MARİA VE JACKİE’NİN
AŞK ÜÇGENİNİN KARANLIK YÜZÜ
KADIKÖY’LÜ KÜÇÜK SARA-41-
-Kırmızı ev-
Soni artık 3.sınıftaydı. Çok çalışkandı, öğretmeni Ülkü Yılmaz hanım onu çok severdi ,o da öğretmenini. Sınıf arkadaşları çok şeker çocuklardı. Sık sık bize gelirler Soni ile oyunlar oynarlardı. Sınıfta İpek diye bir kız vardı. Annesi ve babası 40 yaşlarındayken onu dünyaya getirdikleri için olgun ve ciddi insanlardı. Kız bize gelmeye bayılırdı. Tek çocuktu. Bize geldiği zaman Soni ve Hay’la çok eğlenirdi. Ben de zaman zaman onlara katılırdım ve birlikte çok eğlenirdik. Annesi bana “İpek size bayılıyor derdi”. Onlar, çok modern harika bir çiftti.
Velhasıl 1986 yılının 11 Aralık günü ben 31 yaşımı bitirmiştim. Kutlama takımı aynıydı annemler, ablamlar ve Fügen. Pastam da Divanın kestaneli pastası. Diğer yazımda anlattığım gibi fotokopi yılları ve yaşam aynı şekilde, durgunlukla devam ediyordu. Bazen hafta sonları kayınvalidemlere yemeğe giderdik veya onları da alıp arabamızla bir yerlere götürürdük. Aynı şekilde bazen de annemleri gezmeye götürür onları hoşnut etmeye çalışırdık. Bazı hafta sonları Avrupa yakasına geçer, Pera Palas’a, Hilton’a veya Tarabya Oteli’ne giderdik. Orada müzikli 5 çayları olurdu. Piyano eşliğinde çay içip pasta yerdik. Soni bu programları çok severdi. Küçük bir prens gibi oturup pastasını yer, piyano dinlerdi. Hay ise dışarıda asansöre dadanırdı. Bulduğu 2-3 küçük çocuk ile asansörler arası fink atardı. Bir yukarı bir aşağı derken babası onu geri getirirdi, birkaç dakika sonra yine toz olurdu. Alem bir oğlandı.
Ocak ayının başında Derby Lastik Fabrikasının işçileri toplu greve girmişlerdi. Fabrikanın çalışmasına izin vermiyorlardı. David ve bürodaki herkes bu yüzden evde oturuyorlardı. İşte bu günlerin birinde David gazetede bir ilan gördü. Erdoğan Demirören, acil paraya sıkıştığı için, Silivri’den biraz önce olan Selimpaşa semtindeki sitelerini uygun fiyatlarla satışa çıkarmıştı. Dairelerin konumları ve fiyatları farklıydı. 5 sene taksitle ayda 125, 250 ve 500 bin liralık taksitlerle satılan daireler vardı. David bunlara bakmak istiyordu. Soni okuldaydı, Hay’ı anneme bıraktık ve Demirören’in Şişhane’deki devasa binasına gittik. Orada planlar, paftalar, resimler vardı. Bir ilgili bize uzun uzun bilgi verdi, evlerin planlarını gösterdi. Aralarında bir ev vardı ki, sitenin tam merkezindeydi. İkinci kattaydı ve karşısı tamamen açıktı ve deniz tabak gibi önümüzdeydi. Ayda 500 bin lira taksitle ve 5 sene boyunca borç ödeyecektik. David’le bakıştık.” Eğer yapabileceksen bunu al, yoksa boş ver “dedim. “Öbürleri nafile” dedim. Gerçek şu ki, ben oturmaktan ziyade, eğer satmaya kalkarsak kar getirecek bir şey almaktan yanaydım. David bu konularda benim önsezilerime güvenirdi. Bizi şirketin bir arabasına bindirdiler ve Demirören sitesine götürdüler. Ocak ayında orası ıssızdı ve rüzgar ıslık çalarak esiyordu. Eve girdik. O şekilde oturmaya imkan yoktu, tadilat gerekliydi, ama konumu mükemmeldi. Deniz tam karşımızdaydı. Ön planda alçak villalar ve palmiye ağaçları vardı. David “diğerlerine de bakalım mı?” deyince, “gerek yok ya bunda anlaş ya da eve dönelim dedim”. Diğerlerinde daireler karşılıklıydı ve herkes evlerin içini görebilirdi. Benim seçtiğimde ise, evimizin içini sadece deniz görebilirdi. David “tamam” dedi. Şişhaneye geri döndük ve muameleler yapıldı. Ertesi gün tapuya gidildi. Henüz bir ay önce doğum günüm olduğu için David evi bana doğum günü hediyesi olarak armağan etti. Bazen dalga geçer ve evimize “villa 31” derdi.
