmadılar. Oysa ikisi de yaldızlı jet sosyetenin iki ayrı önemli kişisiydi. Başlangıçta sadece yolları hiç kesişmedi. Daha sonraki yıllarda, her ikisi de Yunan denizcilik milyarderi Aristotle Onassis ile alenen yakınlaştıklarında bilinçli olarak birbirlerinden kaçındılar.
1974’te çekilen bir Barbara Walters televizyon çekiminde, Jackie hakkında ne düşündüğü sorulduğunda, Maria buz gibi bir soğuklukla ”Onu tanımıyorum, onunla hiç tanışmadım.” dedi. Daha sonra konuyu değiştirdi.
Jacqueline Kennedy ve Maria Callas 1920’lerin Manhattan’ında dünyaya geldiler. Maria 23’te, Jackie 29’da doğmuşlardı. Ancak yaşam şartları taban tabana zıttı. Jackie, borsacı ’Black Jack’ Bouvier ve İrlanda kökenli bir sosyetik olan Janet Lee’nin kızı olarak zenginlik ve ayrıcalık içinde doğdu. Babası ona hayrandı ve ondan sık sık “bir erkeğin sahip olacağı en güzel kızı” olarak bahsediyordu.
Ondan 6 yıl önce doğan Maria, Yunan göçmenler George ve Evangelia Kalegeropoulos’un ikinci kızıydı. Aile ABD’ne göç ettikten sonra soyadlarını Callas olarak değiştirmişlerdi.
Maria, Jackie’nin aksine istenmeyen bir çocuktu. Annesi bir erkek bebek bekliyordu, yeni doğan bebeğinin kız olduğunu görünce, ilk dört gün ona bakmayı reddetti.
Jackie New York’ta seçkin bir özel okula gitti ve tatillerini Hamptons’ta ata binerek geçirdi. Edebiyat ve dillerde mükemmeldi. Maria yerel devlet okuluna gittiği Queens ilçesindeki bir eczanenin üzerindeki küçük bir apartman dairesinde büyüdü. Henüz beş yaşındayken olağanüstü bir sesi olduğu ortaya çıktı.
Ortak noktaları ise ikisinin de ebeveynlerinin mutsuzluğu ve sonuç olarak boşanmalarıydı. Anne ve babası ayrıldıklarında, annesi Maria ve kız kardeşini Yunanistan’a geri götürdü. Jackie ve kız kardeşi Lee ise Conneticut’taki yatılı okula gönderildi.
Ancak 24 yaşından itibaren hayatları benzerlik göstermeye başladı. O zamana kadar muhabir olarak çalışan Jackie, John Kennedy adlı hevesli ve atılgan bir politikacı ile tanıştırıldı. İrlanda asıllı, hırslı, zengin Boston’lu bir ailenin oğluydu. Kısa sürede evlendiler ve 10 yıldan kısa bir süre içinde, 32 yaşına gelen Jackie, Amerika’nın first lady’si olarak Beyaz Saray’da yaşamaya başladı.
Bu arada Maria Yunanistan’da Atina Konservatuarı’nda yıllarını şan eğitimi alarak geçirmişti. Sonuç olarak da Opera de Verona’da rol almak üzere iken, henüz 24 yaşındayken zengin bir İtalyan iş adamı olan Giovanni Batista Meneghini ile nişanlandı. Adam ondan 26 yaş büyüktü. Birkaç yıl içinde evlendiler ve kocası Maria’nın menajeri oldu.
Ardından ünü çığ gibi büyüdü, 30’lu yaşlarının başında, Maria Callas operanın first lady’si olarak selamlanıyordu.
Callas ve Kennedy, kendi kamusal kişiliklerini yaratma konusunda içgüdüsel bir yeteneğe sahiptiler. Jackie ideal “başkanlık eşi” imajını yarattı. Chanel ve Dior’dan giyindiği, kusursuz bir kağıt bebek ikonu oldu. Zahmetsiz bir imajın sahibi oldu.
