MARİA VE JACKİE’NİN
AŞK ÜÇGENİNİN KARANLIK YÜZÜ
KADIKÖY’LÜ KÜÇÜK SARA-50-
94 yılı sevinç, heyecan ve sıkıtntılarla dolu bir yıldı. Tüm kişisel ve keyif verici faaliyetlerimin yanı sıra, babamın kalbinin artık çok problemli olması bizi çok endişelendiriyordu. Ben küçüklüğümden beri babama son derece düşkün bir insan olduğum için, babamı kaybetmeye asla kendimi hazır hissetmezdim. Onun bir gün gideceği korkusu beni benden alırdı. Nedir ki gelecek olan yıllar zarfında insanın neler yaşayacağını ve nelere katlanması gerektiğini anlayınca hayatın kabullenmeyi öğretmesiyle, insan büyüdüğünü ve olgunlaştığını anlıyor.
94 yılının Mayıs ayında David’in abisi Hayim’in ve Ester’in küçük oğulları yeğenimiz Rafi’nin bar mitzva töreni olmuştu. O gece ilk defa, bar mitzvayı yaptıkları otelde Erensya Sefaradi grubu olarak konuklara küçük bir müzik dinletisi sunmuştuk. İlk büyük sahne deneyimimizdi ve hepimiz çok heyecanlanmıştık. Aynı hafta içinde Yusuf annesini kaybettiğinden bu davete katılamamıştı.
Haziran ayında ilk açık konserimizi Caddebostan Kültür Merkezinde –CKM- vermiştik. Cemaatimizden ve geniş toplumdan büyük bir katılımla gerçekleşen bu konser çok beğeni toplamıştı. Hiç unutmuyorum Fügen o konsere 8 aylık hamile olarak gelmişti. Konser arasında ikimiz de yaşadığımız bu dönemlerin acemileri olarak el ele birbirimize bakıp, gülüşüyorduk. Artık iyi hisseden babam, annem, kardeşlerimiz, aile büyüklerimiz, kayınvalidemler de o gece gelmişler ve gururla bizi izlemişlerdi.
O sene Temmuz ayında Soni GKD’nin tertiplediği 15 günlük bir turla, turdan sonra Rina ile birlikte kuzinim Sara KAtalan'ın Hayfa'daki evinde misarif edilecekleri bir diğer 15 gün için İsrael'e gitti. Hala mutlulukla andıkları muhteşem günler geçirdiler. Rina da aynı turdaydı. Çocukları havaalanında uğurlarken, hüzün değil de nasıl anlatsam, hafif bir sızı yüreğimi sarmıştı. Büyük oğlan artık yüreğinin götürdüğü yerlere doğru küçük deneyimlere başlarken, bereket ufaklık hala 10,5 yaşındaydı ve elimin altındaydı.
Ben çocukluğumu ve genç kızlığımı büyük bir kontrol ve aşırı korumacılık içinde geçirdiğimden, henüz anne bile olmadığım zamanlardan itibaren kendime, çocuklarımı özgür ve kendilerine yeten, özgüvenli bireyler olarak yetiştireceğime söz vermiştim. Onları uzakça bir mesafeden kontrol ederek, manevi tasmalar takmadan büyütmek en büyük amacımdı. Sanırım bunu başardım. Ama David'in de bana bu konuda verdiği sonsuz desteği göz ardı edemem.
O yaz Soni’nin İsrael’e gitmesinin ardından, biz de Hay’ı yanımıza alara Bodrum’a tatile gitmiştik. Fügen’in doğumu yakındı. Her gün otelden ona telefon edip vaziyetini soruyordum. Fügen 34 yaşında olduğu için, doktoru riske girmek istemediğinden onu beklenen tarihten birkaç gün önce doğuma alınca,28 Temmuz 1994 tarihinde Can bebek dünyaya geldi. Akşamüstünü zor ettim ve Fügen’i hastaneden aradım. Çok mutluydu. Telefonda ikimiz de sevinçten ağlıyorduk. Can üç günlükken istanbul’a dönmüş, derhal Fügen’e gitmiştim. Caniko çok güzel bir oğlancıktı. Kapkara saçlı, beyaz tenliydi. Onu ilk gördüğüm anda aşık olmuştum. Çocuk kanımdan değildi ama, canım gibi yüreğimi ısıtmıştı. Tam 14 yıl kucağımıza gelen Can hepimizin bebeği olmuştu. O günler gerçekten çok özel günlerdi.