Eve dönüp bizimkilere yazlık ev aldığımızı söyleyince çok şaşırdılar. Babam çok memnun oldu. Annem orası çok uzak” dedi.” ben sadece 1 saat uzaklıkta, zaten ben sık sık şehre gelirim” diyerek onu ikna etmeye çalışıyordum. Sonuç olarak Derby’nin grevi 4 ay boyunca sürerken, biz bu tatilden yararlanarak bir dekorasyon şirketiyle anlaştık, bütün evi baştan aşağı yeniledik. Yer karoları değişti. mutfak, tuvalet baştan başa yenilendi, o yıl ilk defa satılmaya başlayan duşakabin banyoya takıldı. Yenileme bitince, bu defa evi döşemek için mobilyacılara gitmeye başladık. Doğrusu bu grev çok işimize gelmişti. İşlerimizi rahatça yapıyor, üstelik çok eğleniyorduk. Soni öğlenciydi, onu okula gönderdikten sonra, Hay’ı anneme bırakıyor ve eşya vs. bakıyorduk. Sıfırdan ev döşemek çok zevkli bir şeydir. Ben aydınlık olsun diye eşyaları çam ağacından seçmiştim. Çok sevimliydi. Koskocaman bir köşe kanepe vardı. Yere koyu kırmızı halı döşenmişti. Bütün aksesuarlar kırmızılıydı. Şömine de tuğladan yapılmıştı ve çok koyu kırmızıya boyanmıştı. Arka odaların yer taşları parlament mavisi, eşyalar çamdı. Oğlanlara ranza alınmıştı. Ev harika olmuştu. Mutfak araç gereçleri alınmıştı. Yemek takımları beyazdı ve çevrelerinde ince kırmızı çizgileri vardı. Biz artık tabak çanakla ilgilenirken İstanbul’da sonu gelmez bir kar yağmaya başlamıştı. Artık okullar da tatildi. Kar 3 hafta boyunca devamlı yağıyordu. Soni evi görmek istiyordu ama, kardan yollar kapanmıştı. Gidemiyorduk.
Günler böylece akarken, şubat ayında Hay’ın 3. doğum gününü kutladık. Hay kocaman olmuştu. Atlas, haritalar ve bayraklara çok meraklıydı. A4 kağıtlarına atlasa bakarak ülke bayraklarını çizer boyardı. Pastel boyaları vardı. Bir de dosyası. Yaptığı bayrakları dosyasına koyardı. Bütün ülkelerin bayraklarını ve başkentlerini ezbere bilirdi. Haritaları inceler, ülkelerin yerini buldurur ve öğrenirdi. Futbola da çok meraklıydı. Koyu Fenerbahçeli’ydi, maç fikstürlerini bilir ve televizyonda maç seyrederdi.
Soni’nin en büyük hobisi müzikti. Mükemmel bir kulağı ve sesi vardı. Melih Kibar’ın Kadıköy’de açtığı Özel Org Okulu’na gidiyordu. Harika çalıyordu ve çok iyi nota biliyordu. İzzet Bana’nın kurduğu “Los Paşarikos Sefaradis” çocuk korosuna girmişti. Koroda Rina ve Ari de vardı. Soni sesiyle dikkati çekmişti. İzzet, bazı solo bölümleri ona söyletirdi. Hay da şarkıları ezberlemişti. Hepsini evde abisiyle birlikte söylerdi. Bu şarkıların hepsi Ladino dilindeydi ve kulakları bu dille de doluyordu.