Akşam yemeklerinden sonra, dünyaca ünlü müzisyenlerin çaldığı Beyaz Saray’da düzenlenen gala gecelerinde, Avrupa dillerine olan hakimiyetiyle konuklarını etkiledi. Aynı zamanda Jackie, cephenin arkasında evlat kayıpları yaşadı, kocasının sürekli olarak onu aldatmasının üzüntüsünü hiç belli etmedi ve çok güçlü bir profil sergiledi.
Çocukluğundan beri aşırı kilolu olan Maria da yeni kişiliğini icat etmeye koyuldu. 1953’ te 36 kg. verdi ve Audrey Hepburn tarzında güzel giyimli bir moda ikonu olarak ortaya çıktı. Jackie gibi, Maria da pek çok dili akıcı olarak konuşabiliyordu. O da bildiklerini birleştirerek, kendine özgü krallara layık bir aksanla konuşuyordu. Kendine yarattığı imajla sadece sahnelerin divası değil, kaprisleri, talepleri ve konser iptalleri ile gazetelerde manşet oluyordu.
Maria Callas, 1957’de Venedik’teki bir partide Yunan Denizcilik patronu milyarder iş adamı Aristotle Onassis ile tanıştırıldı. Birkaç hafta içinde, Maria ve kocasını Akdeniz gezisi için özel yatında kendisine katılmaya davet etti.
Onassis operayla zerre kadar ilgilenmiyordu, o aslında değerli ve ünlü insan koleksiyoncusuydu. Bu yat gezisi davetini, Maria şarkıcılık kariyeri ile çok meşgul olduğunu söyleyerek reddetti. Ancak sonunda Christina yatında Sir Winston ve Lady Churchill ile yapılacak olan tatil davetini kabul etti. Gemiden ayrıldığında Meneghini ile olan evliliği bitmişti. Oysa Onassis’in Tina isimli bir karısı ve iki çocuğu vardı.
Maria, Onassis tarafından baştan çıkarılmış, sesini ihmal etmesine ve bir zamanlar muhteşem opera kariyerine aniden son vermesine neden olacak bir dünyanın içine çekilmişti.
1963’te Onassis, Jackie Kennedy ile benzer bir fırsatçı taktik hazırladı. Oğlu Patrick’in henüz iki günlükken öldüğünü ve Jackie’nin delice bir yas içinde olmasını fırsat bilerek, onu iyileşmesi için Christina yatıyla yapılacak bir gemi yolculuğuna davet etti. Nedir ki, uzun zamandır birlikte olduğu Maria Callas bu seyahate dahil edilmemişti. Bunun yerine Onassis, onu Paris’te, onun için satın aldığı görkemli bir dairede bıraktı.
Üç ay sonra Kennedy Dallas’ta suikaste kurban gittiğinde dünya şoka girdi. Onassis elinden geldiğince Jackie’ye desteğini sunarak ona kol kanat germeyi sürdürdü.
JFK’nin ölümünden sonra, Jackie, kocasının erkek kardeşi Robert Kennedy ile teselli buldu ve onun başkanlık kampanyalarına destek verdi. Ancak Haziran 1968’de, onun da başkanlık seçimleri kampanyasında Los Angeles’te vurularak öldürülmesi sonunda Jackie paniğe kapıldı. Sırada kendi çocuklarının olduğu sanrısına kapılmıştı.
Onassis’in evlenme ve onu koruma teklifini kabul ederek, ona özel adası olan Scorpion’u, Olympic Havayolları şirketini ve muazzam servetini emrine verdi. Jackie arzuladığı güvenliği elde ederken, Onassis en büyük ödülü, dünyanın en ünlü kadınını almıştı. Düğün o kasım ayında bir tanıtım haberiyle patladı. Bu konu hakkında hiçbir haberi olmayan Maria, düğün haberini, Paristeki muhteşem evinde tek başına televizyonu izlerken öğrendi.