94 yazı da yarı Göztepe evinde ve yarı Silivri evinde geçiyordu. Sonbaharın gelmesiyle Soni artık lise son sınıfa geçmişti, Hay da ilkokul 5. sınıfa geçmişti. Rina da liseyi bitirmiş, Marmara Üniversitesi Fransız dilinde Kamu Yönetimi Bölümüne başlamıştı.
Sonbaharın gelişiyle babamın kalbi yine teklemeye başlamıştı. Kayınpederim de iyi değildi. O sonbahar bizi kötü zamanlar bekliyordu. Kasım ayının başında babam evde ciddi bir kalp krizi daha geçirdi. Hemen Amerikan Hastanesine götürdük, yapılan anjiyo neticesinde yaşama şansının yarı yarıya olduğu söylenince, ablamla çılgına döndük. Ama iç organlarının tümü sağlıklı olduğu ve başka hiçbir hastalığı olmadığı için bize by-pass ameliyatı olmasını tavsiye ediyorlardı. Bu ameliyata karar vermek zordu, ama kalbi de çok harap olduğu için şansımızı denememiz gerekiyordu. Sonunda ameliyat kararı alındı. Babam 11 saat süren zorlu bir ameliyata girdi. O günü nasıl unutabilirim? Hepimiz hastanenin cafesinde oturup bekleşiyoruz. David çalıştığı Derby Fabrikasından onun kan gurubuna uygun 12 işçiyi hastaneye kan vermeye getirmişti. Ablam da babam için kan vermişti. İkisinin kan grubu aynıydı. Babam 11 saat sonra ameliyattan çıktı ve yoğun bakıma alındı. Aslında ameliyat kararı almakla çok iyi etmiştik ,çünkü babam bu ameliyattan sonra tam 7,5 sene daha yaşamıştı. O yıllar aslında bizim için büyük bir bonustu. Babam tam 22 gün hastanede kalmıştı. Ablam ve ben dönüşümlü olarak orada kalıp ,babamı hiç yalnız bırakmıyorduk.
Babam birkaç günlük ameliyatlıyken ,zaten akciğerinde tümör olan ve tedavide olan kayınpederim aynı zaman da felç oldu. Konuşamıyordu ve zihni yarı açıktı. Onu da Taksim’deki Balıklı Rum Hastanesi’ne yatırmışlardı. David’le azap dolu günler geceler yaşıyorduk. O da kendi abisiyle dönüşümlü olarak hastanede nöbette kalıyordu. Sonuç olarak aralık başında babalarımız eve döndüler ama önümüzde, uzun ince bir yol vardı.
39. doğum günümü babamın başında nöbet tutarken geçirmiştim. 11 saat narkozdan sonra 79 yaşında olan babamın zihni bulanık kalmıştı, özellikle geceleri halisünasyonlar görüyordu. Geceler çok zordu. Bu yüzden biz ablamla yine dönüşümlü olarak 24 saatte bir, birbirimize nöbeti devrediyorduk. Evlerimizin hali haraptı. Hiçbir şeye tam olarak yetişemiyorduk. Kayınpederime evde bir bakıcı tutulmuştu ama o çok ağır hastaydı. Sonuç olarak, o sene aralık ayında Hanuka Bayramının 5. gecesinde kayınpederimi kaybettik. Ben zaten o kadar yorgun ve üzgündüm ki, moralim yerlerde sürünüyordu.
Artık yaprak dökümleri başlamıştı. Beri yandan da çocuklarımız büyüyorlardı. Bu sıkıntıların içinde bazı yerlerden konser teklifleri geliyor ve David’le ben dertlerimizi bir süreliğine göz ardı ederek konser veriyorduk. İlk kasetimiz olan “Dos Kandelikas”ı o sırada” Gözlem Kitap ve Yayıncılık” sponsorluğund, Melih Kibar’ın stüdyosuna girip doldurmuştuk. Kaset çıkarma esnasında solo gitar çalan arkadaşımız Selim İlyazer gruptan ayrılma kararı almıştı. Sanırım kendi kişisel yaşantısı çok çalkantılı olduğundan, böyle şeylere sabrı kalmamıştı. Biz yolumuza 4 kişi olarak devam ediyorduk. Gery ,Eli, David ve ben. Yusuf da söz yazarımızdı. Besteler ve konserler art arda geliyordu O sonbahar ve 95 kışı, hastalıklar, gazete ve konserler arasında, hazan yaprağı gibi bahtımın rüzgarına kapılmıştım.