Sonunda karlar kalktı. Yollar açıldı. Mobilyacılarla anlaştık. Kamyon yazlığa gitti. Evi döşedik. Harika oldu. Çocuklara 23 Nisan tatilinde yeni eve gideceğimizi söyledik. Soni çok heyecanlıydı. 9,5 yaşındaydı. 23 Nisan sabahı saat 7 de heyecanla uyanmış, bakkala gidip gazete almış, neskafesini yapmış, salonda sütlü kahvesini içip , gazeteyi okurken, David uyandı ve salona gitti. Soni ona “günaydın”dedi ama David’in nutku tutuldu. Çünkü Soni’nin çenesinin altı top gibi şişmiş, kulakları kıvrılmış, çenesi yüzünün ortasında nokta gibi kalmıştı. David ona bir şey demedi çünkü çocuk hiçbir şeyin farkında değildi. Yatağa geldi ve bana ”kalkıp Soni’ye bakar mısın? Suratı Turgut Özal gibi, galiba kabakulak oldu” dedi. Ben salona girdim. Suratı top gibiydi ve gözlükleriyle bana bakınca bıyıksız Turgut Özal gibiydi hakikaten. Ben gülmeye başladım ve “Soni sen galiba kabakulak oldun” dedim. Bağırmaya ve ağlamaya başladı.” Ben çok iyiyim” diye bağırıyordu. Ben ona “aynaya bak” deyince, girişteki aynaya baktı ve küçük dilini yuttu. Derece koyduk 38 ateşi vardı. Doktoru aradık randevu aldık. Hay’ın kabakulak aşısı vardı, ama David’le ben kabakulak geçirmemiştik. Bakıştık ve “hadi hayırlısı “dedik.
Yani yeni evi ziyaret planı başka bahara kaldı. Ancak mayıs ayının sonunda oraya gidebildik. Kabakulak boyunca David’le bana fobi geldi. Sürekli kulak bölgemiz sızlıyordu. Sabah uyanınca korkuyla birbirimize bakıyor, normal olduğumuzu görünce seviniyorduk. Yani 15 gün kabakulak sendromu geçirdik ve çok şükür atlattık. Mayısın sonlarına doğru David’in kuzeni Hayim ve Terry’nin Lora adında ikinci çocukları doğdu. Lorika mavi gözlü, güneş gibi sarışın bir bebekti.
Haziran ayı gelince Soni 4. sınıfa, Rina ise 5. sınıfa geçmişti. Biz de Selimpaşa’daki yeni evimize geçmiştik. Ev çok güzeldi ama beni iki şey huzursuz ediyordu, birincisi evimizde telefon yoktu, ikincisi Istanbul'a uzaktı ve benim aklım fikrim ailemdeydi. Sürekli olarak huzursuzdum. Babamın işten eve döndüğü saat 1’i güç ediyordum. Her gün çocukları alıp sitenin dışındaki benzin istasyonuna gidip onlara telefon ederdim. Babamın sesini duyunca içim rahatlardı. Çünkü babam kalp hastasıydı ve ona bir şey olacağı endişesi beni bitirirdi.