Jackie ile Onassis’in evliliği en başından beri bir felaketti. Onassis, ”Jackie gibi para harcayabilen biriyle hiç tanışmamıştım” diyordu. Evliliklerinin sadece ilk yılında 1,5 milyon dolar harcadı. Çoğunlukla evlerini yeniden dekore etti. En pahalı modaevlerinden alış veriş ederek gardrobunu baştan aşağı yeniledi.
Onassis’in birkaç hafta içinde Maria Callas ile ilişkisine yeniden başladığı herkes tarafından bilinmekte. İlk başta anlaşılır bir şekilde harap olan Maria onu görmeyi reddetti. Ancak, Onassis’in Mercedes Coupe’sini apartmanının ön kapısına çarpmakla tehdit ettiğinde, sonunda yumuşadı.
Onassis’in şoförü Yaikinto Rossa,”Ölümüne kadar her ay bir araya geldiler” dedi. ”Gerçek şu ki Maria Callas, Onassis’in tek gerçek aşkıydı. Hiç evlenmemiş olsalar da onun gerçek karısıydı.”
Jackie Amerika’ya döndü ama Kennedy ile Callas arasındaki rekabet yoğun olarak devam etti. Dünya basını, Onassis ve Callas’ın Paris’teki Maxim’s de iki kişilik romantik bir akşam yemeği yerken görüntüleri yayınladığında, Jackie hemen Boston’dan uçağa bindi ve iki gece sonra Onassis ile aynı restoranda yemek yerken fotoğraflandı. Bu Callas’a karşı, kasıtlı bir meydan okumaydı.
Jackie ile evliliğinin son yıllarında Onassis, Maria'ya yaptığı ihanetini büyük bir hata olarak görmeye başladı. Ağır hasta olduğunu öğrendiğinde, avukatlarına Jackie’ye karşı boşanma davası açmalarını söyledi. Bunu tipik Onassis tarzında yaptı-bu ona kalacak serveti azaltmak için, zina yaptığını ispatlamak için- özel detektifler tuttu. Bu Jackie’nin sürekli takip edilmesi anlamına geliyordu. Ancak Onassis, Jackie’den boşanamadı. Bunu yapamadan önce, hayati hastalığının yüzünden Paris’te bir hastaneye kaldırıldı. Jackie onun yanında değildi. Bunun yerine Aspen’a kayak yapmaya gitti. Ama Maria Callas’ın başucuna kabul edilmemesi talimatını bırakmayı da ihmal etmedi.
Callas aslında Onassis’i ölüm döşeğinde ziyaret etti. Bir servis asansörüyle gizlice odasına çıkarıldı ve komada yatarken bir saat onunla oturdu. Bu onun son vedasıydı. Onassis birkaç gün sonra öldü.
Onassis’in vasiyetinde karısının servetindeki payını en aza indirildiği bildirildi ancak Jackie buna itiraz etti.
Onassis’in kızı Christina, uzayan ve kamuoyuna açık hukuk savaşından kaçınmak için Jackie’ye 26 milyon dolarlık tam ve nihai bir ödeme yapmayı kabul etti. Maria Callas’a hiçbir şey kalmadı.
1975’te Onassis’in ölümünden sonra, sesi kesilen Maria, Paris’teki dairesinde münzevi bir hayat yaşamaya başladı. Fotoğraflarla ve hatıralarla çevrili, şanlı geçmişinde yaşayan bir opera sanatçısı Norma Desmond ile oturur eski kayıtlarını dinlerdi. İki yıl sonra, 16 Eylül 1977 sabahı Callas, yatak odasının zemininde kalp krizinden yaşamın kaybetti ve ölü olarak bulundu. Maria veda ettiğinde sadece 53 yaşındaydı.
Jackie, yayıncılık alanında yeni bir kariyere başladı ve elmas satıcısı Maurice Tempelsman ile yeni bir aşk buldu. 1994 yılında 64 yaşındayken kanserden öldü.
Hem Jackie hem de Maria, milyonlar tarafından zamanlarının ikonları olarak hatırlanırken, bir zamanlar
dünyanın en zengin adamı olan Aristotle Onassis, bu olağanüstü dramdaki rolüyle hatırlanmaktadır.