Doz Kandelikas isimli parçayı dinlemek için aşağıdaki linli kopyalayın
https://www.youtube.com/watch?v=-vAR2hvQTJo
Haziran ayında Soni, Özel Moda Lisesi’nden mezun olmuştu. Diploma töreninde başında kepi ve cüppesiyle, orgu eşliğinde çok güzel şarkılar söylemişti. Ben o gün gözyaşlarımı tutamıyordum. Bunlar sevinç gözyaşları olmakla birlikte, çoğu veda şarkısı olduğu için de ağlıyordum. Vakit gelmişti. Soni istediği şeyi ve hayallerini gerçeğe dönüştürüyordu. İsrael’e Aliya yapacaktı. Bunlar hem güzel ve gurur verici, fakat hem de ayrılık rüzgarları estiren hüzünlü bir dönemin başlangıcıydı.
O yaz gerçekten çılgın bir dönem yaşıyorduk. Şimdi, geriye bakıp düşünürken, gerçekten çok genç olduğumuz için bu kadar büyük bir enerjiye sahip olduğumuzu ayrımsıyorum.
94 yılının sonunda nasıl oluştuğunu anımsayamadığım bir kararla Büyükada’da bir ev satın almıştık. Babalarımızla yaşadığımız karanlık dönemlerimizde bunu tamamen askıya almış, dertlere dalmıştık. Sonunda ortalık yatışıp, el ayak çekilince ada eviyle ilgilenmeye başlamıştık. Silivri’deki evi möbleli kiraya vermiş, sadece mutfak araç gereçleriyle giysi tipi şeylerimizi alıp adaya taşımış, orayı hafif ve minimalist bir biçimde döşemiştik. O taşınma zamanında Soni’ye verdiği emeklerden ötürü daima borçlu hissederim. Uzun boylu ,geniş omuzlu güneş oğlum babasının sağ kolu olmuş, taşınma sürecinde ve yerleştirmede her işimize sonsuz destek olmuştu. İsrael’e aliya yapmadan önceki son bir ayda bu evin tadını çıkarmıştı. Eve sürekli olarak herkesi davet ediyordu. Hatta annemle babamı deniz otobüsüne bindirmiş, ardından atlı arabaya koymuş, bizzat kendisi eve getirmişti. Orada hep birlikte bir hafta sonu geçirmiştik. Ertesi hafta bu defa da kayınvalidemi yeni eve getirmiş,onunla da bir hafta sonu geçirmiştik. Arkadaşlarını da eve davet ediyor, yatıya tutuyordu. Soni giderayak herkesi mutlu etme ve hatıralar biriktirme çabasındaydı.
22 Temmuz 1995 tarihinde, Soni İsrael’e aliya yaptı. Onu üniversitesine yerleştirmek, göçle ilgili bürokrasileri gerçekleştirmek için biz de onunla birlikte İsrael’e uçuyorduk. Amaçlardan bir tanesi de, biraz daha onunla birlikte olabilmekti.
Beni ayrılığın yaratacağı,” Ateşten Gömlek” diye adlandıracağım günler bekliyordu.
Jackie Kennedy ve Maria Callas, Marilyn Monroe olmasaydı, 29 Mayıs 1962’de New York’taki Maddison Square Garden’daki JFK Gala konserinde kesinlikle tanışacaklardı.
Bu, Başkan John F. Kennedy’nin 45. doğum günü kutlamalarının olduğu bir geceydi. Bu gecenin en önemli sanatçı konuğu, Milano’dan o gece için uçakla ABD’ye gelen opera yıldızı soprano Maria Callas’tı. Ancak akşama kayda değer bir şekilde katılmayan bir kişi başkanın eşi Jackie idi.
Marilyn Monroe’nun şarkı söylemeye davet edildiğini ve kendisinin, kocasının Monroe ile olan aşk ilişkisini bilen Jackie, film yıldızının Ulusal Televizyonda başkanı sesli olarak baştan çıkarırken, küçük düşürülmek istememişti.