Evimizin tam karşısına kumluk bir plaj vardı. Her sabah saat 11 gibi çocuklarla denize girerdik. Onlar çok mutluydu, bir sürü arkadaş edinmişlerdi. Deniz, güneş, kum onlar için harikaydı. Ben ise ilk defa ailemden bu kadar uzaktaydım ve kendimi garip hissediyordum. Halbuki orada bir çok genç kadın vardı ve onlarla güzel dostluklar kurmuştuk. Kesinlikle yalnız değildik. İki apartman ilerimizde Caddebostan’dan çok yakın arkadaşım olan Hayim Nifusi de oradan bir bahçe katı almıştı. Eşi Eti ile orada tanışmıştım. Çok sevimli ve sıcak bir kızdı. Hemen kaynaşmış ve arkadaş olmuştuk. Onların Suzi adında 7 yaşında bir kızları vardı. Çok şekerdi ve Soni ile çok yakın arkadaş olmuşlardı. Hayim ve Eti’nin kendi şirketleri vardı. İmal ettikleri gömlekleri ihraç ederlerdi. Gündüz işe giderlerdi. Suzi'ye büyükbabası ve babaannesi Liya ve Eliz Nifusi çifti bakarlardı. İkisi de dünya iyisi ve sempatik insanlardı. Eti’ler gece geldikten sonra buluşur, gece yarılarına kadar sohbet ederdik. Karşılıklı gider gelirdik. Bazen mangal yapardık, o kadar çok gülerdik ki, yerlere yatardık. Hepimiz yaşıttık zaten. Ayrıca oradan ev almış bir çok Türk ve Ermeni genç çiftlerle de arkadaş olmuştuk. Bazı geceler çocukları bırakıp Klassis Oteli’nin barına gider, canlı müzik dinlerdik. Bazı akşamlar sırayla evlerde toplanır sohbetler ederdik. Aralarında olan Hilda ve Kevork Türker çiftiyle de çok iyi anlaşırdık. Onların da Sevan isimli bir oğulları vardı. Hay’la yaşıttı ve çok güzel oynarlardı. Temmuz ayında Suzika’nın doğum gününü kutlamıştık. Her hafta sonu misafirlerimiz olurdu. annemler ve kayınvalidemler geldiklerinde yatıya kalırlardı. Rina sık sık gelir, en az bir hafta bizde kalırdı. Eylül ayında da Soni’nin 10. yaşını orada kutlamıştık. Oradaki bütün arkadaşlarımızı çağırmış ve bir doğumgünü partisi yapmıştık. Daha sonra kumda ateş yakmış sucuk ekmek yemiştik.
Artık okul açılacaktı, Pazar günü öğle saatlerinde evimize dönecek, bu sefer de evde aile için yine bir doğum günü partisi yapacaktık. O kış aldığımız ikinci arabamız Murat 131’di ve eve dönerken, yolda tam köprünün üzerinde arabanın v kayışı yandı ve biz köprünün üstünde kaldık. Trafik memurları yardıma yetiştiler, arabayı köprünün dışına çektiler, bize bir taksi ayarladılar ve o gün eve döndük. Annemler anahtarla kapımızı açmışlar ve misafirleri karşılamaya başlamışlardı. Zaten önceden kararlaştırdığımız gibi annemle babam ikramlıkları ısmarlamışlar ve kutuları mutfağa koymuşlardı bile. Güneş oğlumuz 10 yaşındaydı ve ona doğum günü hediyesi olarak Atari bilgisayar hediye etmiştik. Abisinin uydusu olan ufaklık Hay Eytan da etrafta koşup zıplayarak herkese neşe dağıtıyordu.
Jackie Kennedy ve Maria Callas, Marilyn Monroe olmasaydı, 29 Mayıs 1962’de New York’taki Maddison Square Garden’daki JFK Gala konserinde kesinlikle tanışacaklardı.
Bu, Başkan John F. Kennedy’nin 45. doğum günü kutlamalarının olduğu bir geceydi. Bu gecenin en önemli sanatçı konuğu, Milano’dan o gece için uçakla ABD’ye gelen opera yıldızı soprano Maria Callas’tı. Ancak akşama kayda değer bir şekilde katılmayan bir kişi başkanın eşi Jackie idi.
Marilyn Monroe’nun şarkı söylemeye davet edildiğini ve kendisinin, kocasının Monroe ile olan aşk ilişkisini bilen Jackie, film yıldızının Ulusal Televizyonda başkanı sesli olarak baştan çıkarırken, küçük düşürülmek istememişti.
Jackie’nin yokluğunda, Marilyn cinsel içerikli ve artık kötü şöhrete sahip ”Doğum günün kutlu olsun bay başkan” –Happy Birthday Mr. Presedent- yorumunu ulusa salmakta özgürdü.
New York köşe yazarı Dorothy Kilgallen tepkileri özetledi. ”Görünüşe göre Marilyn, 40 milyon Amerikalının önünde başkanla sevişiyormuş”. Sahnesinin alınmasına alışık olmayan Maria Callas bile Marilyn Monroe’nun onun rolünü çaldığını kabul etmek zorunda kaldı.
Maria Callas ve Jackie Kennedy hiç tanışmadılar. Oysa ikisi de yaldızlı jet sosyetenin iki ayrı önemli kişisiydi. Başlangıçta sadece yolları hiç kesişmedi. Daha sonraki yıllarda, her ikisi de Yunan denizcilik milyarderi Aristotle Onassis ile alenen yakınlaştıklarında bilinçli olarak birbirlerinden kaçındılar.
1974’te çekilen bir Barbara Walters televizyon çekiminde, Jackie hakkında ne düşündüğü sorulduğunda, Maria buz gibi bir soğuklukla ”Onu tanımıyorum, onunla hiç tanışmadım.” dedi. Daha sonra konuyu değiştirdi.
Jacqueline Kennedy ve Maria Callas 1920’lerin Manhattan’ında dünyaya geldiler. Maria 23’te, Jackie 29’da doğmuşlardı. Ancak yaşam şartları taban tabana zıttı. Jackie, borsacı ’Black Jack’ Bouvier ve İrlanda kökenli bir sosyetik olan Janet Lee’nin kızı olarak zenginlik ve ayrıcalık içinde doğdu. Babası ona hayrandı ve ondan sık sık “bir erkeğin sahip olacağı en güzel kızı” olarak bahsediyordu.
Ondan 6 yıl önce doğan Maria, Yunan göçmenler George ve Evangelia Kalegeropoulos’un ikinci kızıydı. Aile ABD’ne göç ettikten sonra soyadlarını Callas olarak değiştirmişlerdi.
Maria, Jackie’nin aksine istenmeyen bir çocuktu. Annesi bir erkek bebek bekliyordu, yeni doğan bebeğinin kız olduğunu görünce, ilk dört gün ona bakmayı reddetti.
Jackie New York’ta seçkin bir özel okula gitti ve tatillerini Hamptons’ta ata binerek geçirdi. Edebiyat ve dillerde mükemmeldi. Maria yerel devlet okuluna gittiği Queens ilçesindeki bir eczanenin üzerindeki küçük bir apartman dairesinde büyüdü. Henüz beş yaşındayken olağanüstü bir sesi olduğu ortaya çıktı.
Ortak noktaları ise ikisinin de ebeveynlerinin mutsuzluğu ve sonuç olarak boşanmalarıydı. Anne ve babası ayrıldıklarında, annesi Maria ve kız kardeşini Yunanistan’a geri götürdü. Jackie ve kız kardeşi Lee ise Conneticut’taki yatılı okula gönderildi.
Ancak 24 yaşından itibaren hayatları benzerlik göstermeye başladı. O zamana kadar muhabir olarak çalışan Jackie, John Kennedy adlı hevesli ve atılgan bir politikacı ile tanıştırıldı. İrlanda asıllı, hırslı, zengin Boston’lu bir ailenin oğluydu. Kısa sürede evlendiler ve 10 yıldan kısa bir süre içinde, 32 yaşına gelen Jackie, Amerika’nın first lady’si olarak Beyaz Saray’da yaşamaya başladı.
Bu arada Maria Yunanistan’da Atina Konservatuarı’nda yıllarını şan eğitimi alarak geçirmişti. Sonuç olarak da Opera de Verona’da rol almak üzere iken, henüz 24 yaşındayken zengin bir İtalyan iş adamı olan Giovanni Batista Meneghini ile nişanlandı. Adam ondan 26 yaş büyüktü. Birkaç yıl içinde evlendiler ve kocası Maria’nın menajeri oldu.
Ardından ünü çığ gibi büyüdü, 30’lu yaşlarının başında, Maria Callas operanın first lady’si olarak selamlanıyordu.
Callas ve Kennedy, kendi kamusal kişiliklerini yaratma konusunda içgüdüsel bir yeteneğe sahiptiler. Jackie ideal “başkanlık eşi” imajını yarattı. Chanel ve Dior’dan giyindiği, kusursuz bir kağıt bebek ikonu oldu. Zahmetsiz bir imajın sahibi oldu.