Jackie’nin yokluğunda, Marilyn cinsel içerikli ve artık kötü şöhrete sahip ”Doğum günün kutlu olsun bay başkan” –Happy Birthday Mr. Presedent- yorumunu ulusa salmakta özgürdü.
New York köşe yazarı Dorothy Kilgallen tepkileri özetledi. ”Görünüşe göre Marilyn, 40 milyon Amerikalının önünde başkanla sevişiyormuş”. Sahnesinin alınmasına alışık olmayan Maria Callas bile Marilyn Monroe’nun onun rolünü çaldığını kabul etmek zorunda kaldı.
Maria Callas ve Jackie Kennedy hiç tanışmadılar. Oysa ikisi de yaldızlı jet sosyetenin iki ayrı önemli kişisiydi. Başlangıçta sadece yolları hiç kesişmedi. Daha sonraki yıllarda, her ikisi de Yunan denizcilik milyarderi Aristotle Onassis ile alenen yakınlaştıklarında bilinçli olarak birbirlerinden kaçındılar.
1974’te çekilen bir Barbara Walters televizyon çekiminde, Jackie hakkında ne düşündüğü sorulduğunda, Maria buz gibi bir soğuklukla ”Onu tanımıyorum, onunla hiç tanışmadım.” dedi. Daha sonra konuyu değiştirdi.
Jacqueline Kennedy ve Maria Callas 1920’lerin Manhattan’ında dünyaya geldiler. Maria 23’te, Jackie 29’da doğmuşlardı. Ancak yaşam şartları taban tabana zıttı. Jackie, borsacı ’Black Jack’ Bouvier ve İrlanda kökenli bir sosyetik olan Janet Lee’nin kızı olarak zenginlik ve ayrıcalık içinde doğdu. Babası ona hayrandı ve ondan sık sık “bir erkeğin sahip olacağı en güzel kızı” olarak bahsediyordu.
Ondan 6 yıl önce doğan Maria, Yunan göçmenler George ve Evangelia Kalegeropoulos’un ikinci kızıydı. Aile ABD’ne göç ettikten sonra soyadlarını Callas olarak değiştirmişlerdi.
Maria, Jackie’nin aksine istenmeyen bir çocuktu. Annesi bir erkek bebek bekliyordu, yeni doğan bebeğinin kız olduğunu görünce, ilk dört gün ona bakmayı reddetti.
Jackie New York’ta seçkin bir özel okula gitti ve tatillerini Hamptons’ta ata binerek geçirdi. Edebiyat ve dillerde mükemmeldi. Maria yerel devlet okuluna gittiği Queens ilçesindeki bir eczanenin üzerindeki küçük bir apartman dairesinde büyüdü. Henüz beş yaşındayken olağanüstü bir sesi olduğu ortaya çıktı.
Ortak noktaları ise ikisinin de ebeveynlerinin mutsuzluğu ve sonuç olarak boşanmalarıydı. Anne ve babası ayrıldıklarında, annesi Maria ve kız kardeşini Yunanistan’a geri götürdü. Jackie ve kız kardeşi Lee ise Conneticut’taki yatılı okula gönderildi.
Ancak 24 yaşından itibaren hayatları benzerlik göstermeye başladı. O zamana kadar muhabir olarak çalışan Jackie, John Kennedy adlı hevesli ve atılgan bir politikacı ile tanıştırıldı. İrlanda asıllı, hırslı, zengin Boston’lu bir ailenin oğluydu. Kısa sürede evlendiler ve 10 yıldan kısa bir süre içinde, 32 yaşına gelen Jackie, Amerika’nın first lady’si olarak Beyaz Saray’da yaşamaya başladı.
Bu arada Maria Yunanistan’da Atina Konservatuarı’nda yıllarını şan eğitimi alarak geçirmişti. Sonuç olarak da Opera de Verona’da rol almak üzere iken, henüz 24 yaşındayken zengin bir İtalyan iş adamı olan Giovanni Batista Meneghini ile nişanlandı. Adam ondan 26 yaş büyüktü. Birkaç yıl içinde evlendiler ve kocası Maria’nın menajeri oldu.