Akşam yemeklerinden sonra, dünyaca ünlü müzisyenlerin çaldığı Beyaz Saray’da düzenlenen gala gecelerinde, Avrupa dillerine olan hakimiyetiyle konuklarını etkiledi. Aynı zamanda Jackie, cephenin arkasında evlat kayıpları yaşadı, kocasının sürekli olarak onu aldatmasının üzüntüsünü hiç belli etmedi ve çok güçlü bir profil sergiledi.
Çocukluğundan beri aşırı kilolu olan Maria da yeni kişiliğini icat etmeye koyuldu. 1953’ te 36 kg. verdi ve Audrey Hepburn tarzında güzel giyimli bir moda ikonu olarak ortaya çıktı. Jackie gibi, Maria da pek çok dili akıcı olarak konuşabiliyordu. O da bildiklerini birleştirerek, kendine özgü krallara layık bir aksanla konuşuyordu. Kendine yarattığı imajla sadece sahnelerin divası değil, kaprisleri, talepleri ve konser iptalleri ile gazetelerde manşet oluyordu.
Maria Callas, 1957’de Venedik’teki bir partide Yunan Denizcilik patronu milyarder iş adamı Aristotle Onassis ile tanıştırıldı. Birkaç hafta içinde, Maria ve kocasını Akdeniz gezisi için özel yatında kendisine katılmaya davet etti.
Onassis operayla zerre kadar ilgilenmiyordu, o aslında değerli ve ünlü insan koleksiyoncusuydu. Bu yat gezisi davetini, Maria şarkıcılık kariyeri ile çok meşgul olduğunu söyleyerek reddetti. Ancak sonunda Christina yatında Sir Winston ve Lady Churchill ile yapılacak olan tatil davetini kabul etti. Gemiden ayrıldığında Meneghini ile olan evliliği bitmişti. Oysa Onassis’in Tina isimli bir karısı ve iki çocuğu vardı.
Maria, Onassis tarafından baştan çıkarılmış, sesini ihmal etmesine ve bir zamanlar muhteşem opera kariyerine aniden son vermesine neden olacak bir dünyanın içine çekilmişti.
1963’te Onassis, Jackie Kennedy ile benzer bir fırsatçı taktik hazırladı. Oğlu Patrick’in henüz iki günlükken öldüğünü ve Jackie’nin delice bir yas içinde olmasını fırsat bilerek, onu iyileşmesi için Christina yatıyla yapılacak bir gemi yolculuğuna davet etti. Nedir ki, uzun zamandır birlikte olduğu Maria Callas bu seyahate dahil edilmemişti. Bunun yerine Onassis, onu Paris’te, onun için satın aldığı görkemli bir dairede bıraktı.
Üç ay sonra Kennedy Dallas’ta suikaste kurban gittiğinde dünya şoka girdi. Onassis elinden geldiğince Jackie’ye desteğini sunarak ona kol kanat germeyi sürdürdü.
JFK’nin ölümünden sonra, Jackie, kocasının erkek kardeşi Robert Kennedy ile teselli buldu ve onun başkanlık kampanyalarına destek verdi. Ancak Haziran 1968’de, onun da başkanlık seçimleri kampanyasında Los Angeles’te vurularak öldürülmesi sonunda Jackie paniğe kapıldı. Sırada kendi çocuklarının olduğu sanrısına kapılmıştı.
Onassis’in evlenme ve onu koruma teklifini kabul ederek, ona özel adası olan Scorpion’u, Olympic Havayolları şirketini ve muazzam servetini emrine verdi. Jackie arzuladığı güvenliği elde ederken, Onassis en büyük ödülü, dünyanın en ünlü kadınını almıştı. Düğün o kasım ayında bir tanıtım haberiyle patladı. Bu konu hakkında hiçbir haberi olmayan Maria, düğün haberini, Paristeki muhteşem evinde tek başına televizyonu izlerken öğrendi.
Jackie ile Onassis’in evliliği en başından beri bir felaketti. Onassis, ”Jackie gibi para harcayabilen biriyle hiç tanışmamıştım” diyordu. Evliliklerinin sadece ilk yılında 1,5 milyon dolar harcadı. Çoğunlukla evlerini yeniden dekore etti. En pahalı modaevlerinden alış veriş ederek gardrobunu baştan aşağı yeniledi.
Onassis’in birkaç hafta içinde Maria Callas ile ilişkisine yeniden başladığı herkes tarafından bilinmekte. İlk başta anlaşılır bir şekilde harap olan Maria onu görmeyi reddetti. Ancak, Onassis’in Mercedes Coupe’sini apartmanının ön kapısına çarpmakla tehdit ettiğinde, sonunda yumuşadı.
Onassis’in şoförü Yaikinto Rossa,”Ölümüne kadar her ay bir araya geldiler” dedi. ”Gerçek şu ki Maria Callas, Onassis’in tek gerçek aşkıydı. Hiç evlenmemiş olsalar da onun gerçek karısıydı.”
Jackie Amerika’ya döndü ama Kennedy ile Callas arasındaki rekabet yoğun olarak devam etti. Dünya basını, Onassis ve Callas’ın Paris’teki Maxim’s de iki kişilik romantik bir akşam yemeği yerken görüntüleri yayınladığında, Jackie hemen Boston’dan uçağa bindi ve iki gece sonra Onassis ile aynı restoranda yemek yerken fotoğraflandı. Bu Callas’a karşı, kasıtlı bir meydan okumaydı.
Jackie ile evliliğinin son yıllarında Onassis, Maria'ya yaptığı ihanetini büyük bir hata olarak görmeye başladı. Ağır hasta olduğunu öğrendiğinde, avukatlarına Jackie’ye karşı boşanma davası açmalarını söyledi. Bunu tipik Onassis tarzında yaptı-bu ona kalacak serveti azaltmak için, zina yaptığını ispatlamak için- özel detektifler tuttu. Bu Jackie’nin sürekli takip edilmesi anlamına geliyordu. Ancak Onassis, Jackie’den boşanamadı. Bunu yapamadan önce, hayati hastalığının yüzünden Paris’te bir hastaneye kaldırıldı. Jackie onun yanında değildi. Bunun yerine Aspen’a kayak yapmaya gitti. Ama Maria Callas’ın başucuna kabul edilmemesi talimatını bırakmayı da ihmal etmedi.
Callas aslında Onassis’i ölüm döşeğinde ziyaret etti. Bir servis asansörüyle gizlice odasına çıkarıldı ve komada yatarken bir saat onunla oturdu. Bu onun son vedasıydı. Onassis birkaç gün sonra öldü.
Onassis’in vasiyetinde karısının servetindeki payını en aza indirildiği bildirildi ancak Jackie buna itiraz etti.
Onassis’in kızı Christina, uzayan ve kamuoyuna açık hukuk savaşından kaçınmak için Jackie’ye 26 milyon dolarlık tam ve nihai bir ödeme yapmayı kabul etti. Maria Callas’a hiçbir şey kalmadı.
1975’te Onassis’in ölümünden sonra, sesi kesilen Maria, Paris’teki dairesinde münzevi bir hayat yaşamaya başladı. Fotoğraflarla ve hatıralarla çevrili, şanlı geçmişinde yaşayan bir opera sanatçısı Norma Desmond ile oturur eski kayıtlarını dinlerdi. İki yıl sonra, 16 Eylül 1977 sabahı Callas, yatak odasının zemininde kalp krizinden yaşamın kaybetti ve ölü olarak bulundu. Maria veda ettiğinde sadece 53 yaşındaydı.
Jackie, yayıncılık alanında yeni bir kariyere başladı ve elmas satıcısı Maurice Tempelsman ile yeni bir aşk buldu. 1994 yılında 64 yaşındayken kanserden öldü.
Hem Jackie hem de Maria, milyonlar tarafından zamanlarının ikonları olarak hatırlanırken, bir zamanlar
dünyanın en zengin adamı olan Aristotle Onassis, bu olağanüstü dramdaki rolüyle hatırlanmaktadır.