Ardından ünü çığ gibi büyüdü, 30’lu yaşlarının başında, Maria Callas operanın first lady’si olarak selamlanıyordu.
Callas ve Kennedy, kendi kamusal kişiliklerini yaratma konusunda içgüdüsel bir yeteneğe sahiptiler. Jackie ideal “başkanlık eşi” imajını yarattı. Chanel ve Dior’dan giyindiği, kusursuz bir kağıt bebek ikonu oldu. Zahmetsiz bir imajın sahibi oldu.
Akşam yemeklerinden sonra, dünyaca ünlü müzisyenlerin çaldığı Beyaz Saray’da düzenlenen gala gecelerinde, Avrupa dillerine olan hakimiyetiyle konuklarını etkiledi. Aynı zamanda Jackie, cephenin arkasında evlat kayıpları yaşadı, kocasının sürekli olarak onu aldatmasının üzüntüsünü hiç belli etmedi ve çok güçlü bir profil sergiledi.
Çocukluğundan beri aşırı kilolu olan Maria da yeni kişiliğini icat etmeye koyuldu. 1953’ te 36 kg. verdi ve Audrey Hepburn tarzında güzel giyimli bir moda ikonu olarak ortaya çıktı. Jackie gibi, Maria da pek çok dili akıcı olarak konuşabiliyordu. O da bildiklerini birleştirerek, kendine özgü krallara layık bir aksanla konuşuyordu. Kendine yarattığı imajla sadece sahnelerin divası değil, kaprisleri, talepleri ve konser iptalleri ile gazetelerde manşet oluyordu.
Maria Callas, 1957’de Venedik’teki bir partide Yunan Denizcilik patronu milyarder iş adamı Aristotle Onassis ile tanıştırıldı. Birkaç hafta içinde, Maria ve kocasını Akdeniz gezisi için özel yatında kendisine katılmaya davet etti.
Onassis operayla zerre kadar ilgilenmiyordu, o aslında değerli ve ünlü insan koleksiyoncusuydu. Bu yat gezisi davetini, Maria şarkıcılık kariyeri ile çok meşgul olduğunu söyleyerek reddetti. Ancak sonunda Christina yatında Sir Winston ve Lady Churchill ile yapılacak olan tatil davetini kabul etti. Gemiden ayrıldığında Meneghini ile olan evliliği bitmişti. Oysa Onassis’in Tina isimli bir karısı ve iki çocuğu vardı.
Maria, Onassis tarafından baştan çıkarılmış, sesini ihmal etmesine ve bir zamanlar muhteşem opera kariyerine aniden son vermesine neden olacak bir dünyanın içine çekilmişti.
1963’te Onassis, Jackie Kennedy ile benzer bir fırsatçı taktik hazırladı. Oğlu Patrick’in henüz iki günlükken öldüğünü ve Jackie’nin delice bir yas içinde olmasını fırsat bilerek, onu iyileşmesi için Christina yatıyla yapılacak bir gemi yolculuğuna davet etti. Nedir ki, uzun zamandır birlikte olduğu Maria Callas bu seyahate dahil edilmemişti. Bunun yerine Onassis, onu Paris’te, onun için satın aldığı görkemli bir dairede bıraktı.
Üç ay sonra Kennedy Dallas’ta suikaste kurban gittiğinde dünya şoka girdi. Onassis elinden geldiğince Jackie’ye desteğini sunarak ona kol kanat germeyi sürdürdü.
JFK’nin ölümünden sonra, Jackie, kocasının erkek kardeşi Robert Kennedy ile teselli buldu ve onun başkanlık kampanyalarına destek verdi. Ancak Haziran 1968’de, onun da başkanlık seçimleri kampanyasında Los Angeles’te vurularak öldürülmesi sonunda Jackie paniğe kapıldı. Sırada kendi çocuklarının olduğu sanrısına kapılmıştı.
Onassis’in evlenme ve onu koruma teklifini kabul ederek, ona özel adası olan Scorpion’u, Olympic Havayolları şirketini ve muazzam servetini emrine verdi. Jackie arzuladığı güvenliği elde ederken, Onassis en büyük ödülü, dünyanın en ünlü kadınını almıştı. Düğün o kasım ayında bir tanıtım haberiyle patladı. Bu konu hakkında hiçbir haberi olmayan Maria, düğün haberini, Paristeki muhteşem evinde tek başına televizyonu izlerken öğrendi.
Jackie ile Onassis’in evliliği en başından beri bir felaketti. Onassis, ”Jackie gibi para harcayabilen biriyle hiç tanışmamıştım” diyordu. Evliliklerinin sadece ilk yılında 1,5 milyon dolar harcadı. Çoğunlukla evlerini yeniden dekore etti. En pahalı modaevlerinden alış veriş ederek gardrobunu baştan aşağı yeniledi.
Onassis’in birkaç hafta içinde Maria Callas ile ilişkisine yeniden başladığı herkes tarafından bilinmekte. İlk başta anlaşılır bir şekilde harap olan Maria onu görmeyi reddetti. Ancak, Onassis’in Mercedes Coupe’sini apartmanının ön kapısına çarpmakla tehdit ettiğinde, sonunda yumuşadı.
Onassis’in şoförü Yaikinto Rossa,”Ölümüne kadar her ay bir araya geldiler” dedi. ”Gerçek şu ki Maria Callas, Onassis’in tek gerçek aşkıydı. Hiç evlenmemiş olsalar da onun gerçek karısıydı.”
Jackie Amerika’ya döndü ama Kennedy ile Callas arasındaki rekabet yoğun olarak devam etti. Dünya basını, Onassis ve Callas’ın Paris’teki Maxim’s de iki kişilik romantik bir akşam yemeği yerken görüntüleri yayınladığında, Jackie hemen Boston’dan uçağa bindi ve iki gece sonra Onassis ile aynı restoranda yemek yerken fotoğraflandı. Bu Callas’a karşı, kasıtlı bir meydan okumaydı.
Jackie ile evliliğinin son yıllarında Onassis, Maria'ya yaptığı ihanetini büyük bir hata olarak görmeye başladı. Ağır hasta olduğunu öğrendiğinde, avukatlarına Jackie’ye karşı boşanma davası açmalarını söyledi. Bunu tipik Onassis tarzında yaptı-bu ona kalacak serveti azaltmak için, zina yaptığını ispatlamak için- özel detektifler tuttu. Bu Jackie’nin sürekli takip edilmesi anlamına geliyordu. Ancak Onassis, Jackie’den boşanamadı. Bunu yapamadan önce, hayati hastalığının yüzünden Paris’te bir hastaneye kaldırıldı. Jackie onun yanında değildi. Bunun yerine Aspen’a kayak yapmaya gitti. Ama Maria Callas’ın başucuna kabul edilmemesi talimatını bırakmayı da ihmal etmedi.
Callas aslında Onassis’i ölüm döşeğinde ziyaret etti. Bir servis asansörüyle gizlice odasına çıkarıldı ve komada yatarken bir saat onunla oturdu. Bu onun son vedasıydı. Onassis birkaç gün sonra öldü.
Onassis’in vasiyetinde karısının servetindeki payını en aza indirildiği bildirildi ancak Jackie buna itiraz etti.
Onassis’in kızı Christina, uzayan ve kamuoyuna açık hukuk savaşından kaçınmak için Jackie’ye 26 milyon dolarlık tam ve nihai bir ödeme yapmayı kabul etti. Maria Callas’a hiçbir şey kalmadı.
1975’te Onassis’in ölümünden sonra, sesi kesilen Maria, Paris’teki dairesinde münzevi bir hayat yaşamaya başladı. Fotoğraflarla ve hatıralarla çevrili, şanlı geçmişinde yaşayan bir opera sanatçısı Norma Desmond ile oturur eski kayıtlarını dinlerdi. İki yıl sonra, 16 Eylül 1977 sabahı Callas, yatak odasının zemininde kalp krizinden yaşamın kaybetti ve ölü olarak bulundu. Maria veda ettiğinde sadece 53 yaşındaydı.
Jackie, yayıncılık alanında yeni bir kariyere başladı ve elmas satıcısı Maurice Tempelsman ile yeni bir aşk buldu. 1994 yılında 64 yaşındayken kanserden öldü.
Hem Jackie hem de Maria, milyonlar tarafından zamanlarının ikonları olarak hatırlanırken, bir zamanlar
dünyanın en zengin adamı olan Aristotle Onassis, bu olağanüstü dramdaki rolüyle hatırlanmaktadır.